HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Döviz piyasalarında yaşanan “Kara Salı”, sadece Türk Lirasının ezilmesine neden olmadı, aynı zamanda ekonominin işleyen sistemine de çomak soktu. Vadeli satışlar ortadan kalktı. İnşaattan tekstile, gıdadan plastiğe her türlü ticaretin içinde olanlar, yeni tabloya uyum sağlayıp sağlayamayacağının korkusunu yaşıyorlar.
Dövizin hareketlendiği 22 Kasım Pazartesi günü, iş dünyasının ateşi yükselmeye başladı. Sık sık görüştüğümüz tekstilci bir arkadaş, vadeli verdiği iplik siparişinin askıya alındığı bilgisinin kendisine ulaştırıldığını söyledi.
Sebebini tahmin etmeme rağmen yine de sordum. “17 yıldan bu yana aynı firma ile çalışıyorum. Adam önünü göremediğini söyledi. Benim çalıştığım iplikçiye de fabrikadan arayıp siparişlerini iptal etmişler” dedi.
Türkiye’de yabancı ortaklı, çok sayıda mağazası bulunan bir şirketin İK ve satın alma tarafından sorumlu genel müdür yardımcısı ile konuşma ortamı oldu. Anlattıkları tekstilci arkadaşın paylaştıklarından daha öte idi:
ÖDEME HESABA GEÇMEDEN SİPARİŞ KABULÜ YOK
“Vadeli çalışma sistemi çöktü. Biz üç ayda bir plastik poşet siparişi veriyoruz. Her zaman çalıştığım poşetçime sabah 5 milyon TL’lik sipariş geçtim. Öğleden önce telefonla döndüler. Ödemeyi ne zaman çıkaracağımızı sordu.
‘Her zamanki gibi’ cevabını verdiğimde duyduklarım karşısında verecek cevap bulamadım. Plastik hammadde tedarikçisi firmanın para hesabına geçmeden sipariş kabul etmediğini bildirmiş. Poşet imalatçısı da üzülerek aynı durumu bize yansıtacağını söyledi.”
“Peki, bugüne kadar sistem nasıl çalışıyordu?” diye sorduğumda, şu cevabı verdi:
“Biz 20 dolayında sektörle çalışıyoruz. Kimine haftalık, kimine aylık, kimine de sezonluk sipariş veriyoruz. Biz piyasanın hatırı sayılır müşterilerindeniz. Bizim sipariş mektubumuzu alan bir firma, bizden aldığı siparişle kendi tedarikçisine gider ve aldığı siparişle o da kendi tedarikçisinden mal veya ham maddesini alıp üretimini yapar.
Ardından da iki şirketin ilgili muhasebe departmanları, işin ödeme takvimini belirleyip gereken işlemleri yaparlar.”
Bunları anlatan arkadaşın esas insanın içini sızlatan sözleri bundan sonra geldi:
“Hadi biz nakit akışı hayli güçlü bir firmayız. Bir iki iç düzenleme yapar, bazı kalemleri öteler veya devre dışı bırakıp yeni duruma uyum sağlayabiliriz. Zaten piyasa nakit sıkıntısı içinde, öteki şirketler ne yapar acaba?”
TL KABUL ETMEYEN SEKTÖRLER VAR ARTIK
Vazgeçmeyeceğiz.
Ülkemiz için, devletimiz için çalışmaya devam edeceğiz.
Bizim davamız, bağımsız, güçlü ve büyük Türkiye davasıdır.
Milletimizi yeniden bağımlılık tuzağına çekmeye çalışanlara izin vermeyeceğiz.pic.twitter.com/YG5ypscy3U— Fahrettin Altun (@fahrettinaltun) November 23, 2021
Bu konuşmayı duyunca, kentsel dönüşüm için 1970’li yıllarda yapılmış bir site ile yeni anlaşma imzalayan müteahhit arkadaşı merak ettim. İki gündür yaşananlardan sonra neler yaptığını, daha doğrusu nasıl yapacağını sordum.
Maliklerle 3 ay önce mutabakata vardıklarında inşaat demirinin tonunu 8 bin 500 TL diye hesapladıklarını, döviz fırtınası başlamadan önce tonunun 10 bin 700 TL olduğunu söyledi. Betonun metreküpünün 350 TL’den hesapladıklarını, hafta sonu itibariyle 550 TL’ye çıktığını anlattı.
“Doğrusunu söyleyeyim, dün bugün fiyat almaya cesaret edemiyorum. Fırtına biraz diner gibi olursa yarın hasar tespit raporu çıkarmaya çalışacağım” dedi.
Sabah erken saatlerde piyasanın nabzını iyi tuttuğunu bildiğim birkaç ekonomist arkadaşın hesaplarına göz attım. Demir-çelik, gübre, kağıt gibi mallarda peşin paraya bile yanaşılmadığından söz ediyorlar.
Mutlaka ödemenin dövizle yapılmasını istiyorlarmış. Kendilerince gerekçelerini sıralıyorlarmış. Malı satan taraf, elindeki parayı bankaya götürene kadar malın TL cinsinden fiyatı değişiyormuş.
İnşaat firmaları bitirdikleri dairelerin satışını durdurdu. Telefon rehberinde adımın kayıtlı olduğu iki müteahhit arkadaş, daha önce satışına başladıkları dairelerin önce “güncellenen” fiyatlarını geçtiler. Döviz fırtınasının şiddetlendiği 23 Kasım Salı günü öğleden sonra da yeni başlayacakları inşaatlar için fiyatlandırma yapamadıkları için satışları askıya aldıklarını duyurdular.
Bütün bu ayrıntıları paylaşmamın sebebi şu. Türkiye ekonomik bir kırılma yaşıyor. Öyle iktidar mensuplarının topluma inandırmaya çalıştıkları gibi “görülmemiş bir dış güçlerin saldırısı” falan da yok.
Ekonomi biliminin bir takım kuralları var. Bu işleyişi tersine çevirmek mümkün olmadı. Çevirdiğini sananlar kendilerini kandırdılar, toplumlarının da yıllarını yok ettiler. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde aynı şey söz konusu.
Bizde söylediklerinin arkasında duracak aklı başında ekonomist bulamadıkları için devreye mafya lideri girme gereği duymuş. Karısını bile öldürtmekten çekinmeyen eli kanlı Alaattin Çakıcı, uluslararası güçlerin Cumhur İttifakını zora sokmak için işbirliği yaptığını söylemiş.
AKP'NİN BAE ÇARKLARI!
Düşmanına teslim oldu, FETÖ'yle birlikte darbe yapmakla suçladığı BAE veliaht prensini törenle karşıladı. Omurga bunun neresinde? İlkeli dış politika neresinde? Hadi gel bunu açıkla Erdoğan? pic.twitter.com/YINX559gXi
— Tuncay ÖZKAN (@ATuncayOzkan) November 24, 2021
Mafya lideri Çakıcı, Batı ve Okyanus ötesinden söz edip 15 Temmuz darbesini hatırlatırken, Beştepe’nin sakini, 15 Temmuz darbesinin finansörü olarak gördüğü Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan’ı sarayın kapısında karşıladı.
Oysa bunlara daha dün denebilecek kadar yakın zamanda yandaşların ağzından Saray dili ile “şerefsiz” deniliyordu. Bugün ise sırf para getirecek diye devlet geleneği ayaklar altına alınıyor.
Cumhurbaşkanı, devlet başkanı olmayan bir konuğunu kapıda karşılamaz, onun için tören düzenlemez. Hele top falan hiç atılmaz. Cumhurbaşkanı geleni makamında kabul eder. Konuşacakları varsa orada konuşur. Muhatabının değerli olduğunu hissettirmek istiyorsa bunu makamındaki ağırlaması ile ortaya koyar. Konuğun geleceğin kralı olması da durumu değiştirmez.
Dün darbe finansörü denilen ülkenin yöneticisini, bugün devlet geleneğine ters bir şekilde görkemli karşılayan bir ülke maalesef inandırıcı olmuyor.
Bundan dolayı da atılan adımlar, ülkenin risk primini düşürmüyor, tersine yükseltiyor. Türkiye’nin risk primi, son bir yılın zirvesine çıkarak, 489 baz puan oldu. Orada duracağına ilişkin henüz bir emare görünmüyor.