Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman
Erdoğan’ın rejimi değil sadece sorun. Ülke, insanı mutlu etme potansiyeli olmayan ideolojiler arasına sıkışmış durumda. Asıl sorun bu. Bir tarafta İslamcılık ideolojisine sarılmış ve onu mecburiyetten milli bir kıvama getiren Erdoğan, diğer taraftan “büyükler”: nasyonalizmin sağ ve sol kanadı olan milliyetçiliği benimsemiş olan MHP, İyi Parti ve CHP, her türlü görece sol-evrenselci yönelimine karşın hala etnik-bölgeselci niteliği hala ağır basan HDP; “küçükler”: İslamcı Saadet Partisi ve nasyonal-sosyalist İşçi Partisi.
Şimdi bu ideolojileri göz önüne alın ve nesnelce değerlendirin. Birincisi dünyadan ve 21. yüzyıldan tümüyle kopuk dünya görüşleri tümü. İkincisi, liberal demokrasiyi her biri belirli açılardan içine sindirememiş, demokratik temel niteliklerle sorunları olan ideolojilere yaslanan partiler ve siyasi hareketler. Üçüncüsü, amaçları vatandaşlarını mutlu etmek olmayan, aksine kafalarındaki vatandaş imajına uygun nesiller yetiştirmeyi ve böylelikle ülkeyi dönüştürmeyi hedefleyen toplum mühendisleri tümü. HDP reaksiyoner – bunu belirtmemek adil olmaz. Yani HDP’nin Kürt milliyetçisi ve bölgeci-ayrılıkçı eğilimi, bir asırdır uygulana gelen devletin sahibi etnik orijinli Türk milliyetçiliğine bir tepki. Fakat sonuçta gerçek şu ki, Kürt milliyetçiliği de Türk kimliğini ötekileştirme bağlamında Türk milliyetçiliği ile yarışıyor. İçindeki evrenselci sol damara karşın, sol ile nasyonalizmin yan yana gelmesinden kaynaklanan derin çelişki, fena sırıtıyor. Erdoğan ve AKP’nin milliyetçi sosla sunulan İslamcı ideolojisi ile Karamollaoğlu’nun Saadet’i arasındaki farklılıklar konjonktürel, ideolojik değil. Yani hayat felsefeleri ve dünyayı algılayış biçimleri aynı bu ikisinin. Tek farkları, birinin muktedir olması, diğerinin muhalefet. Milliyetçi Hareket ekolünün ana damarını yansıtan MHP ve ondan yine konjonktürel nedenlerle ayrılan İyi Parti, sağ nasyonalizmin benimsendiği ideolojik yapılar. Anayasal milliyetçilik değil, etnik bir milliyetçilik benimsiyorlar ve özellikle Kürt milliyetçiliği üzerinden kendilerini tanımlıyorlar. Aynıca ülke sınırları dışındaki etnik grupları aynı ideolojik yaklaşım esası üzerinden “aynı millet” olarak görüyorlar. Bunun Türkiye’deki Türk olmayan etnik gruplar üzerindeki etkisini düşündünüz mü? Bu durum Türkiye Kürtlerinin mesela Irak Kürtleri ile yakınlık kurmasını tetiklemiyor mu? Ülke sınırları içinde yaşayan herkesin kendisini bir üst kimlik ve vatandaşlığa dayanan modern bir milli aidiyet üzerinden algılanması önünde ciddi bir engel oluşturmuyor mu? CHP, ana gövde ideolojisi içinde nasyonalizme başat yer atfediyor. Eğer sol kanat bir yönelimi – o da taktiksel bakımdan ve özellikle laiklik bağlamında – benimsememiş olsa, MHP ve İyi Parti ile aralarında ne gibi bir fark kalırdı? Bu nedenle değil mi tabanlarının birbirine benzeyen sosyo-kültürel özellikleri?
Soykırımlar ve vahşet, bu ideolojiler temelinde kitleleri efsunladı
Türkiye bugün dincilikle nasyonalizm arasına sıkışmış, nefes almaya çalışıyor. Genç nesillere milletlerinin övgüsü ve dinlerinin istismarı dışında bir şey sunamayan, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarına bu 19. yüzyıl ideolojik formasyonları çerçevesinde çözümler arayan, kısır döngüde bir ülke ve toplum var. Oysa dinin radikalleştirilmesi ve siyasi araç olarak kullanılması da, milli aidiyetin üzerine inşa edilen ötekileştirici ilkel nasyonalizmler de dünyaya mutluluk ve huzur getirmedi. Birinci ve özellikle İkinci Dünya Savaşı ile beraber, dünyanın en büyük insanlık dramları, bu radikal dünya görüşleri temelinde meşruiyet aradı ve buldu. Kitlelerin çığlık çığlığa birbirini boğazlaması, gençlerin cephelerde birbirini katletmeleri, soykırımlar ve vahşet, bu ideolojiler temelinde kitleleri efsunladı. 1915’te Osmanlı Ermenilerinin başına gelenler, 1789’da yayılan tehlikeli nasyonalist virüsün Osmanlı Devleti’ni tarumar etmesini müteakip, Türkler arasında hâkim ideoloji ve dünya görüşü haline gelerek, azınlıkları, gayrimüslim ve Müslüman etnisiteleri ötekileştirdi. Turan’ı fethetmeye azimli İttihatçı nasyonalist kadrolar, Osmanlı’nın kalan kozmopolitanlığını da Birinci Dünya Savaşı esnasında yok etmeyi başardılar. Bu nasyonalizm Cumhuriyet döneminde de devletlû ideolojik anlayışın ana gövdesini oluşturdu. “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” diye yemin eden ilkokul çocukları, bugünün siyasetçi sınıfının jenerasyonu işte! Ve dincilik. Dinin bir tür sebil ideolojik damar olduğu, birçok siyasi akımın ve hareketin merkez sağ başta olmak üzere bu “beleş kaynak” üzerinden oy ve güç devşirdiği, bunun yanında İslamcı ideolojinin de yine aynı gayelerle ülkede at oynattığı çok açık gerçekler. Hem nasyonalizmlerde, hem dincilik enstrümanını kullanan İslamcılıkta öteki – dış mihraklar ve devlet görüşüyle çelişen her tür politik oluşum – daima “berikinin” kendini tanımlaması için ana eksen ola geldi. Tüm dünya bize karşıydı. Biz en doğruyduk, her zaman haklıydık. Herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Herkes bizim topraklarımızı almaya, bizi bölüp parçalamaya gayret ediyordu. Böylece kendi kimliğimizi daima bu yarattığımız “ötekilerimiz” üzerinden tanımladık. İşte tam da bu bağlamda, bugün tüm bu ideolojik akımların yansıdığı siyasi partiler, hareketler ve liderler, mesele evrensel değerler oldu mu hep beraber benzer refleksleri gösteriyorlar. Türkiye’ye karşı olan Batı, ihanet eden müttefik ABD, teröristlere kucak açan Almanya gibi söylemler, esasında bu hasarlı ve güdük algının tezahürleri. Bu çarpık zihin arazları üzerinde sağlıklı bir ekonomi, dış politika, demokrasi ve daha da önemlisi hepimizin hasretini çektiği normallik ve huzur inşa edilebilir mi?
Seçimlerin anayasansın rafa kaldırılmış olduğu korkunç bir baskı ortamında, adaletsizliklerle dolu bir atmosferde gerçekleşecek olmasının yanı sıra, alternatif olduğu iddia edilenlerin esasında alternatif olmadığını görmeyecek miyiz?
Algılar değişmeyecek
Erdoğan’ın arkasında olan “derin yapı” tam da bu zafiyetten, daha doğrusu “asgari müşterekten” besleniyor olmasın? Öyle ya, tabanı birleştiren bunca ortak dünya görüşü varken, Türkiye’nin ana istikameti Batı eksenli liberal demokrasiden gittikçe Avrasya eksenli otoriter bir rejime kayıyorsa, buna şaşırmalı mıyız gerçekten? Başta kim olursa olsun, bu algılar değişmeyecek. Çünkü rekabet ettiğine inanılan liderler ve ideolojileri, esasında özgürleştirici bir potansiyel taşımıyor. Reaksiyoner HDP sistemin tek ötekisi olarak belki Kürt sorununun çözümünde diğer partilerden bir farklılık gösteriyor. Ve bu bağlamda mutlaka diğerlerine göre daha fazla özgürlük talebiyle ortaya çıkıyor ve profil kazanıyor. Ama Selahattin Demirtaş da dâhil, 15 Temmuz ve “FETÖ” bağlantısı söylemini benimseyerek, esasında rejime hizmet ediyorlar. Yani ana akım yönelim ekseninden kopamıyorlar.
Dahası, sol eğilimli CHP ve HDP, içlerinden milliyetçiliği ayıklayamıyor. Bu partiler evrensel sol enternasyonalizm ve ekonomik eşitlik doktrini gibi temel sol değerleri bir türlü ana merkez dünya görüşlerine temel yapamadılar, yapamıyorlar. Liberalizmin hukuk devletini ve birey hak ve özgürlüklerini benimseyen Avrupa solu sosyal demokrat ve demokratik sosyalist partilerin programlarından çok farklı, nevi şahsına münhasır, ala-Turka bir yapı, sırıtıyor ve Türkiye’yi özgürleştirmeye talip bir partiye dönüşmelerine engel oluyor.
Bundan çok daha önemli olmak üzere, bu ana akım nasyonalist ve İslamcı ideolojiler Türkiye’nin faşizme kaymasını birincil sorun olarak önceleyemiyor. Bu mücadelenin olmazsa olmazı olan, ideolojik farklılıklara bakmaksızın ortak düşmanla hukuk ve demokrasi için mücadele vermek gibi bir ortak akılda birleşemiyorlar. İlkel bir şekilde liderler üzerinden yürütülen, adayların seçmene mavi boncuk dağıtma yarışında olduğu bir vahim kör dövüşü izliyoruz. Anayasa, OHAL, hapisteki gazeteciler, hapisteki Demirtaş, KHK’lı yüz binler, rejimin rehinesi on binler sanki yokmuş gibi, kuru belagat üzerinden, Üçüncü Dünya tipi bir seçim atmosferinde, meydan konuşmaları ve atışmalar üzerinden laf ebeliği yapılıyor, boşa kürek çekildiği fark edilmeden. Yapısal sorunların Erdoğan’a indirgendiği bir kolayına kaçma. Buz dağının görünmeyen kısmına dikkat etmeyen ve gemiyi batıran bir kaptanın düştüğü durum gibi, iktidarın kurduğu rejimin sosyal, ekonomik, kültürel, askeri, bürokratik vs. dinamiklerini analizlere dâhil etme zahmetine katlanmadan, kestirmeden, her şey 2006’da gerçekleşiyormuşçasına, seçimlere kitlenmiş bir Türkiye mevcut. Oysa, söylediğim gibi, Erdoğan’ın rejimi değil sadece sorun. Ülke, insanı mutlu etme potansiyeli olmayan ideolojiler arasına sıkışmış durumda. Asıl sorun bu.
Tam da böyle.
Eğer hapiste, gaybubette, hicret yolunda çol çocuğu ile perisanligi goze alanların ve şehirleri, hayelleri yıkılan Kürtlerin hatırını incitmesem diyeceğim ki Erdagan rejimi ötekilerden daha az kötü.
Bunu demekten çok korktum, hatırlarını kırdığım insanlar beni affetsin.
Burada mevcut rejime medhiye değil alternatif diye ortaya çıkanların capsizligini belirtmek istedim.
Yoksa mağdur anne, baba ve çocukların ahı beni ve herkesi uykusunda boğar.
Bırakın ayları yılları, bir dakika bile anne babasından ayrı kalmış yavruların acısı insan olan insanı uyku uyutmaz.
Harika tesbitler Çok tesekkurler mehmet bey, Umarız insanimiz bu sahte vaadcilerin pesinde kosturmaktan yorulmus ve gereken dersi almıştır. Evet gelisme bilim ve teknoloji ile olur, ama ilerleme icin kesinlikle ahlak gerekir (Yazar Metin Munir in tesbitidir ) Insanımız yuksek ahlaki ve insani degerler uzerinde ititfak edip pozitif bilimler ile bu degerleri birlestirip aradıgı mutluluga ulasir. Hayatın temel kaideleri politik olmaktan cıkar.