PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Yazının ikinci bölümüne daha farklı başlamayı planlamıştım. Ancak yazı tahminlerimin çok ötesinde olumsuz tepkiler aldı. Birçokları yazıda PKK’lileri ‘Kürt gerillaları’ olarak nitelendirmemi eleştirdi. Oysa ben sadece onlar kendilerini nasıl adlandırıyorsa o şekilde yazdım. Dahası zaten o terim tırnak içine alındı. Yazının içeriğinin terör veya herhangi bir şiddet övücü ya da haklı çıkartmaya yönelik nitelik taşımadığını aklı başında ve anlama kabiliyeti olan her okur gayet rahatlıkla görecektir. Dahası benim bu konuda yazdığım onlarca yazı var ve hiçbirinde şiddeti ve terörü destekleyen, öven ya da haklı çıkartma amacı taşıyan bir unsur yer almıyor.
Uğradığım haksız ithamlar, suçlamalar ve hakaretler, TR724’te yazılarıma yer verilmesini eleştiren ve bu platformun bana yazı yayınlama imkânı vermemesini talep edenler, benim platforma uygun biri olmadığımı dillendirenler var. Açıkçası bu hezeyanlar beni yıldırmaz, bilakis birilerinin kuyruklarına basılmaktan oldukça rahatsız olduklarını görmek beni daha fazla motive eder. Çünkü gerekli olan zihniyet dönüşümü ancak bu yolla sağlanacak. Yüzleşmek istemediklerinizle yüzleştikçe düşünmeye zorlanacaksınız.
Olaylara faklı pencerelerden bakmayı, empati kurmayı, önyargıları aşmayı, ezber bilgileri sorgulamayı öğreneceksiniz. Endoktrinasyonun yarattığı ağır hipnozdan kurtulacaksınız. Yüz yıldır sizlere endoktrine edilen Türk-üstünlükçü ve ırkçı kimliği sorgulamaya başlayacaksınız. İnşa edilen öteki nefretini, coğrafi aidiyet ve civic kimlik üzerinden yok edecek, gerçek manada eşitliğin ve kardeşliğin bölünmezliğinde bütünleşeceksiniz.
Evet, o linç girişimi, esasında benim haklı olduğumu ispatlıyor. Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir gelenekte, “istemezük” diye yırtınan bir kitle, devlete ve devlet ideolojisine tanrısalmışçasına tapan ama heyhat, bunun tıpkı cehaleti ve ferasetsizliği gibi farkında dahi olmayan insancıklar, TR724’ün geniş redaksiyonel özgürlüğünden yakınıyor, ipimin çekilmesini arzuluyor. Oysa ben bu gazetede 2016’dan beri yazıyorum ve arkasında durmayacağım tek bir yazım yok. Dahası, insan olan insanları utandıracak herhangi bir fikir beyan ettiğimi de düşünmüyorum. Kaldı ki bu tür “istemezük” tayfasının tek linç girişimi de elbette bana yapılmadı. Açıkçası Kürt meselesine dair ana devletlû doktrinin dışına çıkan ve sorgulayan-analitik her özgür düşünür, geçmişte benim bugün yaşadıklarımı yaşadı. En bilindik örnek, Ahmet Altan’ın başına gelenlerdir.
Ahmet Altan’ın 1995’te Milliyet gazetesindeki köşesinde yazdığı “Atakürt” başlıklı yazı şöyle diyordu: “Mustafa Kemal Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını ‘Kürdiye Cumhuriyeti’ koysaydı, kendisi de Meclis kararıyla ‘Atakürt’ adını alsaydı… Kürdiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına ‘Kürt’ deneceği için hepimiz ‘Kürt’ sayılsaydık, Taksim’e, Kadıköy’e, Kızılay Meydanı’na ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ pankartları asılsaydı…”
Bu yazıdan sonra Ahmet Altan’ın nasıl lince uğradığını, hakkında davalar açıldığını, ihanetle ve terörizm destekçiliğiyle suçlandığını anımsıyorum. 1995’ten bugüne neredeyse üç on yıl geçti ve hala en temel konular anlaşılmış değil.
Birinci yazıda ben eleştiriyi kendisini muhalif olarak lanse eden rejim muhalefetimsilerine yapmıştım ve açıkçası bizim gazetenin müdavimlerinden böyle bir linç tepkisi beklemiyordum. Ne tesadüftür ki, daha birkaç gün önce sosyal medya hesabımda Türkiye dışında yaşayan KHK’lılarda ve Gülen Hareketi mensupları arasında kayda değer bir oranın devlet fetişizmini devam ettirdiğini eleştirmiştim ve bu paylaşımıma da epey itiraz gelmişti. Elbette oranları ben tahmin ediyorum. Ancak dikkatli ve kendisine dürüst okurlar bahsettiğim gruplar içerisinde belirli “hassas konulara dair” küçümsenemeyecek rakamlarda bir kutsal devlet pozisyonunun varlığını göreceklerdir.
Mesela Ermeni Soykırımı’na, Kürtlere, devletin üniter yapısına, Türk kimliğine ve benzeri meselelere yaklaşımda ben açıkçası dikkate değer bir devletlû rezerv görüyorum. Bu rezervin ana argümanı kendilerine ve ailelerine zulmedenin devlet olmadığı, Erdoğan ve avanesi olduğu, dolayısıyla meselelerinin devletle alakalı olmadığı, esas konunun “hükümet” olduğu. Tabi bu pozisyonun naifliği az buçuk nesnel ve rasyonel gözlem yapabilen herkesin malumudur zaten. Mesele bu değil. Esas mesele, böyle düşünmeyenlerin de bu grubu ve fikirlerini önemsiz addetmesi, “büyütülecek bir konu olmadığı” pozisyonunu savunması, ki benim esas tehlikeli bulduğum bu görmezden geliştir. Çünkü vurguladığım üzere, buz dağının yüzey altında kalan kısmıdır esas sıkıntı.
Konuyu bir de şuraya getirmek gerekiyor. Bu grubun Kürtler tarafından nasıl algılandığını hiç düşündünüz mü? Kürtler konusunda en basit diskur arkeolojisine bile tahammül edemeyen “istemezükçü” kitleye bakan ortalama bir Kürt, “adamlara bak, taptıkları devletin okkalı bir sillesini yediler, hala devlet-devlet diye sayıklıyor, o devletin ana diskurundan en ufak bir kopuşu bile ihanet olarak görüyorlar” diye düşünüyor. Sonra “neden bizi böyle algılıyorlar!” diye hayıflanan birçok yorum karşıma çıkıyor, yazılarda olsun, sosyal medya paylaşımlarında olsun.
Bakın, ortada bir patoloji var ve siz onu görmek istemiyorsanız, bu sizi de endirekt şekilde o patolojinin bir parçası haline getirir. Karşınızda gözünü o denli karartmış bir kitle var ki, beni linç ederken kullandıkları ötekileştirme ve nefret dili cidden normal olan her birey için ürkütücü olmalı. Sekiz yıldır dur durak bilmeden Gülen Hareketi’yle irtibatlı olmak yüzünden hak ihlallerine uğramış insanların haklarını savunuyorum. Doğrusunu haydi yazayım, bunu “Hareket dışından biri” olarak yapan bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişiden biriyim, ki bunu duruşumla onur duyuyorum.
Buna karşın bu “istemezükçü” grup bu yazının birinci bölümünün yayınlanmasının ardından en ufak bir farklılığa toleransları olmadığını gayet organize biçimde ortaya koyuyor ve bu bir şekilde Gülen Hareketi’nin tabanının tepkisiymiş gibi algılanıyor. Belki böyle değil ama algı bağlamında, Hareket dışından çevremden gelen yorumlar da benim bu gözlemimle örtüşüyor. Ki bu çevremin bir bölümü Kürt siyasi hareketinden insanlar. Kendilerinin “FETÖ’CÜ” olarak nitelenmesini istemeyen insanlar neden Kürt Hareketi’nden olanları teröristlikle suçlamanın anlamsızlığını göremiyor şeklinde genel bir algı var.
Burada PKK tarafından yapılan terörist saldırıları kastetmediğim sanırım açıktır. Yani amacım terörü meşrulaştırmak değil. Fakat Kürt haklarını amasız-fakatsız güçlü şekilde savunan, PKK’nin “düzenin yarattığı koşullar yüzünden doğmuş” bir örgüt olduğunu, Türkiye’nin “düz ovada siyasete” izin vermediğini düşünen Kürt Hareketi mensuplarının neden Gülen Hareketi’yle aralarına mesafe koyduklarının açıklaması, bu “istemezükçü” etkiyle açıklanabilir mi? Yani sorun sadece bu insanların “önyargılı oluşları” olmayabilir mi? Kendisini Gülen Hareketi ile tanımlayan insanların bu konuyu düşünmeleri gerekmiyor mu? Hep ötekiler mi suçlu arkadaş? İğneyi kendilerine batırmak neden bu kadar zor geliyor?
Geçenlerde Abdülhamit Bilici Bey’le yaptığım programda Hamit Bey, Gazze ile Türkiye Kürtleri arasında bağ kurarak bir yorumda bulundu ki son derece mantıklı bir yorumdu. Ben şakayla karışık kendisine şimdi lince hazır olmasını salık verdim. Çünkü ikimiz de biliyorduk ki Türkiye’de ve Türkiye kökenlilerde Kürt meselesine dair düşünce kapasitesi devletin kendilerini endoktrine ettiği sınırlar kadardır.
Böyle bir atmosferde sürekli yapılan hataları yinelemek ve benzer siyasetlerden farklı sonuçlar beklemek ne kadar akıllıcadır? Özerkliği, Türk-üstünlükçü ırkçı kimliği, federalizmi, civic coğrafi-siyasi-anayasal kimliği falan tartışamayacak mıyız? Hep “istemezükçüler” mi belirleyecek diskur eleştirisinin sınırlarını?
1995’te, 90’ların en tehlikeli ortamında devlet kurucusu seküler Türkofonların en kutsal değeri olan Atatürk’ün adını “Atakürt” diye yazısının başlığına – hem de o grubun medya kalelerinden olan Milliyet’te – taşıyan Ahmet Altan cesaretinin onda biri neden yok bugün! Bu felsefi ve eleştirel aklın neden hep “diğer mahalleden” çıktığı sizi hiç mi düşündürmez veya endişelendirmez? Başka ülkelerdeki benzer problemlere gayet farklı pencerelerden bakabilirken, kendi memleketinizin ve kendi öz be öz insanınızın tıpatıp ayını problemlerine neden o başka ülkelerin sorunlarına baktığınız pencereden bakamıyorsunuz? Şimdi ben bunu söyledim ve eleştirdim diye de bana kızacak mısınız?
Esasında yazıya bugün şu cümleyle başlamayı planlamıştım: Kürtler Türklerin veya başka ulusların benzer koşullarda isteyeceklerinden daha fazla bir şey istemiyor. Olmadı. Birinci yazıyı – ve kendimi – savunma gereği hâsıl oldu. Bir sonraki yazımda devam etmek dileği ile.
Kardesim sunu anla artik. Türkiyenin heryeri ayni zamanda Kürdistandir. Buna Kürtlerin ve Türkmenlerin oldugu Kuzey Suriye ve Kuzey Irak ta dahildir. Buna Bati Trakya ve dibimizdeki suan yunan olan adalarda. Güney Azarbaycan da. Zamani gelince ve güclenince (Retö ve Etö dende kurtulunca) bu bölgeleri icine alan Kürdün, Türkün … herkezin hür ve Adalet icinde yasadigi Refah gelismis, dünya muazenesinde söz sahibi, Islam dünyasina ve hatta Batiya ve uzakdoguya ve hatta Amerika ve Afrika Kitasina önder ve Dünyaya gercek Adaleti getiren, en gür sedanin hakiki Islamin sedasi olacak biiznillah.
Siz hiç terörist yada gerilla gördünüz mü? Dinlediniz mi? Eğer birşeyi görünmez yaparsan iki şekilde ifade edebilirsin. Türklere PKK teröristlerden oluşuyor dersin, aynı kişi öteki yüzde yani Kürtlere bakan yüzde gerilla der. Bu sayede Türklere Kürtleri kötü gösterirken, Kürtlere PKK nın onların hakkını savunan gerilla olduğunu gösterir. Bir tarafı Kürtlere düşmanlaştırırken, diğer tarafa PKK nın reklamını yapar. Yani PKK bir propagandadır. Propagandadan ibarettir. Bunu da görünmezliğine, bilinmezliğine borçludur. Terörist/gerilla tartışması faydasızdır. Çünkü herkese istenildiği şekilde gösteriliyor. Bu propagandanın çalışması için PKK nın aktif olması ve bitmemesi lazım. Görünmez birşeyle savaşıyorsun. Terörist olarak bildiğin insanı tanımıyorsun, bilmiyorsun, görmüyorsun. Cephedeki asker bile haftalar, aylar geçiyor, o kadar nöbet tutuyor bir tane terörist göremiyor ve artık boş karartıya ateş etmeye başlıyor. Biz 40 senedir savaştığımız kişiyi görmüyoruz. Şehitler veriliyor ama bir tane teröristi tanıma fırsatımız olmuyor. Yani yok sayılan kişiler bu teröristler. Halbuki konuşmalarını isterdim. Bu sayede terörist mi gerilla mı olduğu daha net anlaşılırdı. Ama o kişileri gizliyorlar ve Türklere farklı, Kürtlere farklı anlatılıyor. Propagandanın etkili olması için bu gizlilik önemli. Hani fitneciler olur sana farklı ötekine farklı anlatır da birbirine düşürür ya onun gibi. O zaman bizim Devlet PKK ile pişti oluyor. Çünkü madem onlar terörist çıkart konuştur, derdi neymiş, ne istiyor, kime kızıyor, ne haklar istiyor sonra onu kim etkiledi, aklına girdi. Bu propaganda faaliyetleri nasıl oluyor? Kimler, hangi mekanlarda onu ikna etmiş, bu mekanlar nerede, sohbetler nerede yapılıyor, kimler yapıyor. Daha doğrusu fikrini, düşüncesini öğrenmek isterim. Madem terörist o zaman çıkart konuştur. Pişman olanları çıkart da konuştur. PKK nın gerçek yüzünü görelim. Ama yok, konuşursa PKK nın gerçek yüzü ortaya çıkar ve Kürtlere gerilla konusunda ikna güçleşir. Sırf bu güçlük yaşanmasın diye, Türkler de PKK nın gerçek yüzünü görüp PKK meselesinin sadece Kürtlere indirgenemeyeceğini görmesin diye PKK da gizlilik esastır. Yani PKK yoktur aslında. Onu işini yapar geri çekilir, kaybolur, kayıplara karışır, yokmuş gibi. İşte ondan sonra propaganda faaliyeti başlar. Türklere Kürtler bölücü, düşman gösterilir, Kürtlere Türkler sizi istemiyor denilerek asker işgalci gösterilir. İşgalci gösterildiği için gerilla olmaya ikna edilir. Türklere de Kürtler sizi öldürüyor, onlar terörist denilir. Yani PKK aradan çekiliyor, Türkler ve Kürtler başbaşa kalıyor. Türkler PKK çekilince, yok olunca, öfkesini Kürtlere yansıtıyor. Öfke ve baskı yapınca Türkler bu sefer HDP devreye giriyor ve Kürt hakları savunuculuğuna soyunuyor. O yüzden PKK burada fitnenin başı. Sonra kaybolur. 40 yıldır savaşıyoruz ama bir teröristi tanımayı bırak, canlı görmedim bile. Ne kadar gizemliymiş bu PKK. Hiçbir şeyi bilinmiyor. Hayaletle savaşılıyor sonra herkes öfkesini birbirinden çıkarıyor. O yüzden aslında PKK diye bir örgüt yoktur. Propagandadır kendisi. Herşeyi gizlidir. 40 yıldır gizliliğini koruyor ve nedense bitmiyor. Zaten PKK nın Orduyu yenmesi imkansız. 500.000 e karşılık 5000 in savaşı. Yersen. PKK sadece bir propaganda aletidir. O yüzden onunla konuşulmaz. Görevi çin işkencesi gibi yavaş yavaş insanları insanlıktan çıkartıp hayvanlaştırmak. Çünkü mason örgütüdür. İnsana katkısı ona uyarsan sadece hayvanlaşmak olur. Onun gerçek yüzünü görenlerin basına çıkarılmamasının belki bildikleri bir neden vardır ama bana göre insanlar gerçek yüzünü görmesin, propaganda etkili olsun diye.
Böyle buyurdu Caman! Ögreniceksiniz dedi, yapicaksiniz, ediceksiniz, siz ki bi Ahmet Altan cikaramamis cahil bir türkofon topluluksunuz, ben söyliycem siz uyanicaksiniz.. Yazicam der, heeyt der, sen de ögreniceksin der. Sonra bi bakmissin iki satir sonra bana neler neler dediler diye sizlanir.
Böyle buyurdu iste. Buyurur elbet. Buyurdukca da o derunundaki ezilmis duygusuna anlik careler bulur elbet. Otomatige baglamistir, kendi de bilmez. Yoksa bi prof bu derece bilimden saptigini, duygusallik okyanusunun devasa celiski dalgalarina yem oldugunu görmez mi. Göremez, aynaya bakmaz, bakmayi akla getirmez elbet. Zordur, teshisi yeni yeni yapilmistir, tedavisi de henüz yoktur. O yüzden o hic bir zaman ÖGRENEMEZ!!!
Mehmet Çamanı destekliyorum. Klişeleşmiş paradigmalardan kurtulmamız gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti topraklarinda kendini Türk olarak hisseden herkes Türk´tür, bu gercegi zorlamanin hic bir bilimsel zemini yoktur, varsa gösterin! Türkiye´nin Türk sorunu da var, Kürt sorunu da var, daha baska sorunlari da var. Bu sorunlarin cözülememesinin en büyük sebeplerinden biri de bu dayatmaci tavirdir.
Hangi klise, hangi paradigma, hangi dünya capinda isim yapmis siyaset bilimci Caman´i destekleyen bir aciklamada bulunmus. Hayatiniz tepkisellik.
Aklini azcik calistiran görür ki, sen Türke bu vakitten sonra yeni bir gömlek bicemezsin. Kürt zaten bicecegini bicmis, birlikte nasil yasiycaz, neye karar vericez, onu görücez.
Kendini 40 yil Türk demis bi insan bundan böyle kendine Türkofon demez, karsi degilim ama Türkiyeliyim de demez, Türk Türktür, Kürt de Kürttür. Aksini iddia eden art niyetlidir, bunun bilimle uzaktan yakindan alakasi yok. Türkiyenin ismini degistirirsin, herkesi buna ikna edersin, güzel de olur, ama bunun disinda Türk´ü aptalca ve haksizca köseye sikistirmanin kimseye faydasi yok.
Sayin hcm, siz bu tur aydinlatici yazilariniza lutfen devam ediniz. Biz cok istifade ediyoruz. Kucuk beyinli bagnazlara kulak asmayin. Her turlu kesimin bagnazlarindan ve at gozluklulerinden kurtulana kadar sabirla anlatmaya devam insaallah
Sayın Mehmet Efe hocam, ben bir öğretmenim. Ders bitiminde “anladınız mı çocuklar ‘ diye sorduğumda öndeki bir kaç çocuk ‘anladık ‘ hocam der genellikle. İşte biz öğretmenler o öndeki bir kaç çocuğa bakıp anlamışlar diye düşünürsek yanlış yaparız. Aynen bunun gibi sizin yazılarınıza ağır eleştiri yapan insanlar da o öndeki bir kaç öğrenci gibi az diye düşünüyorum (tabi bunu ispat etmek imkansız). Açıkça sizin yazılarınız çok hoşuma gidiyor ve ufkumu açıyor diye düşünüyorum. Bugüne kadar okuduğum yazılarınız içinde (inançla ilgili konular hariç) katılmadığım bir fikir hatırlamıyorum. Bence yazılarınız çok iyi, seviyeli ve faydalı. Aynen devam edin lütfen ve Tr724ten ayrılmayın.
Baslik herseyi anlatiyor, cok veciz gercekten
Sayin Mehmet Efe,
yazinizin konusuna girmek istemiyorum. Sadece sizi eleştiren bir kisim okuyucunun üslubu beni açık yazayım üzüyor. ” Kardeşim “, ” Sen” daha benzer bir sürü kelimeler. Insan utanır, degerli bir bilim adamına böylesi keliimelerle yanıt vermek. Ne saygı var, ne empati var. Ayıp, insan utanır.
Saygilarimla
Sen git arastir önce onun seviyesine bak! Profesörmüs! Bizde Profesörüz belki baska ülkede. Gec bu basit mantigi. Hem birey ol derler hemde elestiriye acik olmazlar. Gereksiz saygi köleliktir. Enaniyet abidesi baskalrinin görüslerine saygisiz professor olsa ne yazar. Adam gizli millete küfür ediyor haberin yok. Uyumaya devam et sen!
Tarihte gercege ulasmak icin gayret eden ilim adamlari (alimler), herseyi sorgulamislar. Bu sorular Allah’in varligi, emirlerinin uygulanabilirliligi gibi en uc konulari dahi kapsamistir. Allah’i sorgulamada hicbir beis gormuyorken, bir milletin/irkin/kulturun yaptigi yanlislari neden sorgulayamiyoruz? Prof.Caman bey, fikirlerinize sonuna kadar katiliyorum. Turkiye’nin cok ciddi anlamda Turk sorunu var ve bunun en siddetli savunuculari da 1460’dan sonra musluman olan Karadeniz kokenli rum, laz, cerkes, arnavut gibi etnik gruplar olusturuyor. Ulke hem cahil hem zalim, tam bir trajikomedi.
Ben bunu yıllardır söylüyorum. Türkler kadar milliyetçi ırkçı bir millet yok.
Mehmet Efe Caman Batı standartlarında bir yaklaşımı sergiliyor. Türkiye´nin o milliyetçi-dinci havasında zehirlenmiş insanların rahatsızlık duyması doğal. Yine de onun yazılarına bu sitede tepki gösterenlerin bu sitenin tüm okur kitlesini temsil ettiğini sanmıyorum. Aslında, „Yazdırmayın“, „Bu sitede ne işi var?“ diyeceklerine itirazlarını sakin ve objektif bir şekilde dile getirseler sorun yok.
Şu Türklük Kürtlük konusunda da birkaç söz söylemek gerekirse. Eğer bir insan ve topluluk Türkçe konuşuyor ve kendini Türk kabul ediyorsa Türktür. Bunda bir sıkıntı yok. Türkler olarak Orta Asya´dan geldik sözünde de bence sıkıntı yok. Sonuçta oradan gelen bir dilin devamıyız.
Sıkıntı belki biraz da her birimiz oradan gelenlerin torunlarıyız, oralara kan bağı ile bağlıyız dendiğinde başlıyor. Mehmet Efe Caman Anadolu´nun eski haklarının da asimile olarak Türkleştiğini söylüyor.
Bana göre iki taraf da haklı.
Türklük veya Kürtlük bir vakıa. Ancak genetik olarak Orta Asya´dan payımız olsa da bunun küçük bir bölümü kapsadığı da bence bir vakıa. Hatta genetik düzleminde bakılırsa Anadolu Türklerinin Orta Asya´dan çok Kafkaslar, Balkanlar ve hatta Avrupa milletleri ile akrabalıkları daha güçlü olabilir.
Bu konuda ilgi duyan Johannes Krause ve Thomas Trappe`nin “A Short History of Humanity: How Migration Made Us Who We Are” kitabına bakabilir. Bu iki yazara göre bugün Avrupa haklarının genleri üç temele dayanıyor: Yerli avcı ve toplayıcılar, 8000 yıl önce Anadolu´dan gelen çiftçiler ve 5000 yıl önce Doğu Avrupa steplerinden gelenler. Taa İspanya´ya kadar Avrupa´nın güneyinde Anadolu genlerinin payı daha yüksek, İtalya`nın batısındaki Sardunya adasında ise 100 % yakın örtüşme söz konusu.
19 Ocak 2024 at 12:48
Yorumunuz denetlenmeyi bekliyor
Profesörlüğü sopa niyetine habire Türkiye’yi dövmek için kullanmak ve bunu ekmek arası entelektüellikle süsleyip insanların önüne sürmek hoş bir şey değil.
“Bütün yollar Roma’ya çıkar” misali her türlü görüş, fikir ya da örnekleme bir şekilde Türkiye’yi ve onu anımsatan değerleri negatiflemeyle sonlandırılıyor.
Bu yolda, tarih, siyaset, sosyoloji, coğrafya, etnik geçmiş ve bilimum enformasyon cömertçe cepheye sürülüyor.
Memleketimle alakalı her türlü olumluluk, Adem Aleyhisselam’ın yasak elması olmuş; çevresini, tabuları yıkmak, demokratikleşme, insan hakları gibi; günümüzde maalesef ırzına geçilmiş kavramlarla muhkem etmişler;
Bu iğrenç fiilin failleri ise, aslında onların mihmandarları olması gereken güya aydınlarımız.
Önüne bir doç, dr, prof. geçince, ünvan sahipleri pamuklara sarılıyor; her sözlerinde keramet aranıyor; darılmasın gücenmesin..,
Ve illa da aykırı olmaları gerekiyor. Öyle ya herkesin söylediklerini söyleyemezler ki. O zaman aradaki perde kalkar, sözleri herkesin sözleri olur. Aleladelik…, Aman Allahım…, ünvansızlık..,
Bir doğrunun çok sayıda insan tarafından kabul görmesi ve bilinmesi bazıları için sıkıcı olsa da bu durum o doğruyu eğri yapmaz ve hiç kimseye, farklı ve aykırı olmak şehveti bahanesiyle eğriyi doğruluk maskesiyle sunma hakkı vermez.
Tavsiyem Hz Ömer’in Müslüman olmadığı dönemde, acıktıklarında hamurdan tanrılarına yaptığını yapın…, yiyin ünvanlarınızı, siz de kurtulun, biz de