Küçük despotluktan büyük diktatörlüğe

Yorum | Emine Eroğlu

Bediüzzaman’ın Ramazan Risalesi’nde naklettiği bir hadis-i şerif’te, Allah nefsi yaratır ve ona sorar:
“Sen kimsin, Ben kimim?”
Nefsin cevabı nettir: “Ben benim, Sen de sensin.”

Allah, bu kez nefse türlü türlü azaplarlar çektirir. Cehenneme atar ve aynı soruyu yine sorar. Nefsin cevabı değişmez.
“Ene ene, ente ente.”
Hangi tür azabı görse enaniyetinden vazgeçmez.

En nihayetinde Allah, nefsi aç bırakır ve sorusunu yineler:
Nefis, bu kez yola gelmiştir. “Sen benim Rahim Rabbimsin. Bense Senin aciz bir kulunum.” diye cevap verir…
Görünen o ki nefis Rabbini tanımak istemiyor. Müstakil olmak, keyfince hareket etmek istiyor.
Ramazan-ı Şerif orucu öyle olağanüstü, mucizevi bir iksir ki, hiçbir şeyin nefis üzerinde icra edemediği tesiri icra ediyor ve nefsin firavunluk cephesine darbe vuruyor. Tozunu alır gibi kibrini alıyor. Aczini, zaafını, fakrını gösteriyor, kul olduğunu bildiriyor. Yalandan, gıybetten, iftiradan, kinden, nefretten, hasetten geri çekiyor. Çekmezse bütün bütün rahmetten kovup uzaklaştırıyor:

“Cebrail (as) geldi ve ‘Ramazan’a yetişmiş, Ramazan’ı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o!’ dedi, ben de ‘amin’ dedim.” diye buyuruyor Efendimiz (sav).

NEFSİN KIRALLIĞI

Hadis-i şerif, açlığın insan mahiyetindeki tesirine vurgu yaparken nefsin cibilliyeti hakkında da önemli bir bilgiyi deşifre ediyor: Nefis küçük bir despot.
Fakat onun despotluğu “Ben benim”le sınırlı kalmıyor. İrade ve duyguların hakimiyetini ele geçirir geçirmez genişlemeye ve etrafındaki her şeyi “sen de benimsin” diyerek yutmaya başlıyor.

Göz hizasından baksa hemcinslerine duyacağı şefkat, büyüklendiği için tahakküme dönüşüyor. Okulda arkadaşları, evlendiğinde eşi, çocukları, işyerinde emri altında çalışanlar üzerinde baskı kurup önce kendi küçük krallığını ilan ediyor, sonra da onu genişletmenin yollarını arıyor.

Ortam elverişli ise o küçük despot büyük bir diktatör olmaya doğru adım adım, bazen de koşarak, ilerliyor. “Ben olmazsam siz de olmazsınız, efendiniz, kurtarıcınız benim” diyor.

KİTLELERİN KÖLELEŞTİRİLMESİ

Hadis-i şerifin işaret ettiği çok ince bir sır daha var ki, fevkalade önemli; nefsin suistimale, yani başkalarının peylemesine açık oluşu.
Akılları ile çocuk, şehvetleri ile hayvan, kibirleri ile Karun, cehaletleri ile Hâman; talepleri ile muhteris, kabiliyetleri ile kifayetsiz, azgın ve sapkın kitlelerin açlıkla köleleştirilebileceği.
Mide doyuyor en nihayetinde, ama kalp tatmin olmamışsa göz doymuyor. Tamah, Allah’a değil, dünyayı vadedene “Sen benim Rabbimsin ben de Senin kulunum” dedirtiyor. Hangi asırda olursanız olun, dünya için ahireti, menfaat için ahlaki değerleri feda edenleri alıp karanlık bir zamana fırlatıyor. Bedevi kavimlerin arasına katıp, puta tapanlarla yan yana hizalıyor.
Asıl kıyametse “Ben sizin efendinizim.” diyen despotlarla, “Karnımı doyuran efendimdir.” diyen köle ruhlu kalabalıkların buluşmasıyla kopuyor. Halkların zilleti, muktedirlerin kibir ve tahakkümünü besliyor. Aralarındaki uyum, onları bir zulüm makinesine dönüştürüyor.

Doyması olmadığı için durması da olmayan, şerri sürekli yeniden üretip dolaşıma sokan büyük ve günahkâr bir bedene.

YED-İ BEYZA

Bir de bu zulüm şahs-ı manevisinin Müslüman bir toplumdan evrildiğini düşünün!..
İşte, 1960 yılının Kadir Gecesi’nde, Urfa’da ruhunun ufkuna yürüyen Bediüzzaman’ın vefatından 40 yıl evvel gaybi işaretlerle dolu ed Dâî (Duacı) isimli şiirinde haber verdiği büyük yıkım. Kendi yıkılmış mezar taşının dahi ağlayacağını söylediği İslam’ın hüsranı. Fakat aynı şiirde fısıldadığı bir sır daha var Hazreti Pîr’in: İstikbal semalarının “yed-i beyza-yı İslam”a teslim olacağı ümidi.
Yed-i beyza, Hazreti Musa’nın nurefşan eli. Firavun karşısında gösterdiği mucize. Hazreti Mûsâ, ailesiyle birlikte Medyen’den dönerken dağda gördüğü ateşe yaklaşır. Allah ona hitap eder ve kendisini elçi olarak seçtiğini bildirir. Ardından elindeki asâyı yere atmasını ister ve asâ yılana dönüşür.
Daha sonra elini koynuna sokmasını, onu çıkardığında kusursuz bembeyaz olacağını haber verir.
“Bu iki şey, senin Rabbin tarafından Firavun’a ve onun çevresindeki seçkinlere gönderilen bir elçi olduğunu gösteren alâmetlerdir” der. (Tâhâ 22; Neml 12)
Ayet, tüm asırların firavunlarına ve nefs-i emmare toplumlarına karşı inanan insanlara iki yöntem öneriyor. İlki sihirbazların oyunlarını bozacak, bütün yaldızlı yalanları yok edecek bir “hakikat asâsı”. İkincisi de “yed-i beyza.” Yani harama uzanmamış bir elin aydınlığı.
Asa-yı Musa inancın dönüştürücü gücüyse yed-i beyza ahlakın ışıltısı. Hakkı batıla karıştırmamışlık. Katışıksızlık, bulaşıksızlık, duruluk. Göz kamaştıran bir istikamet. Heder edilmemiş istidat ve kabiliyetlerle kat edilecek yürek mesafesi. Dünyanın her yanına uzanan iyilik eli. Yaşatma sevdası…
Bediüzzaman’ın istikbal semasının İslam’a teslim olacağını işaret ederken yed-i beyza vurgusu yaptığına göre o nurefşan eli de, İslam başlığı altında fecaatler işleyen karanlık elleri de görüyor olmalı.
Madem Süfyaniyet asrındayız, Allah’tan gayrısına kul olmamak şiarımız, Bediüzzaman’ın gözyaşları akarken beslediği ümit Kadir Gecesi duamız olsun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Müslüman toplumlarda sabır denilen özelliğin sınandığı olayları çok yaşarız.
    Dinin esaslarını ilmi kaideler ışığında bilmeyen ve bilmek istemeyen veya kasıtlı olarak din’i bilim olarak kabul etmeyen metodolojisi olduğunu bilmeyen ,her ağzını açtığında din hakkında konuşabileceğini zanneden bir çok yazar ,çizer ,sade vatandaş müslüman isevi,musevi,inanan inanmayan insanlar vardır ve dünya var oldukça da olmaya devam edeceklerdir.

    Kuran dan şu ayetler çıkarılsın diyerek imza toplayan insanlarda vardır ,var olacaklardır.

    Pozitif bilim tahsil etmiş olan insanlar bilirler ki Laboratuvar ortamında gerçekleştirilen deneylerin sonuçlarını ve şartlarını belirledikten sonra alabiliriz.Ne demek istedim avam tabirle söyleyelim ; Olayın gerçekleşmesi için olayı başlatacak ve sürükleyecek, sonlandıracak ne var ise önceden belirlenir .deney raporu denilen bir rapor ve yorumlamanın yapıldığı sonuç hazırlanır , deneyi değerlendirerek birimlendirecek kurum veya şahsa teslim edilir.

    Kısacası olayı yorumlayabilmek,anlayabilmek,sonuç çıkarabilmek için olayın gerçekleştirildiği mekan ,mekandaki insanlar,mekanın duygusal bazdaki durumu ve olayı gerçekleştiren kişilerin inanç,duygu, düşünce ve ekonomik durumları tek tek deneyin şartlarının şıklarına not edilmeli ve olayın gerçekleşmesi basamak basamak incelenmeli ,her basamakta kişilerin birbirlerine yaptığı hamleler duygu durum ,akıl sağlığı ,birbirini kışkırtma veya hamleye sebep olma şıkları , psikoloji , sosyoloji veya davranış bilimleri kaideleri göz önünde bulundurulmalıdır.

    Yukarıda gördüğünüz gibi kitlesel veya bireysel bir davranışı dahi anlamaya çalışırken beşeri bilim dallarına başvuruluyor.

    Dini anlamak isteyen herkes din’i anlamak için bir metodolojilerinin olması gerektiğini bilmeli.(Metodoloji=”yöntembilimi” )…yöntem bilmeyen itirazcılar, yöntem bilmeyen dindarlarla karşılaşırsa sonuç Fransadaki imza toplayan grup oluyor…Bir kişi nüzul ilimi ile bu olaya cevap verilir dedi.O kişide ortada yok…Nolcak bu işlerrr? 30 dakikaya sığmazzzzz demedi demeyin:))))

    Tabii bir de bu olaya yöntem bilmeyen cevaplayıcılar karışınca ne oluyor????? Vay efendim fıkıh bilene soralım yok olmadı şeyh bulalım onlara danışalım, hadi olmadı derin bir sofu bulalım ona danışalım ,olmaz efendim koskoca diyanet dururken diğerlerinin lafımı olur derken derken….uzaaaarrr giderrr..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin