Susma, sustukça sıra sana gelecek?
Sıranın geleceği kimse kalmadı, rahatlayabilirsiniz!
Arada unuttuklarımız varsa onların da icabına bakacaklar, ruhumuz duymayacak, çünkü iletişim koptu.
Cengiz Aktar ne güzel demiş: Türkiye hukukdışı bir ülke. O yüzden “hukuka, yasaya, anayasaya aykırı”, “hukuk ayaklar altında” gibi ünlemlerin bir anlamı ve faydası yok.
Bitti o dönem. Yine… İnsanların bir umutla CNN Türk’ü açması, Hürriyet’in ya da Milliyet’in satır aralarında kendini bulmaya çalışması da bitti. Geçelim.
“Bu arkadaşlar gazetecidir”, “bunlar seçilmiş siyasetçi” diye kendinizi yormayın. Hepimizi kim olduğumuzu bile bile yok ediyorlar.
“Gazetecilik suç değil” etiketi anlamını yitirmiştir. Konuşmanız değil, yaşamanız suç!
Yatırmış boğazlıyorlar, “yapma, bu yol yol değil” diye şikayet ediyoruz.
Mehmet Y. Yılmaz yazmış:
-Bir kişinin her türlü gücü elinde toplama hırsı ve kararlılığı, Türkiye’yi bir meçhule doğru sürüklüyor.
Günaydın, memlekete hoşgeldiniz! Bu da bir aşama.
O arada, 15 Temmuz’tan sonra “O olmasa ne yapardık, ülkeyi darbeden kurtardı” diyenlerin de kulakları çınlasın!
KARA KALEMLER…
İşimize ocağımıza çökmüşler, ülkede yaşam hakkı bırakmamışlar, “yurt içinde bloklu” internet olanaklarıyla, “bırak gazeteciliği”, takipçilerimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışıyoruz, en bilindik kalemler bile “kara propaganda” diyor.
Neresi kara? Söyleyin, bilelim.
İşkence yok mu!
Keyfi tutuklama?
On binlerce suçsuz, masum insan içeride değil mi?
“Değil” deyin, bilelim.
Diyemezsiniz!
En son Cumhuriyet olayında da görmedik mi nasıl saçma sorularla ve ithamlarla dokuz gazeteciyi daha Silivri’ye yolladılar.
Hadi, ideolojik nefretle öncekilere ses etmediniz. Cumhuriyet tutuklanmış, şimdi gazeteye çökülmeye çalışılıyor. TV’lerde bir tane Cumhuriyet çalışanı veya avukatı göremiyorsunuz.
HDP tutuklanmış, bir tane HDP’liye veya avukatına söz hakkı verilmiyor.
Partinin eş başkanlarını 1 Kasım seçimlerinden önce kaç TV yayına çıkardı?
Bir de sıkılmadan “halk iradesi” diyorlar. Medyanın serbest olmadığı yerde sağlıklı halk iradesi mi olur?
Herkesin dosyası hazır. Üç senedir havuzda çarşaf çarşaf çıktı: CHP’nin, İş Bankası’nın, Doğan’ın, Sözcü’nün… Hepsinin.
Tehlikeye dikkat çekince, “Bunlara kulak vermeyin, size bir şey olmayacak, bunlar müttefik bulma derdinde” diyorlardı. Ne oldu? Vadesi dolan senet, işleme konuyor.
NE YAPACAKTIK?
İngilizce tweet atınca ajan oluyoruz. Dünya, ülkedeki insanlık suçlarını bilmesin mi? Diyarbakır’da bir patlama oluyor, çocuklar vahşice katlediliyor, hangi örgütün yaptığını bile öğrenemiyorsunuz. Kürt haber ajansı ile Reuters arasına sıkışıp kaldı Türk medyası.
Niye? Diyarbakır’da muhabirleri yok da ondan! Darbe hakkında malumat da sınırlı, niye? Soruşturma gizli, gazetecilik de bitti. Ama şu açık: Başarısızlığa mahkum, kontrollü, sadece iki şehirdeki kalkışmaya yol verildi gibi bir durum var. İki yüz kırk altı insanımız kurban olmayabilirdi. Önlenebilirdi bu.
Her şeyi bir yana bırakın, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in darbe komisyonundaki ifadesine bakın, o bile yeterli:
-Göründüğü kadarıyla askeri planla alakası yok. Hatalı, zayıf, düşünülmemiş. Bizim tabirimizle kurmay emeği yok denecek kadar üstünkörü planlanmış. Amacının ne olduğu belli değil. İyi bir plan olduğunu kimse söyleyemez ben de söyleyemem.
CEZAEVLERİ DİKEN ÜSTÜNDE!
Avukat görüşü kameralarla izleniyor, not tutturulmuyor, gazete kitap verilmiyor, mektuplar kesildi. Şimdi, içerideki çok şeyi bilen tutuklulardan korkuluyor. Allah muhafaza, isyan vesaire bahanesiyle başlarına bir şey gelmesin. Avrupa’dan heyetler gelip işkence iddialarını ve cezaevi koşullarını yerinde incelemeli.
Darbe aydınlatılmadı fakat şu oldu; muazzam bir propaganda ile mitingler organize edildi, Barolar dahil sivil toplum ve siyaset, Saray’da hizaya geçti. OHAL kutsandı. Ve tren istasyondan kalktı. Lokomotif, frenleri boşanmış biçimde son hızla meçhule doğru yürüyor, içerisi alev alev. Topyekün millet, gönüllü yakıtı oldu bu canavarın.
Belki de böyle olması gerekiyordu.
Belki de, böylece çıkacak karanlıklar aydınlığa, bilmiyorum.
Çok üzgünüm.
Dua etmekten başka elde ne var.
Dilimizle, parmaklarımızla yaptığımız da bu.
Dua ve sabır.