Zaman Gazetesi’nin vazgeçilmezlerinden Kitap Zamanı’nın editörü gazeteci ve yazar Can Bahadır Yüce, 4 Mart 2016 tarihinde kayyım kararıyla önce el konulan ve sonra kapatılan Zaman’daki yolculuğunu kaleme aldı.
2006’nın ilk günlerinde bir soğuk kış gününde başlayan ve Zaman’a kayyım atanmasından önce 10. yıl sayısıyla taçlanan Zaman Kitap’ın serüvenini aktaran Can Bahadır Yüce, “Gazetemiz tam üç yıl önce, 4 Mart günü elimizden alınmıştı. Şimdi yapılması gereken, o günlerin özlemiyle avunmak değil, elimiz kalem tuttukça zorbalık karşısında pes etmemek… Yazı uğraşı memurluk değil ki devlet istedi diye işimizden vazgeçelim” ifadelerini kaleme aldı.
Can Bahadır Yüce’nin Kronos’ta yayınlanan yazısının tam metni şöyle:
Karanlıktan önce
Haberi öğleden sonra almıştım. Gazeteye baskın yapılacağı söylentisinin dolaşmaya başladığı perşembe gecesi (New York saatiyle ikindi vakti) Kitap Zamanı’nın son provalarını düzeltiyordum. Dergiyi 24 saat içinde matbaaya gönderecektik. Gerçi Türkiye alacakaranlık kuşağına henüz girmişti ama hiç kimse ülkenin en büyük gazetesinin haydut gibi gasp edileceği ihtimaline karşı “O kadar da olmaz!” diyemiyordu. Sonrasını, peşinden nasıl bir koyu karanlığın çöktüğünü, biliyoruz.
Bir mart günü emeğimiz, hayallerimiz çalınalı tam üç yıl oluyor. Geçmişe saplanıp kalmak, kapanmış bir dönemin özlemiyle yaşamak sağlıklı bir tutum değil, gelgelelim yıldönümlerinde bazı şeyleri hatırlatmayı hem çalışma arkadaşlarıma hem de okura karşı ödev sayıyorum. On yıl boyunca Kitap Zamanı’nın editörlüğünü yaptım, bu borcu ödemek için onun hikâyesini tarihe not düşebilirim.
Daha önce yazmıştım: Her şey 2004 yılında, bir ilkyaz günü başladı. Güneşli sahilde yürürken, “Kitap eki çıkaralım mı?” diye sormuştu Ali Çolak. Kolları öyle sıvadık. İki denemenin ardından, 2006’nın ilk günlerinde Kitap Zamanı‘nın birinci sayısını hazırlıyorduk. Acaba 12 sayı kotarabilir miyiz derken kitap eki 120 sayı çıktı. (“Yılların telaşlarda bu kadar çabuk / Geçeceği aklınıza gelmezdi.”)
İlk sayının kapak fotoğrafı için Ali Çolak ve Selahattin Sevi’yle kar altında bir sokak lambası aradığımız o soğuk İstanbul akşamı her hatırlayışta içimi ısıtır. Kapaktaki “Neredesin sevgili okur?” sorusunun cevap bulması gecikmedi. İlk sayıdan başlayarak takipçi okurlarımız oldu, galiba yıllar içinde “Kitap Zamanı okuru” diyebileceğimiz bir “mutlu azınlık” da oluştu. Her sayıyı biriktirip ciltleten, yıllarca önce yayımlanmış bir cümlenin peşine düşen okurlarla yolumuz kesişti. Başta belirlediğimiz iki ilkeden hiç vazgeçmedik: “Çoksatanlar” listesi yayımlamayacak (ölçütümüz piyasa değildi), hem Doğu hem Batı kültürüne açık bir dergi hazırlayacaktık.
İlk sayıların acemiliğini hata yapa yapa aştık: Daha ikinci sayıda renkli sayfaların yerini karıştırdığımız için sabaha karşı matbaaya gitmek zorunda kalışımızı, gün doğarken matbaadan çıkıp simit ve çayla yaptığımız kahvaltının tadını unutamam. Cuma akşamları derginin son taslağı elimizde, Murat Tokay’la çay içip başlıkları gözden geçirmeye giderken bizden mutlusu yoktu.
T.S. Eliot, “Kahve kaşıklarıyla çıkardım ömrümün tutarını” der bir şiirinde… Ben de yıllarımı kitap eki sayılarıyla ölçebilirim: 30. sayıyı hazırlarken (Haziran 2008) Türkiye’den ayrılmıştım. Ülke değiştirip yeni bir hayata başlarken bile yolculuk tarihini kitap ekinin matbaaya gidiş tarihine göre seçtik. Yıllardır şehirden şehre taşınırken, Türkiye’ye gidip gelirken ölçüt hep “ayın ilk pazartesi günü” oldu.
Kitap Zamanı elbette hep İstanbul’da basıldı ama 90’a yakın sayısı farklı Amerikan şehirlerinde tasarlandı diyebilirim. Otel odalarında, kafelerde, üniversite kantinlerinde, kütüphanelerde şekillenen sayfaların sayısı az değil. (Indiana Üniversitesi ‘printer’larının belki Zaman binasındaki yazıcılar kadar emeği geçmiştir Kitap Zamanı’na.) İlk yıllarda derginin yükünü çeken Musa İğrek görevini Yavuz Ulutürk’e devredip İngiltere’ye gidince eke oradan da katkıda bulundu. Böylece aramızda hep şakasını yaptığımız şey gerçekleşti: Kitap Zamanı “dünyanın en uluslararası kitap eki” oldu. Dünyanın iki ucu arasındaki saat farkı da hep işimize yaradı. Geceleri gazetedeki bilgisayarıma bağlanıp çalışırken bomboş ikinci katın sessizliğini hayal eder, bu uzaklıkta hem keder hem şiirsellik bulurdum.
Kitap dergisi çıkarmak bir anlamda basılı kitaba, kâğıt kokusuna övgüdür. Oysa ben kitap ekinin birçok sayısına elimle dokunamadım ama ilk sayıların kâğıt kokusunu hiç unutmadım.
Bizimle ve Türkiye’yle beraber on yılda edebiyat dünyasının manzarası da değişti. Sayfalarımızda ağırladığımız birçok şair, yazar aramızdan ayrıldı: Dağlarca, İlhan Berk, José Saramago, Metin And, Seyhan Erözçelik, Ahmet Erhan, Ali Teoman… Zaman zorla kapatıldıktan sonra da aramızdan ayrılanlar oldu: Ülkü Tamer (iyi bir Kitap Zamanı takipçisiydi), Enver Ercan… (Varlık dergisinin yayın yönetmeni Enver Ercan’a bir parantez açmalıyım: Kitap Zamanı’nın kayyım yüzünden yayımlanamayan son sayısının dosya konusu 100. yaşında Behçet Necatigil’di. Ertesi ay Enver Ercan, bazı belgelerin ilk kez yer aldığı o dosyayı Varlık’ta yayımladı.)
Kayyımdan önce yayımlanan son sayı Kitap Zamanı’nın 10. yıl sayısıydı. Alberto Manguel’den Joyce Carol Oates’a, Adalet Ağaoğlu’ndan Tim Parks’a, John Banville’den Javier Marías’a sevdiğimiz pek çok usta o özel sayıya yazılarıyla katkıda bulundular. Kader belli ki iyi bir final yapmamızı istemişti.
120 sayı ve yüzlerce kitap: Baş döndürücü, güzel bir yolculuktu… Yola çıkarken kitapların dünyayı değiştireceğine inanıyorduk. Ülke henüz “Yeni Türkiye” denilen ucubeye dönüşmemiş, lümpenlik ve cehalet her yeri kuşatmamıştı. Yıllar içinde şunu öğrendim: Kitaplar dünyayı değiştirmez ama insanları değiştirir. Bir cümleyle, bir kitapla hayatı güzelleşen insanlar — bu yolculuk onlar içindi.
O ışıklı hatıralar bellekte hep var olacak. Şimdi yapılması gereken, o günlerin özlemiyle avunmak değil, elimiz kalem tuttukça zorbalık karşısında pes etmemek—yazı uğraşı memurluk değil ki devlet istedi diye işimizden vazgeçelim.
Perfer et obdura!