YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Karışık duygular içindeyim. Galiba iyi insan olmakla kötü insan olmak arasındaki ince çizgi arasındaki Türkiye’lilerle aramdaki uçurum bu Kovid-19 günlerinde daha da büyüyor. İşkenceci bir eski asker “FETÖ’cü doktorlardansa Kovid-19’u tercih ederim!” dedi. Diplomat bir kadın aynı bağlamda tiksindirici açıklamalarda bulundu. Özellikle adlarını yazmıyorum; zaten yeterince gündemdeler! Kaldı ki bu tür insanlardan çok var. İnsanlar birbirlerini virüs olmakla itham eder oldu. Virüs olmakla itham edilenler de kendilerine virüs benzetmesi yapanlara asıl onların virüs olduğunu söyleyerek yanıt veriyor. Bir kişi de çıkıp, “onlardan farkımız olsun!” demiyor. Oysa kötülüğe yanıt kötülükle verilirse, bu bir paradoks oluşturmaz mı? İyiyken, kötülere anladıkları dilden yanıt vermek isteyen biri, otomatik olarak kötü olacağından, bu durumda iyilik değil kötülük galip gelmez mi? İyi insan olmak çok güç bir şey değil oysa.
Beddua etmek, birilerinin ölümünü, acı çekmesini, yok olmasını istemek kanımca çok toksik bir ortam oluşturuyor. Nefreti bir çığ gibi giderek artan biçimde büyütürken, etrafa kötülük tohumları saçıyor. Özellikle hastalıklar üzerinden ilahi mesaj okuması yaparak, masumların da bu hastalıkla pençeleştiği gerçeğini görmezden gelenler, sığınacak bir ilahi güçten de insanları mahrum ettiklerinin farkında olmalı. Biraz vakur, erdemli, düzgün durmaya çalışmanın zamanı gelmedi mi? Kötülüklerle mücadele ederken eğer o kötülüklerin kaynağından farklı olunmayacaksa, o mücadele boş yere yapılmıyor mu? İyi insan olmak, kötülerden bağımsız olarak, evrende tek olsanız bile, vermeniz gereken bir mücadele değil midir oysa? Kötülükte Şeytan’a pabucunu ters giydirerek iyi kalmanın mümkün olduğuna inananlar; size kötü bir haberim var. Bu iş sandığınız gibi değil! En azından ahlak felsefesi bakımından, bu olanaksız! İyi kalmak için kötülerle aynı metotları izlememek, her ne olursa olsun, en olumsuz koşullarda bile kötülerden farklı olabilmek lazımdır. Bırakın kötüler kötü olmaya devam etsin. Bu, sizin de onlar gibi olmanızı gerektirmiyor. Kötülük karşısında, kötülüğü deşifre etmek yeterli! İntikam hislerine yenik düşmek ve kötülere kendi kötülükleri gibi kötülük etmek, sizi de kötüleştirecek! Bu, sizin karşısında mücadele verdiğiniz şeyin kazanması demek oysa! İyi olmayı terk etmeden kazanmak kolay değil. Yoksa siz bunun çok basit bir mücadele olduğunu mu sanmıştınız?
Zor günlerden geçiliyor. Kötülüklerin devlet düzeyinde yeni bir merhalesi gerçekleşti. Bugün yeni bir habere uyandık. Salgına karşın, ceberut devlet Kürt illerinin birçoğunsa belediyelere kayyum atadı. Sandık fetişizmi yapan ağlak İslamcılar, Kürtlerin tüm meşru siyasi kanallarını birbiri ardına tıkıyor. Halk iradesi üzerinden kendi savunmalarını yaparak, kendilerinden önceki vesayet sistemini eleştiren İslamcılar, bugün o beğenmedikleri eski sistemden çok daha gerilere götürdüler Türkiye’yi. Eskiden hiç değilse göstermelik de olsa anayasa mahkemesi süreci gibi prosedürel mevzularda hassas davranılırdı. Parti kapatmalar konusunda partilerin savunması alınırdı. Belirli anayasa maddelerine atıfta bulunulurdu. Kemalist vesayetçiler, kendi kanunlarının gerektirdiği prosedürleri işleterek, en azından bugünkü keyfiyet rejimine göre bir nebze daha kurumsal ve ciddi bir yaklaşım içindeydi. Bugün Kürtler, 1980’lerden beri en karanlık günlerini yaşıyor.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Diğer bir kötülük, Ahmet’in artık hastalığının son aşamaya yaklaşmış olması. Ne acıdır ki, küçücük bir ağır hasta yavrucağın yurtdışında tedavi olabilmesi konusunda bile gerekli iyi niyeti gösteremedi bu nefret toplumu! Babası hapiste. Yavrusunu son bir kez görebilecek mi? Taş kalpli bir toplum, bunu da absorbe eder, hiç merak etmeyin! Ahmet’in dramı ne ilk ne de son olacak.
Bu arada KOVID-19 salgını Türkiye’de kontrolsüzce ilerliyor. Vatandaşların sağlık gereksinmelerini karşılamaktan uzak bir yönetim var. Bu krize planlı-programlı yaklaşan bir devlet otoritesinden söz etmek mümkün değil. Ekonomik destek programlarıyla, dünyanın en güçlü ekonomileri tüm sektörlerde küçük ve orta işletmelere karşılıksız yardım ederken, büyük ölçekli firmaları sıfır faizli kredilerle destekliyor. İstihdam krizi yaşanmasın diye tüm sektörlerde çalışanlara izolasyon süreci boyunca ekonomik destek sunuluyor. Oysa Türkiye’de bu önlemlerin esamisi bile okunmuyor! Erdoğan rejimi ayrı havalarda; Batılı ekonomilerin çökeceği beklentisiyle, kendi ekonomisinin nasıl çakıldığını görmüyor. Ekonomi politikalarının temel felsefesi işte bu kötülük! İyi niyetten yoksun yorumlarla, Türkiye’nin KOVID19 krizini “fırsata çevireceği” gibi bir beklenti hâkim. Başkalarının acısına ortak olmak, yaşanan büyük küresel felaketin “insani” boyutunu bilerek atlamak, ne fesat bir psikolojidir!
Dışarıya yönelik hâkim algı bu olunca, içeride yeknesak, birbiriyle bütünleşmiş, aralarındaki husumetleri bir süreliğine de olsa unutarak ortak amaçlar doğrultusunda birbirine sarılmış mücadele eden bir Türkiye maalesef yok. Büyük krizlerde toplumun birbirine kenetlenmesi, herkesin aynı yöne doğru kürek çekmesi daha doğru değil mi? Oysa bunun yerine herkesin birbirine bela okuduğu, birbirini ahmaklıkla suçladığı, kendisi dışındakilerin mahvoluşunu adeta istediği, virüsün yok ediciliğinden medet umduğu bir ortam mevcut.
Şüphesiz ki kötülüklerin en büyüğü ve acımasızı, politik mahkûmlar ve tutukluların kapasite üzeri balık istifi hapishanelerde kobay gibi virüsü beklemeleridir. Yargı mekanizması intikamcı yürütmenin elinde silaha dönüşmüştü zaten; bugün olan, keyfi içeri atma politikasının istemli-kasıtlı bir infaz politikasına dönüşmüş olmasıdır. KOVID19’u bir biyolojik silah gibi algılayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Ve doğrusu, bu konuda Türkiye toplumu kesinlikle hassas değil. Olağanüstü berbat ortamlarda, dışarıdan içeriye virüs taşıma olasılığının inanılmaz yüksek olduğu koşullarda, kendisine adalet bakanı denen zat çıkmış cezaevlerinde KOVID19’a rastlanmadığını söylüyor! Ve koskoca ülkede kendisine bugüne dek cezaevlerinde kaç KOVID19 testi yapıldığını sorabilecek tek kişi yok! İki hafta içerisinde çok ama çok acılı günlere uyanacağız. Durum şu an çok olumsuz. Bu uygulamanın bilinçsizce yapıldığını hangimiz söyleyebiliriz? Rejim olacakları biliyor; tam da onu hesap ediyor! Öyle acımasız, öylesi içini kötülük sarmış insanlar tarafından yönetiliyor ki ülke bugün, bunu sanırım Türkiye tarihinde sadece 1915 olaylarıyla karşılaştırabiliriz. O dönemki koşullar bugün olsa, sanırım bugünkü rejim Hitler’in toplama kamplarından da, Stalin’in Sibirya’daki çalışma kamplarından da büyük ölçekte kıyımlar gerçekleştirmeye kalkabilirdi. Bugün yaşanan küresel keşmekeşte, uluslararası toplumun Türkiye’ye odaklanacak dermanı olmadığını gören rejim, önümüzdeki dönemde özellikle politik tutuklulara ve dışarıdaki takibata uğratılan KHK’lilere yönelik çok daha hunharca uygulamaları devreye sokabilir. KOVID19 salgını, bu tür kötülükleri kamufle edecek optimal bir ortam sunuyor.
Tüm bu yaşanılan acıların ortak paydası, kötü olmak! Oysa sizi kimse kötü olmaya zorlayamaz. En uygun olmayan ortamda bile, sadece kendinize odaklanarak, iyi olmayı sürdürme mücadelesi vermeye devam edebilirsiniz. Bireysel olarak herkesin aynı mücadeleyi verdiğini düşünün! Bu bence en büyük devrim olurdu! Size kötülük edene karşı intikamcı hislerle aynı kötülüklere misliyle karşılık verme stratejisi, bir kötülük fırtınasına yol açmaktan başka bir işe yaramıyor! Bu kısır döngüyü kırın. Kendinizi kötülerin iradesinden ve onların kötülüklerinden izole edin. KOVID19’a salgınında kendinizi virüsten korumak için nasıl izole ediyorsanız, bu kötülük salgınında da içinizdeki iyiyi muhafaza etmeye çalışın. Evrende tek kalmışçasına, sadece kendinizden sorumlu olduğunuzun ayırtına vararak, başkasına bir şey ispat etmek için değil, sadece doğrusu bu olduğu için iyi olun!
Bugün bu ortama her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var çünkü.
Emeğinize yüreğinize sağlık. Bin bereket kaleminize
Ne kadar üzücü ki bu ‘insanlar’ asil virüs. Onlar varoldukca, Korona onlarin yaninda basit kaliyor.
Kaleminize saglik.