YUSUF ÜNAL | YORUM
1 – Sizin arabanız size hiç küstü mü? Kemal Abininki küsmüş, bir kere de değil devamlı küsermiş, üstelik eskiden beri tüm arabaları küseğenmiş. Ne zaman onlardan şikâyet etmeye başlasa, kapının önüne koymayı düşünse durduk yerde arıza yaparlarmış. Bu hafta da aynı şey olmuş. “Araba artık eskidi, fazla yakıyor zaten. Satalım şunu!” diye konuşmuşlar, aynı gün bozulmuş.
Sadece arabaları değilmiş Kemal Abilere küsen, evleri de küsüyormuş. Evden çıkmayı akıllarından geçirmeye başladıkları anda bir şeyler bozulmaya başlarmış. Buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrik tesisatı yahut kapı kilidi.
Cuma çıkışı üç arkadaş otururken konuştuk bunları. Yanımızdaki diğer arkadaş ev aldığında babasına, “Zaten bunda fazla oturmayız, birkaç seneye satarız.” demiş. Babası, “Öyle deme oğlum, evin hayrını göremezsin sonra.” diye ikaz etmiş. Ev, araba, tencere-tava; her ne alırsa onu sevmesini öğütlemiş. Eşyalar da sevilip sevilmediklerini anlar demiş. Daha alırken gözden çıkarıldığını görürse kendini sana tam teslim etmez.
Kemal Abi arkadaşımızı teyit etmek için anlattı yukarıdakileri. Sohbetten çıkardığımız sonuca göre galiba eşyanın da bir çeşit ruhu vardı. Sevilip sevilmediklerini, istenip istenmediklerini anlıyorlardı. Gerçi ruhun hakikati bilinemez amma eşyaya müekkel yani ondan sorumlu meleklerin ruhu ve anlayışı müsellem. Yerde ve gökte her şeyin Allah’ı tesbih etmesi de bununla ilgili olsa gerek…
Bunları düşününce eşyadan tam istifade etmenin ona küsmemek ve darılmamakla mümkün olduğu kanaatine vardık. Mutfakta tezgâha küsersek, bıçakla kavga edersek, domatesi beğenmez, ‘armudun sapı üzümün çöpü’ dersek onlar da bize yüzünü ekşitir, pişirdiğimiz aş ya karın ağrıtır ya baş.
Eşyalar, yaşanmışlıkları hatırlatıyor
2 – Eve dönerken bana küsen bir eşyam olup olmadığını düşünmeye başladım. Benim eşya ile ilişkim çoğunlukla işime yarama zamanıyla sınırlı kalmış gibi. Onlara bağlı olduğum pek söylenemez, bağımlı olduğum da. İcabında hepsini gözden çıkarabilirim, mecbur kaldığım bir zamanda çıkardım da zaten.
Gelgelelim eşyayı bir çeşit çıpa gibi görürüm, hatıraların sabitlenmesine yarar onlar. Size geliş hikâyeleri, hayatınıza şahitlik edişleri, ortak tanıdıklarınız falan derken müşterek bir geçmişiniz olur ve onlardan kopmak biraz güçleşebilir. Yalnızca manevi değeri olan eşyalardan söz etmiyorum, burada sözünü ettiklerim alelade şeyler. Örneğin önümdeki şu masanın azından on beş yıllık geçmişi var. Kaç yere taşınmış bizimle. Üşenmeyip Kanada’ya kadar gelmiş peşimizden. Üzerindeki her çizik bir hâtıra…
Masa öyle de duvardaki ayna farklı mı! Şimdi onunla birlikte hatırlamaya başlasam aklıma gelenler alimallah Edip Cansever’in masasına bile sığmaz. Şu durumda insanın eşyayı gözden çıkarması, hâtıralarını da gözden çıkarması demek diyebilirim. Hatırlamak, biraz da eşya ile mümkün çünkü. Kişinin algısını güçlendiren, imgelemini ve hayal gücünü derinleştiren şeyler arasında sanırım bu çeşit hatırlamaların tesiri önemli bir yer tutuyor.
Dediğim gibi, benim eşyanın bizzat kendisiyle işe yararlılık dışında pek bir bağım yok. Bağlanıp kalmam onlara. Kimi şeylerime bağlanmak istediysem de bunu başaramadım, yollarımız bir şekilde ayrıldı. Normalde çağrışımları ve hatırlattıkları dolayısıyla onlardan vazgeçesim gelmez. Üniversite okurken memlekete hemen her gittiğimde evin bodrumuna iner, oradaki eski öteberiyi karıştırırdım. Çocukken bindiğim eski bir bisiklete, vaktiyle pekmez doldurduğumuz küplere, ekin biçtiğimiz oraklara ve elliklere, arı kovanlarına, kazma küreğe tek tek dokunur, çocukluk arkadaşlarımı ziyaret eder gibi buluşurdum onlarla. Şimdi de çekmecelere bir dalacak olsam çıkamam. Eski bir kimlik kartı, bir bayram tebriği, küçük bir takı, tarak, tırnak makası, kulaklık.. alıp beni Tanpınar’a götürür, “Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner”.
Eşyaya değer katan şey nedir?
Galiba ben eşyalarıma pek küsmemişim, onlar da bana küsmediler sanki. Eşya dediğimiz cansız bir şeydir sonuçta. Ona değer katan bizim bakışımız, onunla kurduğumuz bağdır. Ben kendi adıma eşyayla aşırı bağ kurmanın bir çeşit bağımlılığa dönüşmesinden korkarım.
Öte yandan Bediüzzaman gibi bazı maneviyat büyüklerinin kullandıkları eşyalara ihtimam gösterdiklerini biliyorum. Hazrete göre mevcudatın her bir zerresi bismillah dediği için onlara yakın bir alâka gösterir. Galiba vefa duygusu da bunu kuvvetlendirir. Örneğin tahta yemek kaşığını yahut ampulü kullanabildiği sürece kullanır, kullanılamaz hale geldiğindeyse onu çöpe atmak yerine toprağa adeta defneder.
Sufilerden öğrendiğimize göre bazı manevi makamlarda kişi eşyanın tesbihatını işitip anlayabilmektedir. Bu durum daha çok hayvan ve bitki gibi canlılar için söz konusu olsa da cansız varlıklar da bu kapsama girebilmektedir. Nitekim çakıl taşlarının Hz. Muhammed’in (sas) avucunda dile gelmesi ve hurma kütüğünün ağlaması bunun en meşhur örnekleridir.
Varlığın dilini okuyabilen zâtların eşyaya yaklaşımları da ona göre oluyor. Ama bu bir seviye meseledir. Benim gibi sıradan kişilere gelince, zannımca onlar eşya ile güzel geçinse başlangıç için doğru yerdeler demektir. Küsmeseler ve küstürmeseler, kötü söz söylemeseler kendi menfaatlerine…
Hocam ben esyalari cok onemesem zaten arkamda biraktim demissin sonra taaa Kanada’ya kadar getirmissin masayi. Bir de o ciik masada ne hatiralar ne hatiralar yakalamissin. Ha bir de esyayi onemsemezmis ama eve gittiginde bodrumdaki eski esyalari karistirirmissin o da seni Tanpinar’ a gorururmus.
“Çocukken bindiğim eski bir bisiklete, vaktiyle pekmez doldurduğumuz küplere, ekin biçtiğimiz oraklara ve elliklere, arı kovanlarına, kazma küreğe tek tek dokunur, çocukluk arkadaşlarımı ziyaret eder gibi buluşurdum onlarla. Şimdi de çekmecelere bir dalacak olsam çıkamam. Eski bir kimlik kartı, bir bayram tebriği, küçük bir takı, tarak, tırnak makası, kulaklık.. alıp beni Tanpınar’a götürür,”
Yani iyisi kotusu yok tabii herkesin kendi ic dunyasi da bir karar vermek lazim esyayi onemsiyor musun , yoksa onemsemiyor musun….:)
adres kimdir tahmin ediyorum.
yazı yanlış, küsenlere değer verilmeli, dertleri dinlenilmeli.
küsme gerekçeleri çözüme kavuşturulmalıdır.
hele bu dönemde hala üslübüna dikkat etmeyen vazifeli (!) tipler de üslüplarına dikkat etmelidir.
Hocaefendi bir kişinin dahi küstürülmemesine dikkat çekerken kendini bir şey sana patavatsızlara kimse müsaade etmemelidir.
Ne güzel bir yazı böyle. Rikkatle yazılmış. Eşyaların dili olsa kimbilir neler anlatırdı bize. Gerçekliğin soğukluğundan bir türlü kurtulamadığımız şu günlerde, bu sıcak yazı için çok teşekkür ederim. Bu yazı burada bitmesin hocam. Sanki, eşyalar da dile gelmeli gibi en azından. Onların gözüyle bizler. Nice kimseler tuttu ,dokundu, sahip oldu, kimbilir nelere şahit oldu. Bir de onların dilinden dinlemek için bir yazı gerek.
Eşyaya bakış şeklimiz; ona renk veren, bizimle konuşması için dil veren kelimeleri öğreten şey sanki. Geçen gün arabamın aynasına kolum çarpınca, kulağıma gelen ses ağzımdan çıkan kelimelerdi ” özür dilerim” . Sonra tekrar arabama bakıp, bana çok zaman yol arkadaşlığı yaptın, düşüncelerimi dinledin, gülmelerime şahit oldun, ağlamaklı zamanlarda koltuğunu sıkıca tuttuğumda hiç sesini çıkarmadın. Şarkılar türküler söyledim hepsini dinledin.
Seninle bir yığın anılarımız birikmiş. Bunlar sadece senin ve benim aramda. Öyleyse bu sır bir bağ oluşturmuş olmalı ve sonuçta arabama bir vefa duygusuyla bakıyorum. Galiba çoktan dost olmuşuz😇.
Belkide yeni bir yazı başlığı ; dost olan eşyalarımız🤩