NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Bir kişinin dürüstlüğü ve konuşmasındaki mantıki tutarlılığın göstergelerinden birisi, kasıtlı ya da kasıtsız olarak safsata yapıp yapmamasıdır. Asılsız ve temelsiz söz olarak tanımlanan safsata ifadesi, en basit haliyle hileli akıl yürütmedir. Hileli akıl yürütmeler yani safsatalar, çoğu zaman karşıdaki kişiyi ikna etmek için her yolun mübah görülmesi şeklinde karşımıza çıkar. Bu yolu kullanarak safsata yapanların başında da hiç şüphesiz komplo teorisyenleri gelir.
Spesifik olaylar kendi süreci ve bağlamı içerisinde değil de komplo teorileri vasıtasıyla anlaşılmaya çalışıldığında, bir bütün olarak gerçeklik algısı kaybolur ve ortaya atılanlar sadece safsata olur.
Peş peşe gerçekleşen iki olaydan ilkini ikincisinin sebebi sanma, tarihi olayları sürekli yeniden yorumlayıp yeni yeni ardışıklık ilişkileri kurma, aynı anda gerçekleşen olayların nedensel biçimde ilintili olduklarını sanma, belirli bir ifadeye vurgu yaparak anlam kaydırma, bir ifadenin iki ayrı anlamını kullanarak olayı çarpıtma, iddiaları sürekli değiştirip sanki hep en son ki halini savunuyormuş gibi davranma, olan ile olması gerekeni karıştırma, konuyu alakasız bir yere çekme, alakalı olmayan iki şey arasında benzerlik ya da ilişki kurma, bir savı korkutarak insanlara kabul ettirmeye çalışma komplocuların başvurduğu safsatalardan bazıları.
Yeni bir safsatasını bu günlerde duyuyoruz. Fethullah Gülen’in yeni çıkan ‘Yusuf Suresi’ kitabındaki kapı resmi ve okuduğu şiirdeki bir ifade, Danıştay’ın hakimlerle ilgili verdiği karara bağlanmak suretiyle ortaya öyle komplo teorileri atıldı ki konu klinik bir durum haline geldi. Konuyu bilenler açısından ortaya konulan performans komik bile gelmiyor.
Derin bir zihniyet sorunu var!
Durum o kadar saçma bir noktaya geldi ki, artık insanlar birbirleriyle çelişen komplo teorilerine aynı anda inanabiliyor. Cemaatin her taraftan ‘kazındığına’ inananlar aynı zamanda Hizmet Hareketi mensuplarının bir kalkışma yapacağına da inanıyor. Kamuda Cemaat mensubu kalmadığına inananlar, kamuda çok sayıda Hizmet mensubu yönetici olduğuna da inanıyor. Sızıntı dergisine ‘inlerine girdik’ denilerek kayyım atanmasına inananlar, aynı derginin kayyım zamanında çıkartılan sayıdaki Necip Fazıl’ın şiiriyle darbe bağlantısı kurulmasına da inanabiliyor! Oysa birbirine zıt komplo teorilerine aynı anda inanmak yorum değil, olaylara bakış açısından kaynaklı zihniyet sorunudur.
Türkiye’de iktidarın ve muhalefetin ortak çabasıyla komplo paranoyası ideolojik bir duruş yahut klinik bir durum olmaktan çıkıp, bizatihi yaşam tarzı haline geldi. Bu çabalar sayesinde komplo zihniyetinin yaygınlığı noktasında dünyada lider konumda olan ülkeler arasında olduğumuzu tahmin etmek zor olmasa gerek!
Alın size bir örnek. 2020 yılında 21 ülkede 22.000 kişi ile yapılan araştırmada, katılımcılara 8 farklı komplo teorisi söylenerek cevapları alınıyor. Araştırmaya göre; Amerika’nın 11 Eylül saldırılarında parmağı olduğuna 21 milletten en fazla Türkler (%55) inanmıştır. AİDS virüsünün kasten üretildiğine (%40) ve Aya inme haberinin sahte olduğuna (%28) inanmada ikinci; aşıların yan etkilerinin gizlendiğine (%48) ve insanlığın uzaylılarla gizli temaslar kurduğuna (%41) inanmada üçüncü; dünyanın gizli gruplar tarafından yönetildiğine (%57) inanmada dördüncü; Donald Trump’ın seçim kampanyasında Ruslarla beraber çalıştığına ise (%56) altıncı sırada inanmıştır.
Komplo inancının bu kadar yaygın olmasının nedeni tahmin edileceği gibi güvensizliktir. Komplo inancı ilk etapta bu güvensizlik ikliminden faydalanarak zihinlerde yer ediniyor ve zaten zayıf olan güven duygusu, komplo teorileriyle daha da tahrip ediliyor. İktidar da bu sayede yaşanan hukuksuzlukların, zulümlerin, ekonomik krizlerin siyasal meşruiyetini temin etmeye çalışıyor.
En zahmetsiz yol; günah keçisi bul, suçlu ilan et!
Yaşanan ekonomik kriz, insan hakları ihlalleri, sosyal bunalım gibi çoğu hadisenin ana sorumlusu komplo teorisyenleridir desek yanlış söylemiş olmayız. Çünkü, normal insanlar yolunda gitmeyen işler olduğunda suçluluk duygusuna kapılır ve mahcubiyet yaşarlar. İnsan psikolojisi ya bu huzursuzluktan kurtulmak için suçluluğu kabul edip ona göre bir hareket tarzı belirleyecek ya da suçluluk duygusundan kurtulmak için başka bir suçlu bulma yoluna gidecektir. İşte bu noktada komplo teorisi devreye giriyor. Komplo teorileri suçluluk duygusunu ortadan kaldıran psikolojik gerekçeler sağladığı için safsatacılar sorumluluğu düşmana havale ederek kurtulma yolunu tercih ediyor. Bunun için bir günah keçisi bulunur ve sorumluluktan kurtulmanın en zahmetsiz yolu keşfedilmiş olur. Artık huzurlu bir şekilde komplo teorileri sıralanabilir.
Bilimsel açıdan sorunlu olmasının yanında ayrımcılığı körüklemesi, nefret suçlarını meşrulaştırması, suistimal aracı olarak kullanılması ve güvensizlik yayması nedeniyle komplo teorilerinin toplum için zararları olduğu muhakkak. Bu ortamda komplo teorilerinin devam edeceği de bir gerçek. Bizim ise bu aşamada yapabileceğimiz hem kendi akıl sağlığımıza hem de içinde bulunduğumuz topluma zarar vermeme adına komplocuların safsatasına gülüp geçmek…
Sayın Albayrak
Konuyu çok güzel bir şekilde ele alıp açıklamışsınız.
Benim anlamadığım nokta, Kaynak Holding’in o zamanki yöneticileri neden çıkıp bir açıklama yapmaz?
Ya da Sızıntı’nın GYY şimdi de Çağlayan GYY (bu görevler galiba ömür boyu devam ediyor, o da ayrı bir acı gerçek) değerli Prof. İrfan Yılmaz neden cevap vermez?
Acaba siz mi bir yayına Prof. Yılmaz, Dr. Haylamaz Rahime Kaya ve çok kıymetli abimiz Naci Tosun’u alsanız da gerçekleri anlatsalar.
Benimki sadece bir zihin jimnastiği.
Emeğinize sağlık
Peygamberimiz (S.A.V.) sihir ve büyünün iyi bir şey olmadığını tebliğ ediyor. Kur’an sihir büyüyü günah sayıyor. Yusuf suresi kitabı yazılmış (ellerine sağlık) Kitabın kapağında “Kur’an’ın sihirli ufku” tabiri ne alaka. Kapak tasarımcısı işini iyi yapmamış. Bugüne kadar bir kişi sihirli bir ufuk görmüş mü tarif etsinler de bilelim. Ufuklar sihirli olmaz. Gökyüzü ile kara ve denizin çizgisel sınırının görünümüdür. Burada sihir olmaz. Kur’an değil “Kur’an-ı Kerim” yazılmalıydı. Sihir kelimesi kullanılmamalıydı.