Kuşatılmış yargı için hesap vakti yaklaşıyor!

YORUM | ENİS ATABEY*

Gazeteci Tolga Şardan, MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu yargıdaki çürümeyi anlatan raporu ele aldığı yazısı nedeni ile tutuklandı. Şardan, 5 günlük tutukluluğun ardından önceki gün salı verildi. Soruşturma ve tutuklama kararı zaten en başından hukuka aykırıdıydı. Tahliye kararı devlet kurumları içindeki bazı güç odaklarının ‘yargıdaki yolsuzlukların’ üzerine gitmekte kararlı olduklarını gösteriyor. Bu kararlılık nereye kadar uzanacak, hep birlikte göreceğiz…

Tolga Şardan’ a isnad edilen, ‘Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma’ suçunu düzenleyen TCK’ nın 217/A Maddesi 13.10.2022 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Şardan hakkındaki soruşturma İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütüldüğü halde, Ankara’da gözaltına alınıp daha sonra İstanbul’a dahi götürülmeden hakkında alelacele tutuklama kararı verilmiştir.

Yasada ceza üst sınırı 3 yıl olarak düzenlenen bir suçtan dolayı bir gazeteci hakkında tutuklama kararı verilebilmiştir! TCK’ nın 217/A Maddesi CMK’ nın 100/3-a Maddesinde sayılan katalog suçlardan olmadığı halde tutuklama gerekçesine tam tersi yazılabilmiştir!

Ayrıca Şardan’ın evinde ve dijital verilerinde arama ve elkoyma işlemi yapılmıştır. “Yazıya konu MİT’in yargı ile ilgili raporu yok ise ve kanıt sadece köşe yazısı ise evde neyin araması yapılıyor?” diye sormak lazım. Daha sonra birçok gazeteci hakkında da aynı konuyla ilgili gözaltı ve arama kararları uygulandı.

Olmayan MİT Raporunun aramasına devam ediliyor!

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, Şardan’ın tutuklanmasından kısa bir süre sonra sosyal medya hesabından, “Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) iddia edildiği gibi bir raporu söz konusu değildir.” açıklaması yaptı. Burada bu açıklamayı neden MİT’İn yapmadığı sorulabilir… Mesela, MİT böyle bir raporu olmadığını soruşturma makamlarına yazı ile bildirmiş midir? Yakın zamanda, “Rapor yok ama bilgi notu var.” noktasına gelinir mi?

Göreceğiz…

Bu aleni hukuksuzluklar soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ile tutuklama kararını veren İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin gözlerini ne kadar kararttıklarını göstermektedir. Yargı organlarını pürtelâş içinde bu kadar hukuksuzluğa iten başka saikler de olması gerekmez mi?

Yazıda başlangıçtan itibaren bunun ipuçlarını arayacağız. Biraz uzun olacak… Bir kısmı yakın tanıklıklara dayalı olarak başlangıç hikayesinden alarak yargının hâl-i pür-melâl´ini okuyacak ve belki de birçok yeni şey öğreneceksiniz.

***

Önceden beri ülkemizde yargının hiçbir zaman istenen noktada olmadığını söylenebilir. Ancak yargının son 10 yıldır yargı tamamen şirazesinden çıkmış durumda. Tarafsızlık ve bağımsızlığını tamamen yitirerek, “belli güç odaklarının” emrinde hareket eden kullanışlı bir aparata dönüştürüldü.

Son dönemde yargıda çürüme ve yozlaşma tartışmaları, İstanbul Anadolu Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya gönderdiği yazısı ile tekrar gün yüzüne çıktı. Uçar, yazının sonunda kendisini “Whistleblower” olarak tanımlayarak, yasal koruma altına alınmasını istemektedir. Whistleblowing, basitçe bilgi uçurma, örgüt içinde etik değerler ve yasalarla çelişebilen durumların bildirilmesi, yanlış davranış ve eylemlere karşı sessiz kalmak yerine, bunun ortadan kaldırılması için mücadele etmek şeklinde tanımlanabilir.

Başsavcı Uçar, yazısında ismi geçen yargı mensuplarını ve özellikle de o dönem birlikte çalıştığı İstanbul Anadolu Komisyon Başkanı Bekir Altun’u suçlamaktadır. Yazı şu ağır isnadlarla bitirilmektedir: “Uyuşturucu gibi kötü bir melaneti hoş gören, örgüt elebaşlarını yeni suç işleyeceklerini bile bile yargılama bile yapmadan salıveren, kimyasal zehirlerin toplumu çürütmesine katkı sunan, çalışma arkadaşlarımız üzerinde korku imparatorluğu oluşturup mobinge maruz bırakan, tavassutta bulunan, yargılamayı etkilemeye teşebbüs eden örgütlü ya da örgütsüz bu yapıların çökertilmesi için ….”

Yakın dönemde İstanbul Anadolu Adalet Komisyon Başkanı iken bu kez terfi sayılabilecek bir atama ile İstanbul Çağlayan Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanlığına atanan Bekir Altun’un bu iddialara karşı HSK’ ya göndermiş olduğu yazı da medya organlarında yer almıştır.

Bekir Altun, İsmail Uçar’a cevap niteliğindeki dilekçesinde, “İsmail Uçar’ın uyumlu çalışmaya müsait olmayan bir kişilik yapısında olduğunu, komisyon toplantılarına katılmadığını, bunun yerine bir başsavcı vekilini toplantılara gönderdiğini, kendisi katılmış gibi imza attırdığını,(bu iddia gerçek ise Bekir Altun ve diğer komisyon üyesi yönünden, TCK’nın 204 Maddesinde düzenlenen Resmi Belgede Sahtecilik suçunun ikrarı niteliğindedir) Uçar tarafından kendi katındaki asansörün düğmesini söktürüldüğünü, Uçar’ın baskı ve korku imparatorluğunu tesis edenin bizatihi kendisi olduğunu, para karşılığı karar verdiği iddia edilen hakime, İsmail Uçar’ın referans olduğunu, kendisi hakkında arayıp beraat verelim iddiası ile ilgili olarak bu ifadeyi kullanan hâkim Erdinç Demet’n f.tö iltisakı ve mübaşirinin görev yeri değişikliği nedeni ile kendisine karşı nefret dolu olduğunu, kendisine organize bir şekilde komplo kurulduğunu, Uçar’ın kişisel hezeyan, hırs ve kıskançlık hisleriyle motive olup başka mihrakların amacına hizmet etmek için dilekçeyi kaleme aldığını” beyan etmektedir.

Bekir Altun dilekçesinin sonunda ise “derin bir organizasyon içerisinde”, “yargı camiası” ve “devleti yönetenlere karşı kasıtlı, planlı ve hunharca bir operasyon” yapılmakta olduğunu vurguluyor. Nasıl oluyor da, adliyedeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının “devleti yönetenlere karşı” operasyon olarak tanımlanabiliyor?!

Bunun birkaç nedeni var elbette. İlk olarak Altun, İsmail Uçar’a ve kendisi hakkındaki iddialara karşı yürütmenin (hükümetin) desteğini arkasına almaya çalışıyor. İkinci olarak, 17/25 Aralık’ da kendisinin ve dahi İsmail Uçar’ın yürütme ile birlikte yaptıkları gibi olayı bağlamından çıkartıp “devleti yönetenlere” karşı operasyon yapılıyor algısı ile mevzi ve konum kazanmak istiyor. Kendilerince başarılı olmuş bir taktiği yeniden deniyor.

Peki, Bekir Altun bu gücü kendisinde nasıl görüyor bundan sonraki bölümde bunun hikâyesini okuyacaksınız.

***

Bekir Altun nereden koşuyor?

Tolga Şardan’ın tutuklanması kararına ilk destek kimden geldi; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezinden. Şardan tutuklanır tutuklanmaz; twitter hesabından “MİT’ in böyle bir raporu yoktur” diye açıklama yapıldı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevini yürüten kim?

Fahrettin Altun. Peki sizce, Fahrettin Altun ile Bekir Altun arasında sadece soyisim ve fiziki benzerlik mi vardır? Hayır. Açıklayalım;

Fahrettin Altun özgeçmişinde ısrarla memleketini gizlemektedir. Almanya doğumlu olduğunu bütün CV’ lerine yazan bir kişi memleketini neden gizleme gereğini duyar?

Fahrettin Altun Artvin’in Şavşat İlçesi, Oba Köyündendir. Oba Köyünün 1913 Kayıtlarındaki ismi “UPE” dir. 20. yüzyıl başında Gürcü yerleşim yeri olarak geçmektedir. Köyde ‘Altun’ ve ‘Duman’ soy isimleri yaygın olarak kullanılıyor.

Halen Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevini sürdüren, bir dönem Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığı görevini de yürüten, Mehmet Ağar ile kirli ilişkileri ile gündeme gelen Barış Duman da bu köydendir. İzmir Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevinden yakın zamanda Bakırköy’e kendi talebi doğrultusunda tayin edilmiştir.

Tolga Şardan’ın yazısında, MİT’in yargı raporunda en önemli yolsuzluk merkezi olarak Bakırköy Adliyesi’nin ardından da Çağlayan Adliyesi’nin belirtildiğini de not düşmek gerekiyor. Ne hikmetse her iki adliyede de Fahrettin Altun’un ekibi köşe başlarını tutmuş durumda.

Evet tahmin ettiğiniz gibi Bekir Altun da Artvin İli, Şavşat ilçesindendir. 1975 Şavşat doğumludur. Gürcü kökenli olduğunu yakın ve güvendiği kişiler dışında pek açıklamak istemez. Bekir Altun’un Fahrettin Altun ile tanışıklığı çok öncesine dayanır. Bekir Altun, Fahrettin Altun’un akademik kariyerinde ve özellikle halen yürüttüğü görevinde kendisine yolu açan kişidir denilebilir. Fahrettin Altun’un, MİT raporunun ve içeriğinin medyada yer almaması için alelacele başlatılan soruşturmaya verdiği destek akrabalık, hemşerilik ilişkilerinin ötesinde bir “diyet ve vefa” borcu olarak görülebilir.

Kimsenin kökeni, nereli olduğu bizi ilgilendirmiyor. Somut olarak yapılanların üstü örtülüyor, kapatılıyor, birilerinden hukuka aykırı olarak destek görülüyorsa bu durumda ilişkiler ağı önem kazanıyor demektir.

Bekir Altun, kendisinin yakın arkadaşı ve aynı zamanda Erdoğan’ ın eski avukatı Mustafa Doğan İnal ile Fransız firması Tefal’ın temsilcilerini, Tefal’in yerli firmaya ödemesi gereken 20 milyon TL’nin ödenmemesi için o dönem İstanbul İstinaf Mahkemesi Başkanı Hayri Kaynar’ı (halen Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyesi ) kendi odasında bir araya getirmiştir.

Bu görüşme Tefal Temsilcisi tarafından kayda alınmış, görüşme içeriklerinde İstinaf Mahkemesinde bulunan dosyalara müdahalelerin konuşulduğu çok açık belli olduğu halde Bekir Altun bu olaydan dolayı her hangi bir ceza almadığı gibi terfi ettirilerek İstanbul Adalet Komisyonu Başkanlığı’na getirilmiştir. Bu olay arkasındaki gücü ve ilişkiler ağını ortaya koyması açısından önemlidir. Başka bir yargı mensubunun başına gelebilecek bu olaylar sonunda koltuğunu kaybetmeyip her seferinde terfi ettirilmesinin normal olmadığı çok açıktır.

Bir dönem Erdoğan’ ın avukatlığını da yapan Mustafa Doğan İnal’ın Uğur Mumcu’nun hunharca öldürülmesi olayında Selam Tevhid Kudüs Ordusu Silahlı Terör Örgütü yöneticiliğinden cezalandırılan Mehmet Ali Tekin’in avukatlığını yaptığını belirtelim. Ayrıca 25 Aralık soruşturması şüphelilerinden Yasin el Kadı ve Usame Kutub’un da avukatlığını üstlenen yine aynı isim. Zira Albayrak’ın ve Reza Zarrab’ın avukatlığını da yapan yine aynı kişidir…

Ve bu kişi bütün bu davalarda ve soruşturmalarda hakim olarak kararları bulunan Bekir Altun’un odasından çıkmayan yakın arkadaşıdır.

İlginç değil mi?

***

Bekir Altun’un gücünün nereden geldiğini anlamak için, yargıdaki kırılma noktasına doğru biraz daha geriye gidelim.

Özellikle yürütme organının hoşuna gitmeyen karar ve uygulamaları nedeni ile vesayetçi derin yapılarla gizli kapaklı yapılan anlaşmalar gereğince 2012 yılı Temmuz ayında CMK 250 Md. ile görevli Ağır Ceza Mahkemeleri kapatıldı.

Yürütmenin bir kısmına egemen olan “hırsızlıklar, yolsuzluklar” anlayışı ile darbeci gelenekten beslenen karanlık derin yapılar kendilerini kurtaracak bir planı devreye soktular. Bu mahkemeler yerine benzer nitelikteki soruşturma ve davalara bakmak üzere TMK 10. Md ile Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri faaliyete geçirildi. ( 6352 Sayılı Yasanın 3713 Sayılı Yasayı değiştiren 75. Maddesi ile) Yürütme organı, ulusalcı derin yapılar ile her ne kadar anlaşmış olsalar da bu yapılara da güvenemediği için yargıda kendisine hizmet edecek eleman arayışına giriştiler. Bu kadrolaşma operasyonu için önemli soruşturma ve davaların merkez üstü Çağlayan Adliyesi seçildi. Bu organizasyonu yapmakla da Mustafa Şentop görevlendirildi.

Öncelikle şu yazıyı okumanızı isterim.

İstanbul Cumhuriyet Savcısı olan eski Sarıyer Cumhuriyet Savcısı İdris Kurt. Mustafa Şentop’un yakın arkadaşıdır. Tıpkı bugün YSK Başkanı olan Ahmet Yener gibi.

Öz önce de söylediğimiz gibi 2012 yılında özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kapatılınca hükümet güdümlü bir ekip oluşturma arayışına girildi. Bekir Altun 2012 yaz kararnamesi ile Küçükçekmece Adliyesi’nden Çağlayan’a tayin ettirildi. Cumhuriyet Savcısı İdris Kurt üzerinden Mustafa Şentop ile tanışmış oldu ve birlikte toplantılar yapmaya başladılar. İlk olarak Çağlayan Adliyesi’nde, “yargıda örgütlü bir paralel yapı oluşturulması” faaliyeti böyle başlamış oldu.

Bakanlıkta hazırlıkları yapılarak ve siyasi olarak da Mustafa Şentop’un başkanlığında, İstanbul’da Hakim Savcılardan oluşturulan ekip şu isimlerden oluşuyordu;

1- Bekir Altun: 2012 yazında İstanbul Çağlayan’a atanmıştır. Kendisi Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi iken ilk önce TMK 10. Maddesi kapsamında 2013 yılında Özgürlük Hakimi, daha sonra  İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimi olarak görevlendirilmiştir. Selam Tevhid soruşturma dosyasında 200’e yakın kararı olmasına rağmen, hakkında işlem yapılmamış; tam tersine terfi ettirilmiştir. Kendisinin vermiş olduğu iletişimin tespiti kararlarını uygulayan emniyet görevlilerinin tutuklanmasına karar vermiştir.

Bekir ALTUN’ un verdiği telefon dinleme kararları arasında, AA Genel Müdürü Kemal Öztürk, o dönem Başbakanın ev sahibi Faruk Koca (22. Dönem AK Parti Ankara Milletvekili), Furkan Torlak (Numan Kurtulmuş danışmanı) gibi birçok önemli isimle ilgili kararlar bulunmaktadır. Sadece İranlı şahıslar hakkında karar vermiş olan veya soruşturma dosyasında sadece bir imzası bulunan Hakim Savcılar yaklaşık 8 yıldır tutuklu yargılanırken kendisi Fahrettin Altun ve Mustafa Şentop tarafından korunmuştur!

Yandaş medya tarafından bir taraftan, binlerce kişi hakkında dinleme kararı verildi diye gerçeği yansıtmayan haberlerle konu köpürtülürken diğer taraftan dosyada önemli kişiler hakkında kararları bulunan yargı mensupları korunmuştur. Bekir Altun halen Çağlayan Adliyesi Komisyon Başkanı olarak görev yapmaktadır.

2- Fikret Demir: ilk olarak TMK 10. Mahkemesi ile görevli Ağır Ceza Mahkemesi üyesi yapıldı, daha sonra Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, sonra da Yargıtay Üyesi oldu. Tokatlı’dır. Ordu-Tokat ekibi önemlidir. Bu ekibin Başakşehir eski Belediye Başkanı ve Tokatlı bir kısım AKP milletvekilleri ile bir takım yakın ilişkileri olmuştur.

3- Hulusi Pur: Bu ekibin en niteliksiz ama en sadık elemanı denilebilir. Normalde Sulh Ceza Hâkimliğini bile yapabilecek kapasitesi olmamasına rağmen itaati nedeni ile tetikçilik yapsın diye ilk olarak Sulh Ceza Proje Mahkemesi Hakimi yapılmış, daha sonra Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, son olarak da Yargıtay Üyesi yapılmıştır. Hukuka aykırı birçok kararda imzası bulunmaktadır. Üniversitede Hakyol Cemaati evlerinde yetişmiştir.

4- İdris Kurt: Mustafa Şentop ile yakın arkadaş olması nedeni ile ilk başlarda bu ekibin fazla adamının olmamasının da etkisi ile ekibin bir araya getirilmesini sağlamış ve ilk toplantılarına katılmış, sonra İstanbul Başsavcı Vekili yapılmıştır. Selam Tevhit dosyasında imzası olmasına rağmen kendisi hakkında da işlem yapılmamıştır.

5- İrfan Fidan: İlk baştan beri bu ekibin içinde yer almıştır. Ordulu’dur. Tokat- Ordu bağlantısı önemlidir demiştik. Üniversitede Hakyol Cemaati evlerinde kalmıştır. Aslında çok da dindar sayılmaz. Yükselme hırsı her şeyin üstündedir. İstanbul Cumhuriyet Savcısı iken Hakim Savcı lojmanlarında değil, başka bir kuruma (!) ait lojmanda ikamet ettiği de iddialar arasındadır.

6- İslam Çiçek: O da bu ekibin içindeydi. İlk olarak proje Sulh Ceza Hakimi yapılmış, ardından hızlı bir şekilde Yargıtay Üyesi seçilmiş, mükâfatını almıştır. Odasına kimin tutuklanacağı konusunda talimat getiren, muhtemelen istihbaratçı kişinin deşifre olması ile ona ; “kaç İsmail” diyen Hakim’dir kendisi. Bu olay ortaya çıkınca ilk fırsatta Yargıtay Üyesi yapılmıştır.

7- Fuzuli Aydoğdu: İlk olarak Tmk 10. Madde ile yetkili savcı yapılmış, en baştan beri bu ekibin içinde yer alıp, gizli- kapaklı toplantılarına da katılmıştır. Sonra İstanbul Başsavcı Vekili ve HSK Genel Sekreteri yapılmış mükâfatını almıştır. Son olarak da Yargıtay Üyesi yapılmıştır. Selam Tevhit soruşturma dosyasında imzası olduğu halde hakkında işlem yapılmayan yargı mensuplarından birisidir.

8- Canel Rüzgar: Baştan beri bu ekibin içinde yer almıştır. Tmk 10. Madde ile yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Üyesi olması nedeni ile Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı yapılmıştır. İlim Yayma Cemiyeti kökenli olması yönü ile diğerlerinden biraz ayrılır. Verdiği hizmetler gözetilerek daha sonra Yargıtay Üyeliğine seçilebilmiştir.

Bu dar ekibe sonradan İsmail Uçar, Hasan Yılmaz, Zafer Koç, İsmail Yavuz da dahil edilmiştir. İsmail Uçar, (ilk önce İstanbul Başsavcı Vekili yapılmış, şu anda halen Anadolu Başsavcısıdır), Hasan Yılmaz (Sakarya’dan tayini çıkartılıp, tetikçilik yaptırıldıktan sonra ilk önce Başsavcı Vekili en son da Adalet Bakan Yardımcısı ve HSK üyesi yapılarak ödülü verilmiştir.) Zafer Koç (İstanbul Başsavcı Vekilliği yapmış, daha sonra Antalya Başsavcılığına getirilmiştir, Aynı zamanda Tekirdağlı olan Şentop’ un hemşerisidir. Ve adamı olmaya devam etmektedir.)

Son olarak perde gerisinde bu ekibi o dönem yönlendirenler arasına Yılmaz Akıncı, Mehmet Akif Ekinci (halen HSK Başkanvekilidir) ile şimdi ismini saymaya gerek olmayan başka isimleri de eklemek gerekebilir.

Yazıyı daha da uzatmamak adına şimdilik bitirmek istiyorum.

Sonsöz olarak söylemek gerekirse; ilk başta yürütmenin yolsuzluk ve usulsüzlüklerinin üzerini örtmek, gizlemek, kapatmak için kurulan daha sonra el büyüterek Soykırım Örgütü adına, zulüm ve hukuk cinayetleri işlemek için oluşturulan “yargıdaki paralel yapının” ilk nüvesini oluşturan bir kısım yargı mensupları terfi ettirilerek, güç ve makam verilerek önemli mevkilere getirilmiştir.

Zaman içinde gücün getirdiği yozlaşma ile birlikte hırs ve ihtirasların da devreye girmesi ile ilk başta hukuken destek verdikleri “yolsuzluk ve hırsızlıkların” bir parçası haline gelmişler, kendileri sistemin izin verdiğinin ötesinde “yolsuzluklara dalarak” bundan nemalanmaya başlamışlardır. Hepsi için bu söylenmese bile birçokları için bu durum geçerlidir.

Yargıdaki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin araştırılması için mevcut sistemin kurucularına emanet edilmiş olan HSK’nın ve ona bağlı Teftiş Kurulu’nun etkin bir soruşturma ile iddiaların üzerine gitmesi, sorumluları cezalandırılması mümkün görülmüyor. Gazetecilerin tutuklanması ve yaşananlar devlet kurumları içinde birilerinin durumdan haberdar olduğunu ve “belli olayları” kayıt altına alma çabası içinde olduklarını gösteriyor.

Her geçen gün yolun sonuna geliniyor, hesap vakti yaklaşıyor. İş tuttukları siyasiler onları terk edince yaptıkları zulümlerle baş başa kalacaklarını biliyorlar. Bunun tedirginliği var üzerlerinde…

Yaptıklarını çekmeden ölmesinler!

Yakın bir gelecekte yargılandıklarını da göreceğiz…


*İhraç Hakim

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. İTLİĞE DEVAM ETTİĞİ MÜDDETÇE, İT İT’İ ISIRMAZ

    Bunların hepsi oyun, tiyatro, kaos tiyatroları rejimi iaderer edenler için önemli bir maniveledır. Belayı kendisine tabi olanlar da dahil olmak üzere başlarından eksik etmeyecen. sürekli kaos, sürek avı gibi, kaso durursa sistem çöker.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin