YORUM | M. NEDİM HAZAR
Size bir kitaptan bahsedeceğim. İsmi, “Tarihi değiştiren başarısızlıklar.”
Yazarı Donald Besore…
Yazar, tarihin en acımasız karakterlerinin özel hayatlarında yaşadıkları başarısızlıklarından sonra dünyanın başına nasıl bela olduklarını anlatıyor.
Ve doğal olarak ilk sırada tüm zamanların en acımasız diktatörlerinden olan Adolf Hitler var.
Pek çok kimse bilmez aslında eğer dünya tarihinin talihi yaver gitseydi Hitler sadece çok kötü bir sanatçı olarak yaşayıp ölüp gidecekti. Ve milyonlarca insan onun yüzünden ölmeyecek, dünya bu kadar acı çekmeyecekti.
Ama öyle olmadı maalesef.
Hitler, bir ressam adayıymış.
Evet evet yanlış okumadınız.
Hikayesi şöyle…
Adolf Hitler, ressam olmak için 5 yıl Viyana’da süründü. 1908 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek için Viyana’ya gelen Adolf Hitler, başvuruda bulunduğu akademiden ret cevabı aldı. Resmin yanı sıra Viyana için yapabileceği mimari gelişim projeleri için de taslaklar çizen Hitler, yoksulların oturduğu şekilsiz konutları yıkıp yerlerine örnek binalar yerleştirmek istiyordu.
Acımasız diktatörün bir sonraki hedefi ise müzisyenlikti.
Resimde istediğini bulamayınca müziğe yöneldi.
Bu kariyere en tepeden girmek isteyen, bir müzikal da bestelemeye çalışan diktatör adayı dekor ve kostüm çizimleri bile yaptı.
Bu dönemde Hitler’in üç bestesi söylendi ve “Yaylılar İçin Sextet”i çalındı. Sanat akademisinden ikinci kez ret cevabı alan Hitler’in taslakları sınava girmesi için yeterli bulunmamıştı.
Hitler bir süre sonra parası bitince işsizlerin toplu olarak kaldıkları bir barınakta ve kilisede kaldı.
Adolf Hitler, para kazanmak için kışın kar küredi, bavul taşıdı, hatta dilenmeyi bile denedi ama beceremedi.
Daha sonra tanıştığı bir ressamla resim yapıp turistlere satarak para kazanmaya başlayan Hitler, bu arada suluboya hatta yağlıboya resimlerini ilerletmişti. Genç ressam akademiye girmek için son bir çaba gösterdi ama yine aynı sonuçla karşılaştı. Ressam olmak için 5,5 yıl Viyana’da mücadele eden Hitler, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilseydi, belki de 2. Dünya Savaşı hiç yaşanmayacaktı ve binlerce insanın ölümünden sorumlu olmayacaktı…
2015 yılında Alman haber servisi Deutsche-Presse Agentur’un haberine göre, Adolf Hitler’e ait olduğu tahmin edilen 14 suluboya resim ve çizim, Almanya’daki bir müzayedede 440.000 $’a (yaklaşık 391.000 Euro) satıldı.
Gelelim bir başka diktatör olan Stalin’e…
Sadece Rusya değil, dünya tarihinde önemli rol oynayan Stalin ise annesinin ısrarıyla yazdırıldığı Tiflis’teki dini okulda papaz olarak kalsaydı, 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi.
Arkadaşları tarafından Soso olarak çağırılan Stalin, Annesinin ısrarıyla yazdırıldığı Tiflis’deki ilahiyat okulundan, “ateist, yurtsever ve sosyalist” eğilimli bir grup olan “Mesame Dasi”nin lideri olduğu için kovulmuş, papazlık hakkı elinden alınmıştı.
Eğer okulun Müdürü Germogern, tarihin gördüğü en acımasız kişilerden biri olarak suçlanan Stalin’e daha farklı davransaydı, 20. yüzyılın tarihi belki de inanılmaz ölçüde değişebilirdi. Stalin, papaz olarak kalsaydı, Rus Devrimi Stalin’den olumsuz etkilenmeyebilirdi.
Gerçi haksızlık etmeyelim, tam tersi örneklerde var.
Misal, ABD’nin en önemli ressamlarından James Abbott McNeill Whistler da askeri okuldan atılmasaydı, dünyaca ünlü resimlere imzasını atamayacaktı. 1850’lerde ünlü generalleri yetiştiren askeri okul West Point’e kıl payı kabul edilen Whistler, okulda taslaklar karalamaya ve çevresinde gördüğü her şeyin resmini çizmeye başladı. Nöbet bekleyen, işini yaparken uyuyakalan öğrencileri ve subayları resmediyordu. Çizim yapmak için eline geçen her şeyi, çadır bezini, kâğıt parçalarını, defter sayfalarını kullanıyordu. Çizim ve taslaklar içinde kendini kaybettiğinden sınıf derecesi gittikçe düşmeye başlamıştı. 218 ihtar alarak okuldan atılmasıyla kendisini daha da resme veren Whistler, resim sanatını daha da geliştirerek “Thames Nehrinin resmini en fazla yapan ressam” olarak tarihe geçti.
Bütün bunları niye yazdım?
Biliyorsunuz son günlerde Erdoğan ve ailesinin iç yüzünü ifşalayan Ali Yeşildağ’ın bir videosunda Tayyip Erdoğan’ın gençliğini anlatırken açtığı bir kurufasulyeci dükkanını nasıl olup da batırdığını aktardı.
“Kuru fasulyeci batar mı ya?” diye hayretini gizleyemiyordu Yeşildağ:
“Akşamdan fasulyeyi ıslatacaksın, biraz salça, biraz yağ, iki de şeker tamamdır” diyordu.
Ancak meselenin kader planını ıskalıyordu şüphesiz.
Üstelik Tayyip Erdoğan’ın Türk milletinin ve dünyanın başına bela olmasına sebep tek başarısızlığı bu da değildi.
Futbolculuk kariyeri de denemişti genç Tayyip.
Bir süre İETT’nin futbol takımında oynamıştı.
Bir tane bile üniversite arkadaşı yoktu ama mesela o futbol takımındaki arkadaşlarıyla birkaç yıl öncesine kadar birkaç ayda bir toplanıp maç yapıyorlardı.
Yine Ali Yeşildağ, Erdoğan’ın futbol kariyerini anlatırken küçük değiştirmeler yapıp, tarihi yanlış aktardığını da iddia ediyor.
Erdoğan’ın kendi anlatımına göre, dönemin Fenerbahçe teknik direktöre Kaleperoviç kendisini transfer etmek istiyor ama babası “kesinlikle okuyacaksın” dediği için futbol kariyerini bitiriyor.
Oysa hakikat “birazcık” farklı.
Baba Erdoğan oğlunun futbol kariyeri yapması için olabildiğince destek veriyor ama Fenerbahçe teknik direktörü, onu beğenmeyip, takımında görmek istemiyor.
Eğer Yugoslav çalıştırıcı o zaman beğenip futbola devam ettirse, Türkiye bugün içinde bulunduğu bataklıktan çok farklı bir yerde olabilirdi.
Belki de spor programlarında emekli agresif bir yorumcu olarak ekmek kazanmaya çabalıyordu Erdoğan.
Kuru fasulyenin faydalarını bile göremeyen bahtsız bir kuşağız vesselam.
Bütün yazışmalar ‘çöp olacak’ zamanı gelince, fakat devletimizin bankasını sıfırlayan Şahıs kaybolacak öyle mı?
Kurufasulyeciliği beceremiyor. Türkiyenin başında durursa daha iyi. En azından fasulyeci batırmaktan kurtulmuş olur. Bence Türk insanının değeri bu kadar. Yani bir fasulye kadar değeri yok. Ekonomik kanunlar bir fasulyecide bile işliyorken Türkiyede kanun işlemiyor. Fasulyecinin batması normal olması gerekirken, çünkü başında beceriksiz var, Türkiyede kanunların olmaması normal kabul ediliyor. F.tö adı altında kanunların kaldırılması normal kabul edilirken, bir fasulyecide ekonomik kanunlar yok sayılabildi mi? Adam fasulyecilikten korkuyor çünkü ekonomik kanunları yok edemiyordu. Ekonomik kanunları kendine engel olarak görüyor. Sanki kanunlar onun düşmanıymış gibi. Sanki kanunlar hayatın bir engeliymiş gibi. Nefretini bu kanunlara yönlendirmişti. Kanunlar düşmanıydı. Yani nasıl bir bakış açısı yada sapması varsa hayatı düzenleyen kanunlara kin besliyordu. Sanki kanunlar onu engelliyor gibi hissediyordu. Beceriksizliğini kabul etmiyor yada iç görüsü olmadığından beceriksizliğini göremiyor ve suçu ekonomik kanunlara atıyor. Kanunlar olmadan hayat sürmek istiyor. Bu sayede amaçlarını gerçekleştirebileceğini düşünüyor. Aslında kanun çocuklukta babadır. Yani otorite. Kanunlara düşmanlığı bence babasına olan düşmanlıktan kaynaklanıyor. Otorite kendisini gerçekleştirmek için önünde engel oluyordu. Kanunlar karşısında iç dengesini tutturamamıştı. Dengeyi bulamamıştı. Çatışmada sürekli kanunları, otoriteyi, disiplini düşman olarak görüyordu. Bu çatışmada kendine düşen rolü oynayarak dengelemek yerine çatışmayı hep tek taraflı görüyordu. Savaş gibi. Kanunları, kuralları yıkmaya, yok etmeye, parçalamaya çalışıyordu. Zamanla yıkma işinde uzmanlaştı. Çünkü hep yıkıyordu. Tam yıkamasa bir kısmını yıkıyordu. İçerden parçalamaya çalışıyordu. Önünde engel olan her kanunu amaçları için yıkıma uğratıyordu. Müslümanlarda kanunlar yıkıldıkça bundan ne anlıyorlarsa Tayyip gibi seviniyorlardı. Zamanla çok pis taktikler geliştirmeyi başardı. Mesela Devletin kanunlarını açıktan hedef alamadığı için, Devletin kanunları ayağına dolandığı için, kanunları açıktan hedef gösteremediğinden, kıskandığı düşmanını yok etmek için önce kıskandığı kişileri kanun yerine düşmanlaştorıyor. Yani kanunlara olan düşmanlığını gizliyor. Bu düşmanlığı kıskançlık krizine girdiği düşmanlarına yansıtıyor. Sonra o düşmanlar sanki kendi düşmanı değilmiş de müslümanların düşmanıymış gibi gösteriyor. Sonra kurbanları yok etmek ve kutsal ‘Devletini’ yani fasulyecisini sözde korumak için düşman olduğu kanunları çiğneme fırsatını yaşıyor. Yani büyük uğraşlar sonucu müslümanları başka müslümanlara düşmanlaştırdıktan sonra kendi kurufasulye devletini kurmak için düşmanlarını kanunları rahatlıkla çiğneyerek yok ediyor. Herşey kurufasulye Devletinin batmaması için. Ekonomik kanunları bile tersine çeviriyor. Çünkü kendisi kanun, kural, düzen, vicdan, merhamet düşmanı. Ama kendi kurufasulye Devletinde garip bir şekilde aşırı otoriter. Denge mekanizmasını hiçbir zaman kuramadı. O yüzden düşman olduğu kanunları yıkarken, yani kanunsuzluğu bir özgürlük olarak görürken tam tersi olarak güç eline geçtiğinde insanların konuşmasına bile izin vermiyor.
Bu da aşırı uçlarda yaşadığını gösteriyor. Bunun için psikiyatrist olmaya gerek yok. Ya başkalarını kendine karşı tamamen hakim olarak görüyor, mesela baba evlat ilişkisinde otorite vardır ama aynı zamanda babanın da kişiliği vardır, çocuğun da kişiliği vardır. Çocukla babanın ilişkisi sürekli bir otorite üzerinde değildir ki. O ilişkide başka duygular da vardır. Sevgi, merhamet gibi. Yani bir insanı parçalayarak sadece onu otoriteden ibaret de göremezsin sadece sevgiden ibaret de göremezsin. Burada bir bütünü parçalamaya gerek varmı? Sonra güç eline geçtiyse insanlara sadece pislikmiş gibi davranmak da ne demek? Sadece otoriteden ibaret bir anlayışı takınmak acaba babanın pozisyonunu mu kapmak anlamına geliyor? Dengeyi tutturamadığından, tek gözlüler dengeli yürümede zorluk yaşayabilir çünkü dengede beyincik, göz, iç kulak görev alır. Ya var olan bütün düzeni, dengeyi, ahengi parçalayıp özgür olacağını sanıyor yada dengeyi bozduktan sonra onda fasulye Cumhuriyeti kurup diktatör bir düzen kuruyor. Daha dengeli olan bir sistemi küçük çocuğun yap bozlarla oynaması gibi bozup yerine şahsı için uygun olan ama diğerleri için katlanılamayacak bir rejim kuruyor. Müslümanlara acımıyorum. Onlar geleceğin Uyguru, Filistini olmaya adaylar. O gün geldiğinde nerede hata yaptık bile demeyecek bu insanımsılar çöplüğün içinde yaşama mücadelesi verirler. Belki o çöplüğü bile normal bir standart kabul ederler. O yüzden müslümanlara asla güvenmiyorum.
Tayyipin bu düşmanlaştırma taktiği aslında bilimle savaştır. Bilim kanunlarına bile düşmandır. Hiçbir kanunu kabul etmiyor. Hepsini kendisine engel olmaya çalışmak olarak görüyor. Çevresindekilere bu öğretisini öğreterek çok sayıda taraftar kazandı. Adam varoluşuna karşı savaş açmış. Türkiyeyi tamamen ele geçirdi ama hala mutlu değil. Hala yeni düşmanlar üretiyor. Sanki sınırsız bir düşmanlık var gibi. Tek yapması gereken şey aslında çok basit. Dışarıdan geldiğini iddia ettiği bu düşmanlığı, arzuları önünde engel gördüğü herşeye düşman olduğu gerçeği ile değiştirmelidir.
Yani arzularını gerçekleştirmek istediğini anlarım. Ama arzularını esas kabul edip kişiliğini denge üzerinde değilde arzular üzerine yani nefis üzerine oturtursan o zaman denge tutturamazsın. Arzuların karşısındaki engelleri müslümanlara düşman olarak gösterip, çoğunluk olduğu için demokrasi kılıfında herşeyi yıkabiliyor. Arzuları önündeki en büyük engel Devletti. Devlete ve size saldırıyorlar diyerek ürettiği düşman üzerinden Adam tek şey yaptı. Devleti yıktı. Yani dengesiz olarak konumlandırdığı kişiliği Devleti küçük çocuğun yapbozu gibi yıktı. Küçük çocuğa yapılmışını ver o hemen onu sanki birşeyler yapıyormuş gibi yıkacaktır. Zaten yap boz seviyesindeki millet de Tayyipin yapbozunu bakalım yapabilecek mi diye seyrediyorlar. Uğraştığım konular bunlar. Bunu ileri gitme olarak görüyorlar. Delirmiş insanlar yıkımı aynı çocuğun yapbozu bozarak birşey yapmaya çalışması ama yapamaması gibi görüyorlar. Bence insanlara yapbozlar üzerinden eğitim verilebilir. Neyin yapmak neyin yıkmak olduğu, dengeli yapmanın çok büyük yapmaktan daha dayanıklı olduğunu yapbozlarla öğretilebilir. Bunlar hiçbir kuralı dikkate almadıklarından gerçekten, bilimden, insanlıktan kopuk yaşarlar. Bir varlık gösteremezler. Gitsinler bir fabrika sahibi ile konuşsunlar. Fabrika sahibi diğerlerini düşmanlaştırıp onların fabrikalarını yıkarak, el koyarak mı başarılı olmuş yoksa gece gündüz çalışarak, okuyarak, kuralları doğru uygulayarak mı başarılı olmuş.