AHMET KURUCAN | YORUM
Bir haftadan beri gönül dostlarımla birlikteydim, ülkenin değişik şehirlerinde. Hiç bitmesin dediğim birlikteliklerdi bunlar. Konferanslar, sohbetler, sorular, cevaplar, itirazlar, katkılar ve yemek yerken, çay kahve içerken, kısa süreli yolculuklarda yaptığımız müzakereler, muhavereler. Hepsi de çok güzeldi.
23 yıldır devam ediyor senenin bu mevsiminde yaptığımız bu programlar. Yaklaşık bir hafta boyunca ailecek otellerde adına “Kış Kampı” dediğimiz ve çocuk-çocuk ailecek gerçekleştirdiğimiz bu beraberlikler her şeyden önce “ait olma” duygusunu pekiştiriyor. Kendi aramızda unutulmaz dostlukların kurulmasına yardımcı oluyor. Bizler de çocuklarımız da yeni arkadaşlar ediniyor.
Bilgi dağarcığımız doluyor. Farklı ağızlardan dinlediğimiz eski ve yeni düşünceler bizi zihniyet ve davranış planında farklı zeminlere taşıyor. Aklımızı kemiren bir çok soruya cevap buluyoruz. Çok yeni şeyler öğreniyoruz. Tam anlamıyla bir resetleme oluyor tabir caizse. İnsan sosyal bir varlık. İşte bu kamplar o sosyallik adına bir çok şey katıyor katılımcılara.
Ne gördüm bu seneki kamplarda?
Çok şey. Sadece iki tanesine vurgu yapacağım. Birincisi; halk tabiriyle ifade edeceğim, yeni neslin gümbür gümbür geldiğini gördüm. İlkokuldan liseye uzanan seviyede geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın sayısal çokluğunu gördüm. Öyle ki gittiğim hemen her yerde çocuklarımızın sayısı anne-baba sayısının üzerindeydi. Bu şaşkınlığımı birisine söylediğimde bana, “Normal değil mi? Burada 400 anne-baba olsa, her ailenin iki çocuğu olsa otomatik olarak 800 çocuk eder.” dedi. Doğruydu dediği.
O çocuklara yönelik yapılan programların gerek konuşma dili, gerek bir haftalık eğitim sürecinde kullanılan materyal ve gerekse onlarla sohbet eden insanların dil, kültür ve hissiyat ortak paydasında aynı çizgide olmaları çok sevindiriciydi benim için.
Yıllar öncesinde yaptığımız kamplarda “Böyle olmalı!” dediğimiz hemen her şey bugün itibariyle gerçekleşmişti. Zira ne insan kaynağı ne de materyal bağlamında bizim çocuklarımızın bu yaşta olduğu dönemlerde bunları gerçekleştirme şansımız yoktu. Ama şimdi bizim çocuklarımın nesli şimdi iş başına geçmiş ve kendilerinden sonra gelen nesle rehberlik yapıyordu.
Bu çok kıymetli ve önemli bir gelişme. Şahsiyet kazanımında, dini kimliğin oluşması ve korunmasında yeri başka bir şeyle doldurulamayacak kadar önemli hem de.
İkinci husus, sohbetler sonrası sorulan sorular, yapılan katkılar ve eleştiriler. Öncelikle sorular âfâki sorular değildi. Hepsi de insanımızın sosyal hayatta karşılaştıkları ve “Ne yapalım, nasıl yapalım da Allah’a hesap verme zamanında yüzümüz yere eğilmesin?” endişesiyle sorulan sorulardı.
Ayrıca bu sorular onların sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik hayatın içine hangi ölçüde girdiklerinin göstergesiydi. Para ya da hisse senedi olarak bir kenarda duran birikiminin zekatını hesaplamaktan, çalıştığı ortamda Cuma namazı kılmaya, cemaate yönelik sistemik ve yapısal sorunlardan muavenete, modernite ile modernizim arasındaki farktan theta healing’e kadar uzanan çok geniş bir yelpazeydi. Çok mutlu oldum böyle bir manzara ile karşılaşmaktan. Yaşadığımız toplumda dini hassasiyeti koruyamama, o topluma entegre olamama, her topluluğun kendi mahallesinden yaşadığı zemine hapsolmayı aşan bir gösterge olarak değerlendirdim bunu.
Hiç mi eksiği yoktu?
Elbette vardı, vardır ve var olacaktır. Mükemmelik Allah’a mahsus. Hemen bir tanesini söyleyeyim; sohbet eden ve belli konular özelinde konferanslar veren konuşmacıların tamamının erkek olması bir eksiklik. Bir kadın katılımcı açıkça ifade etti buna bana. Düşündüm haklıydı. Bazılarının hemen feministce bir yaklaşım diye etiketleyebileceği bir eleştiri değildi katiyen.
Benim konuştuğum o salonda hem de benim konuştuğum konuyu yıllardır sahada çalışan bir kızımızın -ki kendisini çocukluğundan beri tanıyorum- benden daha iyi anlatacağında hiç şüphem yok. Katılımcılarla yapılan anketler bu eksikliklerin neler olduğu somut bir şekilde ortaya koyacaktır. İnanıyorum iyi niyetli çabalar ile de bu eksiklikler önümüzdeki yıllarda yapılacak kamplara aşılacaktır.
Kadın-erkek çoluk çocuk sayıları 200 ile 800 kişi arasında değişen bir topluluğu bir hafta boyunca bir çatı altında toplamak, günde üç ögün yemek vermek, herkesi manen tatmini hedefleyen programlar düzenlemek, bebek ve çocuk bakımından onların yaş seviyelerine göre farklı programlar düzenlemek ve bunların hepsini dakikası dakikasına takip etmek gerçekten zor bir iş.
Bu zorun altına gönüllü olarak girerek omuz koyan herkesi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum.
İyi ki varsınız ve iyi ki sizinleyim. Sağ olasınız var olasınız…