‘Köfteci Yusuf’ iddialarını bir de bu yönüyle okuyun!

M. AHMET KARABAY | HABER YORUM

Türkiye, markalı ürün sahtekarlığında dünyada nam salan bir ülke. Sahtekarlığın bu kadar büyük boyutlara ulaştığı bir ülkede, gıdada hile ve tağşişin olmaması düşünülemez. Hele ardında bir başarı hikayesi olan ‘Köfteci Yusuf’ gibi bir marka oluşmuşsa onu ele geçirme, bunu yapamayınca markayı lekeleme girişiminin olmaması mümkün mü?

Önce Türkiye’nin sahte üründe uluslararası raporlara yansıyan konumuna bakmakta fayda var. Elimizde bu konuda en son rapor 2021 yılına ait.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ile Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (EUIPO) 2021 tarihli son “Taklit ve Korsan Mal Ticaretinde Eğilimler” raporuna baktığımızda, Türkiye’nin sahte ürün ticaretinde bir dünya markası haline geldiği görülüyor.

Global sahte ürün pazarının 500 milyar dolara yaklaştığına dikkat çekilen raporda, Çin’in bu alandaki payının yüzde 63,2’yi bulduğu, Türkiye’nin ise yüzde 3,3’lük payla ikinci sırada yer aldığı ortaya konuluyor.

Meraklıları için bir not. Rapora göre, dünyada taklit edilen malların yüzde 20’sini Amerika, yüzde 15’ini İtalya, yüzde 12’sini Fransız, yüzde 12’sini İsviçre, yüzde 8’ini Japon ve yine yüzde 8’ini Alman markaları oluşturuyor.

TARIM BAKANLIĞI’NIN GIDA RAPORU

Yasalar, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tarıma ilişkin yüzünde “gıda üretimi, güvenliği ve güvenilirliğini sağlama” görevini veriyor. Bakanlık, bu konuda sorumluluğunu yerine getirmek yerine zaman zaman yaptığı denetimleri, belli ölçüde kamuoyuna yansıtıyor.

Gıda üretiminde ne sahtekarlıkların yapıldığını sizler de medyaya yansıyan kadarıyla takip ediyor olmalısınız. Kaşar peynirinde nişasta, pul biberde boya, zeytinyağında çiçek yağı, balda şeker, dana eti diye satılan ürünlerde kanatlı ya da domuz eti…

Listeyi uzatıp gitmenin bir anlamı yok. Meraklılar, Bakanlığın Ekim 2024 raporunda bunun bütün detaylarını bulabilir.

Tarım Bakanlığı’nın ülke genelinde taklit ve tağşiş (bir şeyin içine başka bir madde koyma) yapan 546 firmanın yer aldığı liste neredeyse hiç konuşulmadı, listede yer almayan bir marka gündemi işgal eder oldu. Konuşulan bu marka ülke geneline yayılan 300 dolayındaki şubesiyle Köfteci Yusuf, ya da marka adıyla Yusuf Köfte oldu.

Köfteci Yusuf’un adı yayınlanan listede yoktu ancak, ülke çapında şubeleri olan bir köfte markasının, iki şubesinden alınan numunelerinde domuz eti olduğu bilgisi yer aldı. Kamuoyuna duyurulan haberde bu köfte markasının liste yayınlanmadan önce mahkeme kararı aldırıp adının listede yer almasının engellendiği duyuruldu.

Bu kadar ayrıntı yer aldıktan sonra bunun adının Köfteci Yusuf olduğunu söylemeye gerek yoktu. Sosyal medyada bunun hangi firma olduğu bilgisi hızla yayıldı. Daha sonra ortada bir mahkeme kararının da olmadığı iddia edildi ve Tarım Bakanlığı’nın analiz raporları T24 adlı internet sitesinde yayınlandı.

Köfteci Yusuf’un Ankara’da Altındağ ve Etimesgut ilçelerinden alınan 300 gram pişmiş köfte ve 400 gram dana eti dönerinde yapılan analizlerde, her iki üründe de domuz eti çıktığı bilgisi yer alıyor.

İLK ŞUBESİNİ 8 YIL SONRA AÇTI VE ARKASI GELDİ

Tarım Bakanlığı’nın analizine bakılırsa domuz eti karıştırıldığı açık görünüyor. Ama bir olayı tartışıp konuşurken biraz arka planının da sorgulanması gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.

Köfteci Yusuf’un sahibi Yusuf Akkaş, genç ve başarılı bir girişimci. Markasının 25-30 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen kendisi henüz çok genç. 10 Şubat 1978 İnegöl doğumlu. Henüz çocuk yaşta, sahip oldukları kasap dükkanında et ürünlerine merak saldı.

1996 yılında henüz 18 yaşındayken kendi geliştirdiği formülle bir köfteci dükkanı açtı. Bursa İnegöl’deki bu dükkan yıllar içinde dev bir zincire dönüşecek olan “Köfteci Yusuf” idi. Yusuf Akkaş, uzun yıllar işin başında her şeyi kendisi yaptı. Kimi zaman ocakta, kimi zaman serviste güler yüzle, kaliteli ve lezzetli ürünler sundu.

Müşterilerin ısrarıyla merkez dışındaki ilk şubesini 2006’da Bursa merkezinde açtı. Aynı hizmet ve lezzet kalitesini burada da sunması, Köfteci Yusuf’un Bursa sınırları dışına ulaşmasına zemin hazırladı. 2010’dan itibaren de Güney Marmara bölgesinden başlayarak ülke çapına yayılmasını sağladı.

KÖFTECİ YUSUF’A SEDAT PEKER OPERASYONU

‘Köfteci Yusuf’ lezzet, kalite ve uygun fiyat politikasıyla öne çıkıp ülke geneline yayılınca Yusuf Akkaş, Türkiye gerçekleriyle karşılaşmaya başladı. Önce yerel mafya bozuntuları Köfteci Yusuf’u köşeye sıkıştırmaya başladı.

Ürünleri kendilerinden ve kendi belirledikleri fiyattan almaya zorlayan tedarikçiler karşısına çıktı. Bunlarla baş etmenin zorluğunu gören Yusuf Akkaş, talebin de hızla artması üzerine, ihtiyacı olan ürünleri kendisi üretme yoluna gitti. Bunların önemli bölümünü sözleşmeli üretim yöntemiyle çözmeye çalıştı.

Köfteci olarak hayata atılan Yusuf Akkaş artık hesabını kitabını iyi yapan, ciddi bir nakit akışına sahip büyük bir işadamı idi. Şubeleri çoğaldıkça bu kez yerel çeteler yerine ünü ülke çapında bilinen mafya Yusuf Akkaş’a musallat olmaya başladı.

Et ihtiyacı giderek artan Köfteci Yusuf’a Afyon’daki bir entegre et tesisini 35 milyon TL’ye satmak istediler. Yusuf Akkaş, tesisi görüp inceledikten sonra bu tesisi 20 milyona alabileceğini söyledi. Satılmak istenen tesis Karahisar Et Entegre idi. Tesis İbrahim Yörük’e aitti. Ancak ortada Yörük değil, mesleği inşaatçılık olarak bilinen Mehmet Sağlam vardı.

2019’da yaşanan bu süreçte fazladan istenen bu rakamın, şirketin sahipleri dışındakiler tarafından paylaşılacağı anlaşıldı. Bu sırada sonradan birilerinin kahramanı haline gelecek olan suç örgütü lideri Sedat Peker adına hareket ettiğini söyleyenler araya girdi.

Bu aşamadan sonrasında olay Yusuf Akkaş’ın şikayeti üzerine savcılığa intikal etti. 54 sayfadan oluşan iddianamenin ayrıntılarını gazeteci Saygı Öztürk, 23 Mayıs 2021’de Sözcü Gazetesinde yayınladı. Sedat Peker’in neler yaptığını, nasıl Yusuf Akkaş’a psikolojik baskı uyguladığını ve çökmeye çalıştığını okuyabilirsiniz.

Bu iddianamede yer alan bir ayrıntının bugünkü “Yusuf Köfte’de domuz eti” iddialarına ışık tutacağını düşünerek paylaşmak istiyorum. Sedat Peker’in adamları, istenilenleri yapmamaları halinde “Ürünlerinde domuz eti kullanıyor!” diye haber yaptıracakları tehdidinde bulunuyor ve bu sözler de Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı Örgütlü Suçları Soruşturma Bürosu’nun hazırladığı soruşturma ve 2019/114747 sayılı iddianameye yansıyor.

Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür’ün eşi Jülide Övür’e ait Hurhaber.com isimli internet sitesinde 26 Aralık 2019 tarihinde yayınlanan haber, bu pazarlığın bir tarafı olduğuna ilişkin ekran görüntüsü iddianamede yer aldı.

Yusuf Köfte’ye domuz eti tehdidinde bulunarak çökmeye çalışanların, bu işin peşini bırakacağını sanmak hayli saflık olur. Uluslararası çapta çökme organizasyonu yapanlar, Yusuf Köfte’de nasıl domuz eti olduğunu da asılsız haberler üzerine kurmaz elbette.

İşletmeci işini ne kadar iyi yapmaya çalışırsa çalışsın, tedarik zincirinin bir yerinden sızacak bir açık bulup emeline ulaşmanın yolunu bulabilir.

Bir sonraki yazımda Helal Sertifikası denilen uygulamanın perde arkasını anlatacağım.

Köfteci Yusuf ‘domuz eti’ iddialarını reddetti: ”Numune alınırken hata yapıldı”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Aynen katılıyorum. Köfteci Yusuf istediği dana etini istediği fiyattan alabilecek güce sahip. Domuz etine düşmesine gerek yok. Hem o işi yapacak adam önce at eşek eti ya da kanatlı taşlığı ile yapar hileyi. Hiçbirisi yok, domuz eti var.
    Bir de üzerinden kaç ay geçmiş.
    Demek ki bu zamana kadar yüklendiler ne koparırız diye. İstedikleri gibi olmayınca yayınladılar. Ortadaki para ne kadar büyükse, bakanlık kaç zamandır yayınlamadıgı listeyi yayınladı bu iş için. Araya bir iki defteri dürülen AKPli firmayı da ekleyip güvenilirlik görüntüsü verdiler.

    Șeytan bunlardan ders alır. Goebbels bunların çırağı olur.

  2. Bence de mantıklı Türkiye’de hiç kimse güvende değilin bir resmi olabilir. Tedarik zincirine sızıp çağrı cihazına bomba konabiliyorsa aynı şekilde tedariğin bir bölümüne domuz eti konulabilir. Bence Tarım bakanlığının da bu işte parmağı olma ihtimali var. Bu bu konu bağımsız bir yargı tarafından soruşturulması lazım. Tabi böyle bir yargı varsa. Ama halk böyle bir resmi Erdoğandan yana tavır koyarak kendisi hazırlası.

  3. Bu iş bir zamanlar Ingilteredeki Al sofra ya benzemiş
    Biz neden bir uluslar arası marka olamıyoruz
    çünkü birbirimize çelme atmaya gücümüz yetiyor
    uluslar arası marka olan restoranlardan haraç istesinler bakalım ne dirisi ne olüsü bulunur
    Bir sefer devlet ve halkı o markayı korur.
    Bizim ise
    kıskançlık ya da haraç kesmek için onu ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmaya hazırlar.

  4. İsrail’in Japon malı icom marka çağrı cihazları ve telsizlerin tedarik sürecine müdahil olup, içlerine patlayıcı yerleştirmesi gibi, mafya veya başka birileri de köfteci Yusuf’un etlerine bir şeyler karıştırmış olabilir. Köfteci Yusuf’a mafya düşman olmuş diyenler, Köfteci Yusuf’u koruma görevini üstlenmiş Süleyman Soylu’nun mafyadan ne farkı olduğunu izah etseler de bilsek. Tarım Bakanlığı laboratuvarlarında numunenin kime ait olduğu bilinmeden, çok sıkı kurallar çerçevesinde ve AB ülkelerinin de kullandığı en gelişmiş analiz cihazları ve yöntemleriyle yapılan incelemelerde söz konusu etlerin içinde domuz geni tesbit edilmiş. Sosyal medyada bir kısım troller Tarım Bakanlığında bu işlerle ilgili kimler varsa Fetöcüdür savcılar bunlar hakkında dava açsın diye havlamaya başlamışlar. Bu şerefsiz hırsız yavrularına göre, işini düzgün yapan herkes Fetöcü.

  5. Valla o nu bunu bilmem et adına gurman olanlar daha iyi anlayacaktır,şimdi yazacağımı: o mekanlarda et lezzeti yok. Hijyen ve pişirme, lezzetlendirme gibi bir kaliteden söz edilemez. Oraya giden halkın bir kesiminide hiç mi hiç anlamıyorum. Mekanları, manzara ve yerleşim olarak zaten berbat yerlere konumlanmış.Mesele köfte yemek ise köfte lezzeti için gidilecek şekilde özelliği olan bir mekan değil. Dediğim gibi gurme bir müşteri oraya adımını dahi atmaz.

    Türkiyenin suistimal edilen en büyük parçalarından biri bence yeme, içme sektörü, halk lezzet adına bir yerlere gitmiyor, paramparça olan sistemin içinde düşünme ve muhakemesini kaybederek savruluyor. Bu tür mekanlarda kendilerine itibar devşirmeye çalışan kemmiyet gibi sıkışıp kaldıkları psikolojik travmalarını mekanlarda sergiliyorlar. Bir mekana gidip kaliteli zaman ve yemek talebinde olan bir halk bilinci yok, Bu tür mekanlarda çalışan servis elemanından, mutfak elemanına kadar her bir personel problem sahibi ve gelen müşteri de eğer damağının tadı henüz küspeye alışmayan cinsten ise işler daha da karışabilir…

    Velhasıl bu dengesiz ve harabolmuş yaşam ve kalitesizliği sonun çok çok yaklaştığının işaretidir diye düşünmekteyim…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin