YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nı Batı ittifakının kazanmasıyla birlikte çok partili hayata geçmiş, dine karşı baskıcı tutum terk edilmeye başlamıştı. Komünizmle mücadele için “dini faaliyetlere” müsamaha ile yaklaşılması düşüncesinin öne çıkması da bu değişimde etkili olmuştu.
CHP iktidarının ilkokullara din dersi koyulması, din adamı yetiştirmek için imam hatip okullarının faaliyete geçirilmesi, Atatürk döneminde kapatılan İlahiyat Fakültesi’nin ve bazı türbelerin yeniden açılması gibi adımları, “devletin” dine bakışının tamamen değiştiğini gösteriyordu. Başbakanlık görevine Sebilürreşad yazarlarından, medrese kökenli Prof. M. Şemsettin Günaltay’ın getirilmesi de gelinen noktayı göstermesi bakımından ilginç bir örnektir.
İslam Kahramanı Menderes
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP), ezanın Arapça okunmasına izin vermek, radyoda dini yayınlar yaptırmak, hacca gideceklere döviz tahsis etmek gibi icraatlarıyla dini hayatın yeniden canlanmasına ortam hazırlamış ve Bulaç’ın ifadesiyle “Ashab-ı Kehf uykusuna yatan” İslamcılık, yirmi beş yıl aradan sonra canlanma imkânı bulmuştu.
Bunun bir sonucu olarak dönemin cemaat ve tarikatları, DP’nin yanında yer almışlar ve Menderes’i farklı bir konuma yerleştirmişlerdir. Tek Parti döneminde hayatı sürgün ve hapislerle zehir edilen Bediüzzaman, yıllar boyunca elle veya teksir makinasıyla çoğaltılan ya da kaçak olarak basılan eserlerini serbestçe basma imkânı bulmuştu. Bediüzzaman’ın gözünde Menderes, “seküler yaşantısı” olsa da “bir İslam kahramanı” idi.
Bu yaklaşım sadece Bediüzzaman’a ait olmayıp özellikle Londra’daki uçak kazasından kurtulması sonrasında Menderes’in “evliya olduğu ve ilahi bir koruma altında bulunduğu” ifade edilmiştir. Hatta Konya Milletvekili Himmet Ölçmen “bu ulusun başında Peygamber’in, Allah’ın tayin ettiği bir lider var, o Menderes’tir” diyecektir.
Buna karşılık DP’nin dine karşı tavrı hep “ikircikli” olmuştur. Bir yandan dini faaliyetlere müsamahalı davranan ve dindar söylemlerle halktan oy alan DP, diğer taraftan Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmış ve kendisine destek veren Said Nursi bu dönemde de yargılanmıştır.
“Soğuk Savaş” döneminin bir özelliği olarak en büyük düşman SCCB ve komünizm görülüyor, İslamcı hareket de “komünizm karşıtlığı” yönüyle “ilhada karşı hakiki İsevileri” tercih ediyordu.
Abdülhamit ve Meşrutiyet devri İslamcılığının liderleri “ulema” ağırlıklı aydınlardan oluşurken bu dönemin kadrosu, daha çok Batılı eğitim almış siyasetçi, gazeteci, mühendis, avukat ve yazar ağırlıklıydı. Bu kişiler genel itibarıyla moderniteyi benimsemişlerdi ve İslam’ın tarihi mirası ve geleneğiyle çok az ilgileri vardı.
Dergilerle İslamcılık
Menderes devri İslamcıları, demokratik ortam sayesinde İkinci Meşrutiyet döneminde olduğu gibi dergilerle seslerini duyurmaya çalıştılar. Bunların başında geçmişi 1908’e kadar uzanan Sebilürreşad geliyordu.
Eşref Edip, Sebilürreşad’ın kapatılmasından yıllar sonra Hollanda merkezli yayınlanan ve “bir bilim faciası” olarak gördüğü İslam Ansiklopedisi’ne karşı, İslam-Türk Ansiklopedisi’ni çıkarmaya başlamış ve bunu 1948’de Sebilürreşad’ın yayınlanması takip etmiştir. Dergi açıkça rejime muhalif bir tavır benimsemiş ve “kara irtica” dediği Türkleri Hıristiyanlaştırmaya, “sarı irtica” olarak nitelendirdiği masonluk ve Yahudiliğe, “kızıl irtica” olarak değerlendirdiği komünizme karşı mücadeleyi şiar edinmişti.
Dergi cumhuriyetçiliği “dindarlık” kaydıyla benimsediğini ilan etmekte ve hala baskılara maruz kalan Bediüzzaman’ı savunmayı bir görev kabul etmiş görünmektedir. Derginin yazarları arasında Ahmet Hamdi Akseki, Hasan Basri Çantay, Cevat Rıfat Atilhan, Ali Fuat Başgil, Peyami Safa, Ömer Rıza Doğrul gibi isimler bulunmaktaydı.
Dönemin sembolü ise Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” dergisidir. 1943’de yayın hayatına başlayan dergi, Necip Fazıl’ın yazıları nedeniyle zaman zaman kapatılarak varlığını sürdürebilmiştir. Büyük Doğu farklı söylemlerine rağmen, Necip Fazıl’ın talebiyle Menderes tarafından “örtülü ödenek” vasıtasıyla desteklenmiştir.
İlk zamanlarında sanat ve edebiyat ağırlıklı olan ve çok farklı düşünceden yazarlara sayfalarını açan dergi, 1949’dan itibaren dini ve siyasi bir görünüm kazandı. Büyük Doğu bir “aksiyon” dergisi olarak dini yayınların çok az olduğu bu dönemde gençliğin dine yönelmesinde ve İslamcı hareketin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Dergi sık sık kapatılsa da Necip Fazıl şehir şehir dolaşarak verdiği konferanslarla “yeni bir nesil” yetiştirmeye çalışmaktaydı.
Bu dönemin dergilerinden birisi de Nurettin Topçu’nun 1939’da çıkarmaya başladığı “Hareket” mecmuasıdır. Hareket’te din, milliyetçilik ve inkılap üzerine yazılar yayınlanmış hatta bu yönüyle ilk yıllarında tek muhalif yayın olarak faaliyet göstermiştir.
Dergi, Türk milletinin nasıl bir devlet ve toplum yapısına sahip olması gerektiği üzerine yoğunlaşmış ve İslam ahlakı, cemiyet nizamı gibi konulara ağırlık vermiş, milliyetçiliği öne çıkarsa da klasik yaklaşımlardan farklı olarak “Anadolucu milliyetçilik” fikrini benimsemiştir. Derginin güncel siyasi tartışmalardan uzak kaldığı ve herhangi bir siyasi partiye destek vermediği görülmektedir. Ancak dergide ortaya konulan fikirler “elit” seviyede kalmış ve Topçu, İslamcı kesim tarafından “milli kahraman” olarak kabul edilen Kısakürek’in popülerliğini hiçbir zaman yakalayamamıştır.
Rövanşizm
İslamcılık hareketi ilk ortaya çıkışındaki gibi yeniden güçlenirken de bir “tepki hareketi” niteliği taşımaktaydı. Bu tepkiler en başta “CHP, bütün dünyayı yöneten ve Türkiye’nin güçlenmesine engel olan Mason ve Siyonist örgütlere”, bazen de misyoner teşkilatlarına yöneliyordu. Benzer eleştiriler Atatürkçülüğe, laikliğe ve İslam’da reform düşüncesini savunanlara karşı da yapılmaktaydı. İslamcı yazarlar devletin laik karakter yerine dini bir yapı kazanmasını, bu yolla “Türk’ü kökünden koparma” politikalarından vazgeçilmesini amaçlıyorlardı.
Dönemin en önemli figürleri olarak Bediüzzaman ve Necip Fazıl gösterilebilir. Bediüzzaman “iman kurtarma hizmetine” devam edip siyasi mesaj vermemeyi tercih ederken Necip Fazıl, yazdığı eserlerle yeni bir İslamcılık kurgusu yapmıştır.
Dönemin İslamcı yazarlarının önemli bir özellikleri de girdikleri polemiklerdir. Özellikle Necip Fazıl heyecanlı üslubuyla siyaset, tarih ve basın alanlarında çok ağır ifadelere varan suçlamalar yapmıştır. Bu durum tarihî ve fikrî eserlerinin metodoloji ve ilmî disiplinden mahrum olarak yazılmasına yol açsa da bu yayınlar halk nezdinde daha çok kabul görmüştür.
Necip Fazıl, “henüz Türkiye’de gerçek bir tarih yazılmadığından” hareketle yeni bir tarih kurgulamıştır. Ancak bu kurguda bilimsel bir endişe olmayıp kendi ifadesiyle “Öyleyse bu eser bir “tez”, “manifest”, bir dava çerçevesi… Onun içindir ki bu eserde bibliyografya, endeks, fotokopi, vesika adresi gibi (…) ilim üniforması nişanlarından eser aramak yersiz…Anlatılanların hepsi riyazî gerçekler halinde sabit ve apaçık meydandadır”.
Necip Fazıl’ın amacı; bilgi, delil ve içerik itibarıyla problemli olsa da yazdığı eserlerle Abdülhamit’i “müstebit Padişahlıktan Ulu Hakan”, Vahdettin’i “vatan hainliğinden vatan dostu sultan Vahidüddin” yapmak, “Lozan’ı zafer değil hezimet” olarak göstermektir. Çünkü onun hareket noktasının temelinde “inanmıyorum bana öğretilen tarihe” yaklaşımı vardır.
Komünizmle Karşıtlığı
İslamcı yayın organlarının en büyük düşmanlarının başında “din ve namusa düşmanlık yapan” komünizm gelmekte ve bu yönüyle Türk sağıyla aynı noktada birleşmekteydiler. Necip Fazıl bu amaçla “Komünizmle Mücadele Polisi” kurulmasını ve “devletin istediği şahsı durdurup komünist olmadığını ispat etme salahiyetine sahip olmasını” istemişti.
Komünizme karşı mücadele eden ABD ise “dost” olarak algılanmaktadır. Bu yayınlarda ABD’de başkanların İncil üzerine yemin ettikleri, Amerikan toplumunun Ruslar gibi ateist değil “dindar” olduğu vurgulanmaktadır.
Komünizmi tehlike olarak gören Bediüzzaman da “memleket üzerinde Bolşevik baykuşlarının seslerini duyduğunu” ifade etmiştir. Komünizm karşıtlığı İslamcıların zihninde öylesine yer etmiştir ki, bu nedenle Necip Fazıl 12 Eylül darbesini “devlet olmayacak, millet kalmayacaktı” diyerek alkışlamıştır.
Dava, Siyaset, Başyücelik Devleti
Dönemin bir diğer özelliği de siyasi arayışlarıdır. Atilhan tarafından kurulan İslam Demokrasi Partisi kısa bir süre sonra kapatılsa da “siyasal İslam’ın ilk partisi sayılabilecek” bu partinin söylemleri, Sebilürreşad ve Büyük Doğu’nun fikirleri de ilave edilerek daha sonra kurulan Millî Görüş partilerinde devam ettirilmiştir.
Bu dönem, İslamcılığın bir dönüşüm evresi olmuş ve “dava” her şeyin üzerinde görülmeye başlamıştır. Davaya “İslamiyet’i anlatma, inkılâp” gibi anlamlar yüklenmiş hatta Necip Fazıl devrim amacına ulaştığında kurulacak totaliter “Başyücelik Devleti” rejiminin özelliklerini kaleme almıştır.
Bunun yanında İslamcı yayınlarda bugün “üst akıl” olarak ifade edilen “dünyaya nizam veren güçler” kavramının öne çıkmasıyla, Türkiye’deki her olayın arkasında “Yahudilerin, masonların ve dönmelerin olduğu” yaklaşımı kabul görmüş, Türk İslamcılığı ve Türk sağı kendi hatalarını görmek yerine her olumsuzluğu komplolarla açıklamaya başlamıştır.
İslamcılığın sembol ismi Necip Fazıl’ın ideali, Büyük Doğu’yu yıllar sonra Sezai Karakoç’un kurduğu “Diriliş Partisi” gibi bir partiye dönüştürmekti. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmemiş, Necip Fazıl da zaman zaman ilişkileri kötüleşse de önce DP sonra da AP’yi desteklemiştir. Millî Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi’nin kurulmasında etkisi olsa da Necmettin Erbakan’la da yollarını ayıracak ve ömrünün son yıllarında Demirel-Türkeş ikilisine yakınlaşacaktır.
Kaynaklar
M. C. Şahin, “Demokrat Parti Türkiye’sinde Din, Siyaset ve Eğitim İlişkileri”, Toplum Bilimleri Dergisi, 2012, S. 32; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık, İstanbul, İletişim, 2005, C. 6; O. Okay, “Büyük Doğu”, C. 6; “Necip Fazıl Kısakürek”, C. 25; “Hareket”, C. 16; İ. Kara, “Nurettin Topçu”, C. 41; TDV İA; Necip Fazıl Kitabı Sempozyum Tebliğleri, İstanbul, 2015; Y. Aslan, “Bediüzzaman Said Nursi’nin Üçüncü Said Dönemi Eserlerine Göre Risale-i Nur Hizmetinin Muhteva ve Eserleri”, Köprü, 2010, S. 112; E. Erdal, Bediüzzaman Said Nursi’nin Eserlerinde Din-Siyaset İlişkisine Dair Bir İnceleme, MÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul, 2017.