Kuddusi Okkır: Yalanlar, gerçekler

HABER ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN 

Bana göre bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi ideolojik körlük ve kolaycılık.

Eğitim, yaş ve cinsiyet fark etmeksizin yaygın olan ezberci bir anlayış var ve herkes kolayına gelen, ideolojisine uygun olan veya zihin konforunu bozmayan ezberleri tekrar ederek yaşamayı tercih ediyor.

Biraz okuyan bile’ en fazla başlıklara bakıp işin doğrusu, gerçeği neymiş araştırmıyor.

Bu durum her alanda geçerli.

‘OH OLSUNCULAR’ VE ‘AMA SİZ DE’CİLER

Bahsettiğim ideolojik körlük ve kolaycılığın en somut örneklerinden birisi Kuddusi Okkır olayında yaşanıyor.

Ergenekon Operasyonları kapsamında tutuklanan, cezaevindeyken kanser olup tahliye olduktan kısa bir süre sonra hayatını kaybeden Okkır’ın trajik hikayesi üzerinden insafsız bir istismar ve intikam kampanyası yapılıyor.

Üstelik bu ahlaksız kampanya yıllardır devam ediyor.

Düşünün…

8 yaşında melek gibi bir çocuk, Ahmet Burhan Ataç kanser olmuş. Babası tutuklu, annesine yurt dışı yasağı konmuş.

Tedaviye gitmesi engellendi. Kamuoyu baskısıyla yasak kalktığında çok geç olmuştu ve Ahmet’i kaybettik.

Bu trajik hikayede bile “oh olsun”cular ile “ama siz de”ciler hep bir ağızdan “Kuddusi Okkır’a yaptıklarınız…” diye tempo tuttular.

Aynı koro Erdoğan rejiminin işkenceyle öldürüp daha sonra pardon diyerek görevine iade ettiği öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun ölüm haberine bile alkış tuttu.

Gazeteci Mevlüt Öztaş’a, yönetmen Fatih Terzioğlu’na, öğretmen Halime Gülsü’ya ve sayamayacağımız kadar çok ölüme aynı tepki verildi.

Oysa ki “oh olsun” diyerek Erdoğan rejiminin zulümlerine alkış tutanların çoğu bugünkü zulümlerin ortağı.

Bazılarının konudan haberi bile yok ama ideolojik saplantıları o kadar derin ki ‘gerçekte ne olmuş’ araştırma ihtiyacı bile hissetmiyorlar.

Okkır hakkında Türkiye Barolar Birliği ve Türk Tabipler Birliği raporları okunabilir.

İşte bu yazıda Okkır ezberlerine yakından bakacağız. Çünkü gerçekler size ezberletilenlerden çok farklı.

Gerçekte ne Kuddusi Okkır’a “Ergenekon’un Kasası” suçlaması var ne de Okkır’ı tahliye etmeyenler iddia edildiği gibi Cemaatçi hakimler.

Aksine tutukluluğun devamına karar veren hakimlerin çoğunluğu hala görevde.

OKKIR KİM VE NEDEN TUTUKLANDI?

Kuddusi Okkır, Ümraniye Soruşturması sonucu 20 Haziran 2007’de tutuklandı. Okkır tutuklandığında soruşturma Ümraniye’de bulunan el bombaları nedeniyle Ümraniye Soruşturması olarak kayıtlıydı. Operasyonun adı Veli Küçük’lerin tutuklanması sonrası Ergenekon oldu.

Tutuklanmaya giden süreci ise hem Danıştay baskını hem de Ümraniye’de bulunan bombalarla alakalı olduğu iddiasıyla tutuklanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in verdiği ifade başlatıyor.

Tekin kendisinde çıkan ve içeriği itibariyle suç oluşturduğu iddia edilen bazı belgeleri Kuddusi Okkır’dan aldığını söylüyor.

Tekin’in ifadeleri üzerine Okkır’ın evinde ve ofisinde arama yapılıyor. Okkır’ın evinde yapılan aramada “Devletin Yeniden Yapılandırılması için Öneriler (Master Plan Ön Çalışması)” isimli belge bulunuyor.

Belge devleti yeniden dizayn etme ve özellikle yargı, polis ve askeriyede hedeflenen illegal yapılanmayı anlatıyor. Ayrıca Okkır’ın e-maillerinde yer alan örgütsel dokümanlar, Kilise’de çektiği fotoğraflar soruşturmada önemli bir yer tuttu.

Hatta bu yüzden hem Tekin hem de Okkır’ın örgütün tepkisini çektiği biliniyor.

Nitekim Veli Küçük gazeteci Saygı Öztürk’e verdiği röportajda Muzaffer Tekin’e ‘adam gibi intihar et’ çağrısı dahi yapmıştı.

CEZAEVİNE SAĞLAM GİRİYOR

Gelelim cezaevi aşamasına.

Kuddusi Okkır tutuklandıktan sonra Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ne konuyor.

23 Haziran 2007’de tutuklandığında belirgin bir rahatsızlığı yok.

Bu aşamada şu evrensel kuralın altını kalın çizgilerle çizmek lazım: Cezaevindeki birisinin can güvenliği devlete emanettir ve başına gelecek her şeyden bizzat devlet sorumludur.

Dolayısıyla elimizde başka veri olmasa bile Okkır’ın trajik ölümünden AKP iktidarı sorumludur. Kaldı ki veriler Okkır’ın ölümünde cezaevi, Tekirdağ ve İstanbul’daki hastaneler ve mahkeme sürecinde hatalı davranıldığını teyit ediyor.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi revir kayıtlarına göre Kuddusi Okkır 23 Haziran 2007 ile 15 Mart 2008 arasında prostat, diş ve solunum sistemi rahatsızlıkları nedeniyle birçok kez tedavi olmuş ve olağandışı bir sağlık sıkıntısı bulunmamış.

15 Mart’tan sonra şikayetleri artmaya başlıyor.

17 Mart 2008’de mide ve solunum şikayetiyle Tekirdağ Devlet Hastanesi’ne sevk ediliyor.

Ancak doktorlar ayakta tedavi edip cezaevine geri yolluyorlar. Okkır, 8 Nisan’da şikayetlerinin arttığını söyleyerek cezaevi revirine çıkıyor.

Muayene eden doktor Okkır’ın Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak Okkır’ın kendisi hastaneye sevk edilmek istemiyor.

Fakat doktor Okkır’ın itirazına rağmen sevki gerçekleştiriyor.

SKANDALLAR ZİNCİRİ BAŞLIYOR

Kuddusi Okkır gözaltı fotoğrafı

Tekirdağ Devlet Hastanesi’ne sevk edilen Okkır’a major depresyon ve zatürre teşhisi konuyor.

Ancak doktorlar yatarak tedavi yapmıyorlar.

Cezaevine geri yollanan Okkır’la ilgili 14 Nisan’da ‘yatarak tedavi edilmeli’ önerisi olmasına rağmen yatış yapılmıyor.

Okkır’ın ölümüyle ilgili rapor hazırlayan Türk Tabipler Birliği’nin inceleme raporuna göre Okkır’la ilgili ilk ihmal burada yapıldı. Rapora göre “yataklı tedavisi yapılması gereken hastaya bu imkan tanınmamıştır.”

18 Nisan’a gelindiğinde Okkır Tekirdağ Devlet Hastanesi üzerinden Bakırköy Dr. Mazhar Osman Eğitim Araştırma Hastanesi’ne sevk ediliyor.

Türk Tabibler Birliği’nin raporuna göre burada da ciddi bir hata yapılıyor.

Raporda yer alan ifade şöyle: “Major Depresyon ve Pnomoni (Zatürre) gibi tıp mesleği kurallarına göre yataklı  tedavisi yapılması gerekirken hastanın muayene ve tedavisinin yüzeysel olarak yapılması, aynı şekilde tespit edilen hastalığın tedavisi amacıyla doğru bir birime gönderilmesi gerekirken Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları hastanesine gönderilmiş olması ağır bir meslek kusuru olarak değerlendirilmelidir.”

Bu aşamada Okkır’ın ölümüyle ilgili inceleme yapan Türkiye Barolar Birliği’nin raporuna bakalım.

Tabipler Birliği gibi Barolar Birliği’de heyet oluşturup Okkır’ın ölümünü araştırdı.

TBB raporuna göre hastanın sağlık hizmetlerine erişimi ve tedavisinin engellenmesinde idarenin kusuru var.

Tekirdağ Tabip Odası Bilirkişi raporunda ise, “hastanın sevk edildiği Tekirdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Tekirdağ Devlet Hastanesi’nin Mahkum Koğuşu’nun Okkır’ın tedavisi için yetersiz olduğu ve bu nedenle uzman hekimlerin hastanın yatarak tedavisi seçeneğinden imtina ettikleri, tanıların doğrulanması yoluna gidilmediği, hastanın öntanı aşamasında bırakıldığı ve bu durumun tekrarla sürdürüldüğü tespit edilmiş; hastanın tıbbi standartlar çerçevesinde takip, konsültasyon, tetkik ve tedavisinin yapılmaması nedeniyle ilgili hekimler hakkında Tekirdağ Tabip Odası Onur Kurulu’nca tıbbi uygulamalarının değerlendirilmesi amacı ile bir soruşturma başlatılması için yeterince makul ihmal şüphesi bulunduğu kanaatine varılmıştır” deniyor.

İHMAL ZİNCİRİ BAKIRKÖY’DE DE DEVAM EDİYOR

Kuddusi Okkır’ın tedavisi 18 Nisan 2008’den itibaren Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde başlıyor.

Okkır bu hastaneye toplamda 3 kez sevk ediliyor.

Tabipler Birliği’nin raporuna göre ihmaller zinciri burada da devam ediyor ve yatarak tedavi edilmesi gereken Okkır’ın üç kez sevki yapılıyor.

TTB’ye göre hekimler tedaviden kaçarak görevi ihmal suçu işliyorlar.

Kuddusi Okkır’ın hastaneler ve cezaevi arasında dolaştırılması 29 Nisan tarihiyle Haseki Hastanesi’nde devam ediyor.

29 Nisan ve 7 Mayıs 2008 tarihleri arasında iki kez yoğun bakım gereksinimiyle Haseki’ye sevk ediliyor.

Ancak bu hastaneye gece 24 sularında getiriliyor.

Böbrek yetmezliği nedeniyle yatışı yapılması gereken Okkır Bayrampaşa Devlet Hastanesi’ne gönderilmek üzere cezaevine geri götürülüyor.

Gerek TTB gerekse de TBB raporları hastaya ileri tetkikler yapılmamış olmasını meslek kusuru olarak kayda geçiriyor.

Şu ifadeler bilirkişi raporlarından: “Yanında refakatçisi olmayan, konuşamayan, ayakta duramayan hastanın klinik öyküsünü, örneğin gaita ve idrar inkontinansı (gaita ve idrar kaçırma) gibi ciddi bulgularını yansıtan tıbbi belgeleri yeterli düzeyde düzenlememeleri de hastanın gerçek durumunun ortaya çıkması şansını kaçırmasına neden olmuştur. Kesin endikasyonu bulunmasına rağmen hastaya gerekli tetkiklerin yapılmamış olması erken teşhis ve tedavi şansını engellemiştir.”

Okkır’ın cezaevi ve hastaneler arasında dolaştırılmasına dair raporlarda daha detaylı ayrıntılar var.

Ancak sonuç ve özet olarak Okkır’ın tedaviye erişimi engellenmiş. Bayrampaşa, Bakırköy, Haseki ve Tekirdağ Devlet Hastaneleri’nde zincirleme ihmaller yapılmış.

Olayı daha da trajik hale getiren Okkır’ın hastaneler arasında dolaştırıldığı sürede avukatı ve yakınlarına bilgi verilmemiş.

TBB raporu ayrıca aile adına konuyu takip eden müdafinin  çabalarının yetersiz olduğuna da dikkat çekiyor.

‘HASTANE: İYİ… CEZAEVİ: KABUL EDİLEMEYECEK KADAR KÖTÜ’

8 Mayıs 2008’e gelindiğinde ise skandal bir olay yaşanıyor.

Okkır’ın tedavisi 50 yataklı mahkum bölümü içerdiği için Bayrampaşa Devlet Hastanesi’nde devam ediyor.

Ancak bu hastanede hastanın ön planda olan solunum problemleri görevli doktor tarafından teşhis edilemiyor.

Öyle ki ilgili doktor 8 Mayıs 2008’de ‘hastanın genel durumunda yaşanan iyileşme’ raporuyla cezaevine geri yolluyor.

Kuddusi Okkır iddianamesine ret - Haberler Milliyet

Fakat Okkır cezaevine geri götürüldüğünde cezaevi doktoru ‘hastanın yatarak tedavi edilmesi gerekir’ diyerek Trakya Üniversitesi Tıp  Fakültesi Hastanesi’ne sevk ediyor.

Burada yapılan hatalı işlemler gerek Türkiye Barolar Birliği gerekse de Türk Tabipler Birliği raporlarında detaylı şekilde anlatılıyor. İlgili bilirkişi raporlarına göre doktorlar hakkında görevleri ihmal ettiler.

9 Mayıs 2008’de Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yatırılan Okkır’a burada bir dizi tedavi uygulanıyor ancak 6 Temmuz 2008’de hayatını kaybediyor.

NEREDEN ÇIKTI BU KASA İDDİASI?

Okkır ile ilgili ortaya atılan temel iddialardan birisi ‘örgütün kasası olduğu’ söylemi.

Bu iddiaya dair detaylara geçmeden şunun altını çizmekte fayda var. İddiayı ortaya atanların ‘Okkır neden öldü’ diye bir derdi yok. O kadar silahı, eylem planını, planı programı Okkır’ın ölümünün ardına saklayarak kendilerini temize çekiyorlar.

Okkır cezaevi ve hastaneler arasında dolaştırılırken mahkemelerde neler olduğuna bakalım.

Öncelikle yanlış bilinen, üzerinde algı operasyonları yapılan bazı konulara dair resmi evraklarda neler var görelim.

Kuddusi Okkır’ın ‘örgütün kasası’ olduğu iddiası yıllardır tekrar ediliyor.

Okkır’ın trajik ölümü üzerine yapılan algı operasyonlarının temel argümanlarından birisi bu: “Örgütün kasası dediğiniz adamın cenazesini belediye kaldırdı.”

Bu ifadeyle anlatılmak istenen şu: Ergenekon soruşturmasını yürüten polis ve savcılar Kuddusi Okkır’ı örgütün kasası olmakla itham ettiler, gözaltına aldılar ve tutukladılar. Fakat suçlamanın saçmalığına bakın ki kasa denen adamın cenazesini belediye kaldırdı.

Kabul etmek gerekir ki çok çarpıcı bir söylem.

Ancak gerçekler öyle değil. Çünkü ne poliste ne de savcılık aşamasında ne de mahkemede Okkır’a ‘örgütün kasası’ olduğu yönünde bir suçlama yok. Hatta hiçbir belgede geçmiyor.

Peki nereden çıktı bu ‘kasa’ söylemi.

Bu aşamada 2 Mart 2009 tarihli 58. celse tutanaklarına bakalım. Savcı Nihat Taşkın sanıklardan Hüseyin Görüm’ü sorguluyor.

‘Kasa’ ile ilgili şu bölümü aynen alıyorum: “Kuddusi Okkır’a kasa diyorlar sevgili reisim ne kasası ya Kuddusi Okkır’ı hepsi biliyor bir tane şeyi vardı işi hobisiydi yani hep fotoğraf çeker hatta bir gün şaka yollu dedik ya kardeşim dedim ben söyledim onu da bu fotoğraflar dedim bak dedim ne adamaları çekiyorsun dedim hepsi şekilli ağabeyler sonradan çıktı bu fotoğraflar herkes diyor ki işte fotoğraf şey Kuddusi Okkır kasa kasa o kasılık mevzusuda ne biliyor musun reisim bir gün şöyle oturuyoruz İsmail Paker ile oturuyoruz Kuddusi Okkır’da geldi şeyde vardı İbrahim Özcan’da vardı Kuddusi Okkır böyle şey ya işadamı falan boya ithal boyalar filan, inşaat malzemeleri filan o tür işlerle uğraşıyor dedim ki ya Kuddusi Abi bak bir dünya dedim şey insanlarda tanıdın dedim yarın bir gün dedim çok zengin olursun inşallah dedim bize de dedim kasalık yaparsın dedim  benim söylediğim kasa kelimesi orda bilen bi ben varım, bir İsmail Paker var, birde İbrahim Özcan var ulan baktık ki kardeşim her yerde kasa yakalandı kasa gitti, kasa geldi bilmem ne oldu yok kasa masa değil sayın reisim.”

Binlerce sayfalık soruşturma ve mahkeme evraklarında Okkır’ın kasa olduğuna dair tek veri bu. O da sanıkların kendi aralarında yaptıkları şakadan dolaşıma girmiş.

Yine mahkeme tutanaklarından devam edelim: 2 Ağustos 2011. 22. celse.

Okkır’ın ‘örgütün kasası olduğu’ söyleminin sanık avukatlarından Cahit Karataş tekrar ediyor.

Bu aşamada mahkeme evraklarından aynen aktarıyorum:

Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Cahit Karataş: …….Size Kuddusi Okkır örneğini hatırlatmak isterim. Adamı örgütün kasası yaptınız adam kanserden Edirne’de hayata gözlerini yumdu cenazesini belediye kaldırdı. Güya bu adam örgütün kasasıydı. Artık adamdan bir özür dileme şansınızda yok.”

Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu: “Avukat Bey o bilgiyi nerden alıyorsunuz örgütün kasası?”

Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Cahit Karataş: “İddianameden.”

Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu: “Bir gösterir misiniz yerini?”

Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Cahit Karataş: “Yanımda yok gösteririm celse arasında gösteririm Hakim bey.”

Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu: “Hemen şimdi iddianameyi inceleme izni veriyoruz size. Kontrol F ile arayın bulun bakalım.”

Mahkeme Başkanı (Köksal Şengün): “İddianamede öyle bir kayıt yok bildiğim kadarıyla Avukat Bey.”

Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Cahit Karataş: “Ben size gösteririm efendim bulacağım göstereceğim.

Mahkeme Başkanı: “Yani Kuddusi Okkır’ın.”

Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu: “İddianameden bulun memnun oluruz şu anda da izin veriyoruz yani bakabilirsiniz isterseniz 1 saat….”

Mahkeme Başkanı: “Yani söylüyorsunuz, itham ediyorsunuz, mahkememizi töhmet altında bırakıyorsunuz da o yüzden bunları söylemek zorundayız.”

Bu diyalogu aynen aldım çünkü Okkır’a yönelik ‘kasa suçlaması’ ne fezlekede ne iddianamede ne de başka bir yerde var.

OKKIR’IN TAHLİYE SÜRECİNDE NELER OLDU?

Gelelim işin bamteline.

İlk iki bölümde anlattığım gibi. Okkır sağlam girdiği cezaevinden ölüm döşeğinde çıktı.

Ancak bu durumun temel sorumlusu Türkiye Barolar Birliği ve Türk Tabipler Birliği raporlarında da açıkça görülebileceği gibi sanığın tedaviye ulaşamaması.

Eğer hastalığın başlangıç aşamasında doğru teşhis konabilse gerekli tedaviler yapılsa idi farklı bir tablo ile karşılaşılabilirdi.

Peki Okkır hastane hastane gezdirilirken işin mahkeme boyutunda neler yaşandı?

Cezaevindeki bir çok sanık sağlık durumunu gerekçe göstererek tahliye talep ediyor. Bu talebi alan hakim mazeretin doğru olup olmadığını araştırır ve çoğunlukla da ciddi bir durum varsa Adli Tıp Raporu ister.

Kuddusi Okkır olayında da aynısı olmuş. Okkır’ın adli tıp raporu geldiğinde tahliyesi yapılmış.

Tahliye kararını veren isim ise Ergenekon hakimlerinden Sedat Sami Haşıloğlu. Hakim Haşıloğlu ‘Cemaat iltisakı’ iddiasıyla 15 Temmuz sonrası açığa alındı. Okkır üzerinden algı operasyonu yapanlar Haşıloğlu’nun tahliye kararını veren hakim olduğunu gözden kaçırıp aynı hakimin adli tıp raporu gelmeden verdiği tutukluluğun devamı yönündeki kararını öne çıkartıyorlar.

Şimdi gelin tutukluluğun devamı kararlarına imza atan hakimlere tek tek bakalım.

Ancak bu aşamada şu notu düşeyim:

Metin Feyzioğlu başkanlığındaki Türkiye Barolar Birliği raporunda açıkça çarpıtma yapılmış.

Çünkü Okkır ile ilgili taleplere 9, 10, 11 ve 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nden farklı hakimler bakmasına rağmen TBB raporu “tahliye taleplerinin yargılandığı 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ret edildiği” ifadesine yer veriyor.

Cemaatçi hakimler tahliye etmedi’ algısına hizmet etmek için üretilen bu söylem sık sık tekrar edilmiş.

Oysa ki Okkır’ın tahliye taleplerini değerlendiren hakimlerin çoğunluğu hala görevde.

O dönem usul şöyleydi:

CMK 250. madde ile ilgili yetkili mahkemelerde her hafta bir hakim nöbetçi kalıp tutuklama, arama, el koyma ve takip kararlarına bakıyordu.

Yasa hükmü gereği de bu hakimin kararlarına karşı mensubu olduğu mahkeme heyetinin diğer üç hakimi nezdinde itiraz ediliyordu.

Diyelim ki nöbetçi hakim tutukluluk incelemesinde tutukluluk halinin devamına karar verirse aynı mahkemelerde itiraz yapılıyor.

Okkır olayında da bu prosedür devam etti.

Bu arada söz konusu mahkemelerin başında Ergenekoncuların  sempatiyle baktığı, Havuz medyasının çarşaf çarşaf röportajlar yaptığı Köksal Şengün, Zafer Başkurt, Şeref Akçay, Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu gibi hakimler vardı.

Şimdi tek tek tutukluluk incelemelerine bakalım;

1: Okkır’ın tutuklandığı 23 Haziran 2007 tarihli duruşmanın hakimi İdris Asan’dı. 15 Temmuz sonrası ‘Cemaat iltisakı’ gerekçesiyle ihraç edildi.

2: 16 Temmuz 2007 tutukluluk incelemesi. Hakim Metin Özçelik. Tutukluluğun devamı karar veriliyor. Özçelik 15 Temmuz sonrası ihraç edildi.

3: 17 Ağustos 2007. Hakim Oktay Açar. Tutukluluğun devamı kararı veriyor. Hala görevde. En son Enis Berberoğlu dosyasına baktı.

4: 10 Ekim 2007. Hakim Selda Kutluata. Tutukluluğa devam kararı veriyor. 15 Temmuz sonrası göreve devam ediyor. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi Üyesi oluyor.

5: 9 Kasım 2007. Hakim Kemal Can. Tutukluluk devam. 15 Temmuz sonrası görevine devam ediyor.

6: 8 Aralık 2007. Hakim Metin Özçelik. Tutukluluğun devamı. İhraç, tutuklu hakim.

7: 4 Ocak 2008. Hakim Bülent Akasma. Tutukluluğun devamı. 15 Temmuz’dan sonra göreve devam ediyor, Bakırköy’e Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak atanıyor.

8: 6 Şubat 2008. Hakim Fevziye Bacak. Tutukluluk devam kararı. Göreve devam ediyor. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi üyesi yapıldı.

9: 25 Şubat 2008. Hakim Oktay Açar. Tutukluluk devam kararı. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olarak devam etti.

10: 23 Mart 2008.  Hakim Metin Özçelik. Tutukluluk devam kararı. İhraç-tutuklu hakim.

11: 18 Nisan 2008. Hakim Ahmet Civelek. Tutukluluk devam kararı. 15 Temmuz sonrası görevde ve bölge idare mahkemesinde daire başkanı.

12: 9 Mayıs 2008. Hakim Sedat Sami Haşıloğlu. Okkır’ın ‘iyileşti’ denilerek cezaevine geri gönderildiği günün ertesi. Tutukluluk halinin devamı kararı veriliyor.

13: 16 Mayıs 2008 Hakim İdris Asan. Tutukluluk devamı kararı. İhraç edilmiş hakim.

14: 13 Haziran 2008 Hakim Kemal Can, tutukluluk devam kararı. 15 Temmuz sonrası görevde ve halen Küçükçekmece’de hakim.

15: Son tutukluluk incelemesi ise ‘Cemaatçi’ olduğu iddiasıyla ihraç edilen Sedat Sami Haşıloğlu tarafından 1 Temmuz 2008’de yapılıyor. Hakim Haşıloğlu, Okkır’ın sağlık raporu gelince tahliyesi yönünde karar veriyor.

Bu arada edindiğim bilgilere göre dönemin savcısı Okkır’ın sağlık sorununun ciddi olduğu yönündeki bilgi üzerine hastaneyi arayıp durumu teyit ediyor. Ardından da mahkemeye tahliyesi yönünde görüş yazıyor.

Sonuç olarak, Okkır’ın tahliye taleplerine 8 ayrı hakim bakıyor ve bu 8 isimden 5’i 15 Temmuz’dan sonra da görevine devam ediyor.

Malum olduğu üzere 15 Temmuz akşamı yaşanan tuhaf darbe girişiminin ilk saatlerinde 4 bin 238 hakim ve savcı görevlerinden açığa alınmıştı.

Daha neyin ne olduğu bile belli değilken 4500’e yakın hakim savcının açığa alınıp haklarında tutuklama kararının verilmesi bu işlemin uzun zaman önce başlatılan fişlemelere dayandığını ortaya çıkmıştı.

Yani Okkır’ın tahliye başvurularını karara bağlayan 8 hakimden 5’inin Cemaat iltisakı bulunamamış.

Tahliye yönünde karar veren hakim ise Cemaatle iltisaklı denilerek ihraç edilmiş.

Yani Okkır’ı, “Kanser raporuna rağmen Cemaatçi hakimler tahliye etmedi” söylemi yalan.

Gerçi “Okkır’ı Cemaatçi hakimler tahliye etmedi” söylemini dile getirenlerin gerçeği araştırmak gibi bir niyeti olmadı.

Bütün yargılama sürecine şahit oldukları halde tahliye etmeyen hakimlerden bir kısmını saklayıp sadece hedefe koydukları ismi söylediler.

AKP’YE GÖRE OKKIR’IN ÖLÜMÜ NORMALMİŞ

Okkır’ın ölümü üzerinden siyasi rant elde etmek isteyenlerin gözden kaçırdığı diğer nokta hükümete bakan boyutu.

Okkır’ın ölümünden sorumlu olanlar bugün yeni ölümlere neden oluyor ancak suçun siyasi boyutu ısrarla gözden kaçırılıyor. AKP ise ölümleri üzerinden rant devşirmeye devam ediyor.

Olaya yaklaşımları o zaman da farklı değildi. Okkır’ın ölümü üzerine konu TBMM’ye taşındığında hükümetten ilginç bir cevap gelmişti.

Dönemin AKP milletvekili ve Meclis Adalet Komisyonu Başkanvekili Hakkı Köylü ölümü normal sayarak “Dışarıdaki insanlar da ölüyor” dedi.

Okkır tutuklandığında kimin nerede olduğuna ve bugün ne yaptığına da bakalım:

Başbakan Tayyip Erdoğan’dı. Şimdi Başkan.

Okkır tutuklandığında Dönemin Adalet Bakanı Fahri Kasırga’ydı. Şimdi Saray’da.

Okkır hastane hastane gezdirilirken Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’di.

Şimdi Saray’da Yüksek İstişare Kurulu üyesi.

Ancak bu isimler gündeme getirilmiyor bile.

GERÇEKLERİ ÖĞRENMEK AĞIR GELEBİLİR

-Kuddusi Okkır’ın hastalığı ve ölümü arasında geçen sürede ağır tıbbi kusurlar var. Bu durum Tabibler Birliği ve Barolar Birliği raporları ile sabit

Örgütün kasası suçlaması hiçbir metinde yok. Bu iddia bizzat sanıkların kendi aralarında yaptıkları şakadan çıkmış.

Kuddusi Okkır’ı Zekeriya Öz başta olmak üzere ‘Cemaatçi savcılar-hakimler’ serbest bıraktırmadı tezi de mahkeme kayıtlarıyla çürüyor.

Çünkü Okkır’a tahliye kararı veren hakim 15 Temmuz sonrası ihraç edildi.

Dahası Okkır’a tahliye vermeyen hakimlerin çoğu 15 Temmuz’dan sonra da görevde kaldılar.

Bu detayları görmezden gelenlerin hakikat arayışı içinde olmadıklarını söylemeliyim.

Kaldı ki Okkır ile ilgili adli tıp raporu mahkemeye ulaştığı gün tahliye kararı çıkmış. Tahliyeyi engellediği söyleyen savcı telefon trafiğine dahil oluyor ve kanser bilgisi alınınca tahliye yönünde görüş bildiriyor.

Gerçekleri öğrenmek ağır gelebilir ama Okkır’ın hikayesi böyle. Bu aşamada sorulması gereken temel soru ise şu olmalı:

Kuddusi Okkır tirajik bir şekilde hayatını kaybetti. Yapılması gereken şey bu ölümde ihmali olanlardan hesap sormak ve aynı trajedinin yaşanmaması için tedbir almak olmalıydı.

Ancak ihmallerin hesabı sorulmadığı gibi yeni ölümlerin önünü alacak tedbirler de alınmadı.

Nitekim son dönemde cezaevinden çıkan tabutlar bırakın tedbiri Okkır’ın maruz kaldığı muamelenin kat be katına başkalarının maruz kaldığını gösteriyor.

Okkır’ın ölümü üzerinden siyasi rant elde etme çabasında olanların yaşanan mağduriyetlere ses çıkarmaması da ayrıca sorgulanmalı. Dahası Okkır üzerinden Ergenekon operasyonunu boşa çıkarmaya çalışanlarla AKP kol kola yürüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Tümünü okudum…

    Ahmet Hakan da okusa, sonra vicdanı ile başbaşa kalsa…
    Yinede ama onlarda…dermi???

    Der çünkü vicdanı makyavelistleşmiş, tıpkı diğer tümü gibi….

  2. Seni bütün ruhu canımla tebrik ediyorum.iğne ile kuyu kazarak hakikati ortaya çıkarmışsın.Tava tencere çalarak müşrikler gibi hakkın sesini kısmak isteyenler bir yere kadar…

  3. Kaleminize sağlık. Ezberi bozan yazı olmuş. Yazdıklarınızı sürekli takip ediyorum. Sağolasınız, varolasınız. Gerçekleri daha da çok gün yüzüne çıkarmanız dileğiyle…

  4. Adem Yavuz Aslan, yazınız bu devletin kuruluşundan hatta Neo-Bizans olan Ottoman devletinin kuruluşundan beri bilinenin (malûmun) ilâmı mahiyetinde. İşin çile çekme cephesinde bulunan müzmin mazlumlar (Kürdler, Alevîler, sosyalistler-devrimciler, ezilen sınıflar, farklı cınsel tercih sahipleri, tanrıtanımazlar vs, son 4 senedir de Gülenistler’i buna eklemek mümkün) için bu yazdıklarınız sürpriz değil, onlar zatten bu iğneli fıçıdan dışarı çıkma, hatta başını çıkarma şansı olmayanlar. ANF’e 2015 Ekim’inde verdiğim röportajda RTE’nın tâ baştan beri psikiyatrinin konusu olduğunu ve çoklu kişilik bozukluğuyla malûl olduğunu söyledim. Bir arızalı kafanın 84 milyon nüfuslu bir ülkede sultan olması bugünün (2021) koşullarında o adamın veya onun hükûmetinin ayıbı olmaktan ziyade bu şahsı ve avanesini orada tutan toplumun cehaleti, ferasetsizliği, deli ve çok olumsuz sonuçlara yol açan kör tarafgirliğidir. 24 yıldır sürgünde yaşayan bir psikiyatr olarak çok kısa olarak bunları söyleyebilirim. Başarılar diliyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin