Kurumsal din mi kurumsal dini yapılar mı?

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 28)

En son yazımda gençlerimizin anladığı ve kullandığı anlamda kurumsal din konusuna giriş yaptığım yazıma gelen sosyolog bir arkadaşımın itirazını ve bu itirazı temellendiren görüşleri ile dolu yazısını yayınlamıştım. Aslında benim niyetim ikinci yazıda “organized” veya “institutional religion” olarak kullanılan “kurumsal din” kavramının literatürdeki yerine değinmekti. Bana göre o cevabi yazı bu işlevi yerine getirdi. Bununla beraber ben niyetime sadık kalarak kısaca da olsa o görüşleri te’yid maksadına matuf olarak düşüncelerimi kısaca izah edeyim.

Kurumsal din kavramının temel karakteristik özelliklerinin başında resmi bir doktrininin ya da inanç ve itikadi esaslarının olması gelir. Söz konusu doktrin, inanç, akide belki de ‘doğma’ tabiri ile izah edilebilecek sabiteleri ihtiva eder. Belki dedim, sebebi şu: İslam dini için konuşacak olduğumuzda tevhit, nübüvvet ve haşir/mead üst başlıkları içinde ele alınacak olan inanç unsurlarına doğma denilebilir. Mesela Allah’ın varlığına ve birliğine, peygamberlere, ahiret hayatının geleceğine inanmak gibi. Ama bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz normatif hükümler ve değerler alanı bunun içinde değildir. O değişen ve gelişen sosyal hayat şartlarına bağlı olarak Allah’ın maksatları ve insanların maslahatları ölçüsünde değişebilen, değiştirilebilen bir mahiyet arz eder. Dolayısıyla “doğma” derken İslam’dan söz ettiğimiz yerde bu ayrımın mutlaka yapılması gerekir.

Kurumsal dinin ikinci ana özelliği hiyerarşik ve bürokratik bir liderlik inancı ve yapısına/sistemine sahip olmasıdır. Bu cümleyi okur okumaz Katolik Hristiyanlığında olduğu gibi tarihi Vatikan Devleti/Kilisesi aklınıza gelebilir. 2022 tarihi itibariyle bugün Orta Çağ’a nispetle gücünü kaybetmiş olsa da ya da görünse de bu inanç ve sistemik yapı varlığını benim bildiğim kadarıyla hala devam ettirmektedir. Vatikan bir tarafa bizim dünyada buna misal verebileceğimiz kurumlar vardır. Söz gelimi Türkiye ölçeğinde Diyanet İşleri Başkanlığı. 7 yıl o kurumda vaizlik ve idari görev olarak da zaman zaman müftü vekilliği yapmış, dolayısıyla bu 7 yıllık zamanda idari tecrübe de edinmiş bir insan olarak diyebilirim ki Diyanet sözünü ettiğimiz özelliklere fazlasıyla sahip bir kurumdur. Hatta kuruluş amacındaki şu cümle bile bunu anlamak için yeterlidir: “İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek.” Kaldı ki Diyanet’in bu cümle ile belirlenen görev alanının dışına çıktığını daha açık bir ifadeyle rejimin ön görmüş olduğu dini anlayışı vatandaşlara endoktrine etmekle yükümlü olduğunu söylemeye bile gerek yok. Rejimin dini düzlemde payandası olan ve günümüzde olduğu gibi rejimin oyuncağı haline gelen bu kurumun bu tavrıyla korumakla yükümlü olduğu İslam dinine ve onun ana esaslarına büyük ölçüde zarar verdiği de izahtan varestedir.

Bazı cemaatler ve tarikatler de hiyerarşik ve bürokratik liderlik inancı ve yapısına/sistemine örnek olarak verilebilir. Örneklerini sadece Türkiye değil İslam dünyasının bir çok yerinde gördüğümüz bu kurumlar tıpkı Diyanet örneğinde olduğu gibi İslam dininin genel öğretilerine ve ruhuna aykırı yorum ve yapılanmaları ile kamuoyuna çıkabilmekte ve taraftar toplayabilmektedir. Hocaefendi’nin tabiriyle önceleri “isimsiz müsemma” sonrasında da “isimli müsemma” olarak yollarına devam eden, Kur’anî ve Nebevî çizgide varlıklarını sürdüren tarikat ve cemaatler tabii ki bu yargının haricindedir. Kastını ettiğimiz yapılar resmi statüleri olsun ya da olmasın “müsemmasız isim” olarak ortada duran, sahte şeyhler, çağının dışında varlıklarını sürdüren ve tam anlamıyla yobaz kafalı müridlerden müteşekkil kurumlardır.

Son olarak bu kurumsal dini yapıların kendi içlerinde başkalarından kendilerini ayırt edici özelliklere sahip kuralları, kodları ve uygulamaları vardır. Diyanet misali resmi kurumlar bir kenarda tutulacak olursa bu sistematik yapılarda sözünü ettiğimiz kurallar yazılı değil şifahi olarak vücud bulur. Pratik hayatın içinde kendine alan bulan ve sosyal arka plan şartlarına göre değişen bu kurallar o yapının bağlıları, taraftarları tarafından mutlaka hayata geçirilir. Dinin genel esasları ve ruhuna uygun olduğu müddetçe bir mahzuru olmayan bu yazılı olmayan kurallar ve uygulamalar o çerçevenin dışına çıktığı an kendi kendini yiyip bitiren bir nesneye dönüşür. Yani bu durumda en büyük zararı yukarıda anlattığımız iki unsurda olduğu gibi yine din görür.

Sonraki yazımızda bu üç ana esas üzerinde yapacağım değerlendirmelere devam edeceğim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin