Kindar neslin kökeni nereden geliyor?

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 4-6 yaş Kur’an Kursu açılışında yaptığı “nefret taşıma” içeren konuşması, muhalif kesimden eleştiri bombardımanına tutulurken, iktidarı destekleyen yandaşlar tarafından olağanlaştırılmaya çalışılıyor. Bir dönem Tayyip Erdoğan tarafından başbakanlığı döneminde benzeri ifadeler kullanıldığı ise unutulup gitti.

Elinde kılıçla minbere çıkıp İslâm dininin hoşgörü dini olduğunu söylemesiyle hatırlanan Ali Erbaş, bu kez Ankara’nın Çankaya ilçesinde “Yaşamkent Hz. Aişe 4-6 Yaş Kur’an Kursu” açılışına katıldı. Okul öncesi çocuklara din eğitimin verilmesi için açılan kursta konuşan Ali Erbaş, buradan yetişen çocukların nasıl bir gençlik olmasını arzu ettiklerini belirterek şunları söyledi: “Milletine, devletine hainlik yapanlara karşı içinde ve yüreğinde bir nefret besleyen gençler olsun. Öyle değil mi?”

 

İktidar yanlıları, “Hainlik yapanlara karşı nefret beslemenin neresi kötü?” diye Erbaş’ın sözlerini savunmaya çalışıyorlar. Burada iki temel sorun var:

Birisi, “hainlik” kavramının içini kimin dolduracağı.
İkincisi, bugün devletin hain dediğinin yarın iktidar değiştiğinde, kahraman olup olmayacağına garanti verilip verilmeyeceği.

Burada yanlış olan hainlik kavramını kimin belirleyeceği kadar 4-6 yaş çağındaki çocuklara sevgiyi öğretmek yerine nefretin öğretilme yolunun seçilmesi.

Bu siteyi takip edenlerin bir kısmı, okul öncesi din eğitiminin gerekliliğine, belki zaruriliğine inanıyor olabilir. Bu ayrı bir konu. Ben sadece somut rakamlardan söz edeceğim. Bizzat Diyanet İşleri Başkanı, 4-6 yaş grubundakilerin Kur’an kurslarına gitme oranını açıkladı.

  • 2017: 87 bin 790
    • 2019: 170 bin 513
    • 2021: 105 bin 369
    • 2024: 211 bin

Bu rakam 7 yılda yüzde 140’lık bir artışı ortaya koyuyor. Bu çocukların kurs süresince Kur’an okumayı ne kadar öğreneceklerine ilişkin bir fikrim yok. Ancak, bu eğitim çarkından geçen yavruların rejime asker ve aparat haline dönüştürüleceğinden şüpheniz olmasın.

Oyun oynaması, resim yapması, müzik ve sporla uğraşması gereken çocukların dimağları köreltilecek ve düşünme yerine söyleneni kabul eden birer ferde dönüştürülecek. Dahası sevmek ve kendi gibi olmayanlarla iletişim kurmak isteyen insanlar olma yerine, karşısındakinden nefret etme ve ötekileştirilmeleri sağlanacak.

“Peki hainleri sevmelerini mi öğütlüyorsun!” diyenlere şunu söylemek istiyorum, hakim gücün öğretileriyle kalıplaşmış zihinler yerine, özgür düşünüp yanlışı seçmek her zaman evladır. Yanlışı seçmiş birine doğruyu göstermek zor olmaz. Ne var ki bir şekilde düşünme yetisi köreltilmiş birinin, beyne giden kurutulmuş sinirlerinin uyarılabilmesi çok kolay olmuyor. Çünkü mankurtlaşmış birinin normale dönme ihtimali maalesef yok.

DİL SÜRÇMESİ FALAN DEĞİL

İyi niyetli bazı muhalif isimler, Ali Erbaş’ın sözlerinin bir dil sürçmesi olabileceğini ya da olmasını temenni ettiklerini ifade ettiler. Nefretin yalnızca karşıya değil, kişinin kendisine de olumsuz enerji pompaladığını Ali Erbaş bilmiyor mu? Çok iyi bildiğinden emin olun.

Ancak bunlar, kendi negatiflerini oluşturduklarında var olabileceğini biliyorlar. İnsanların yüreğine nefret yerine sevgiyi, öfke yerine adaleti, şiddet yerine merhameti koyduğunuzda kendileri toplum içinde fonksiyonsuz hale gelecekler. İnandıkları peygamberin, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim” dediği mesajı yok saymayı her zaman daha ticari gördüler.

Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek suç. Bu eylemi 4-6 yaş çocukları karşısında yapmak daha büyük suç olması gerekirken, bu suçu Diyanet İşleri Başkanı işlerse sorun yok! Kendini rahmet dininin peygamberini temsil makamında gören biri nefretten söz etmemesi gerekir diye düşünenler fena yanılıyor.

NEFRET SÖYLEMİNİN BİZDEKİ KÖKENİ

Önce şu notu aktarmam gerekiyor. Türklerin kahramanlıklarını anlatan kimi isimler, Avrupa’da anneler çocuklarını korkutacakları zaman, “Türkler geliyor!” dediklerini aktararak bundan gurur duyarlar. Fakat aynı insanlar, “Bu Avrupalılar Türklerden niçin nefret ediyor?” sorusunu da kendilerine sormayı görev bilirler.

Müslümanlara nefret etmeyi öğretirseniz, başkalarını Müslümanlardan nefret ettirirsiniz. Elinde kılıç, dilinde nefret kusan bir dini kisveli şahsın benzeri pek olmasa gerek. Geçmiş devirlerde binlerce kişiyi kılıçtan geçirme fetvası veren dini şahsiyetler de muhtemelen Ali Erbaş gibileri olmalı. Birkaç asır önce yaşamış olsaydı, omuz üzerinde baş koymayan fetvalar veren biri olurdu muhtemelen.

‘DİNİM, KİNİMDİR’ DİYEN KİMDİ?

Tayyip Erdoğan, 2012 yılında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ile başlayan yargı krizinin yaşandığı günlerde birkaç gün sessiz kaldıktan sonra AK Partili gençlere seslenirken “dindar ve kindar bir gençlikten” söz etmişti.

O dönemde, pek çok kişi Erdoğan’ın bu “din” ve “kin” sözcüklerini yan yana getirmeyi siyasal İslamcıların rehberlerinden Necip Fazıl’dan aldığı yazılıp çizildi. Erdoğan’ın bu sözü Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabesi” şiirinden aldığı öne sürüldü. Ancak, “Gençliğe Hitabe” şiir değil. Hitabede geçen tek şiir,

“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es” dediği beyit idi. Ne var ki burada “kin” yok, rüzgara atfedilen “kahpelik” var.

Oysa “kin” kavramı Necip Fazıl’dan yıllar önce edebiyata sokulmuştu. Sözün asıl sahibi Süleyman Nazif (1870-1927) idi. Malta sürgününde Daüssıla gibi vatan hasretini insanın ruhunun derinliklerinde hissettiren şair, Batarya ile Ateş isimli kitabında dininin kini olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”

Ne var ki “kin” ifadesinin şiire girmesi Süleyman Nazif’ten daha önceye dayanıyor. Kinini şiirleştiren Emin Bülent Serdaroğlu (1886-1942) oldu. Ali Sami (Yen) ile beraber Galatasaray Kulübünü kuran isimlerden olan Emin Bülent, futbolcu şairlerden idi. Daha sonra 1911’de başlayan Balkan Savaşı’na gönüllü gidecek olan Emin Bülent, Girit’ten koparılıp atılan Müslüman ve Türk nüfus için 1908’de  “Kin” isimli şiirini yayınladı:

“Ben şûre-zâr-ı kalbimi kinimle süslerim,
Kalbimde bir silâh ile ferdâyı beklerim

Kabrinde müsterih uyu ey nâmdâr atam,
Evlâdının bugünkü adı, sâde initikam!.”

Emin Bülent, “çorak kalbimi kinimle süslerim” derken kini Yunan’a idi. Süleyman Nazif ise “kinim dinimdir” ifadesini Birinci Dünya Savaşı yıllarında farklı cephelerde savaşmak durumunda kalan Türk askerinin kahramanlıklarını anlatmak için kayda geçirdi.

Erdoğan ve Ali Erbaş ise kin ve kindar ifadelerini kendi gibi düşünmeyen, kendi yolundan gitmeyen bu toprağın insanları için kullanıyor. Ötekileştirdiklerine karşı yüreklerindeki kini o kadar besleyip büyüttüler ki artık her fırsatta içlerinden dışarı taşıyor. Malum, testinin içinde ne varsa dışına o sızar.

Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nda “Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor!” diye seslenir. Akif’ten ilham alarak şimdikilere şöyle demek gerekir:

“Bir makam uğruna ya Rab, ne cürümler işleniyor”

 

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. AKP/MHP´nin bu ülkeya bir faydası oldu. Uzun yıllar öğretilen ezberlerin ne kadar boş şeyler olduğunu ortaya çıkardı. Şimdi eğer birileri AKP gitsin, iktidar değişsin, kaldığımız yerden devam edelim, her şey güzel olacak diye düşünüyorsa fena yanılıyor. Neden?
    Erbaş´ın “Milletine, devletine hainlik yapanlara karşı içinde ve yüreğinde bir nefret besleyen gençler olsun” sözü ilk bakışta kendi içinde tutarlı görülebilir. Ama bu yaklaşımın arkasında çoğulcu bir toplum anlayışı yok. İnanç noktasında bir hakikata inanılabileceği, ama toplumsal bazda birden fazla hakikatler olabileceği, en doğrunun tartışmalarla bulunması gerektiği anlayışı yok. Felsefi bir bilgi birikimi görünmüyor.
    Ne görünüyor?
    Tek vatan, tek bayrak, tek millet. Ya sev ya terk et. Karmaşık toplum yerine küçük kabile anlayışı basitliği görülüyor.
    Kindar nesil söyleminin siyasi olarak da getirisi var iktidara. Nefreti bir noktaya, ortak bir düşmana yönelterek güç elde ettiler, ülkeyi değiştirdiler. Muhafazakar kesim bugüne kadarki ezberci anlayışın etkisinde ve körü körüne bağlı olduğu için desteğini sürdürdü, laik kesim ise bu şekilde sevmedikleri bir gruptan kurtulacakları salaklığına kandığı için.
    Karşımızdaki insanlar kötü mü? Kötülüğün kökeni var mı? Büyük olasılıkla yok. Hiç kimse, veya çoğu insan kötülük olsun diye kötülük yapmıyor. Ya öyle davranmasının kendisine daha fazla getirisi olduğuna inandığı için, ya da sonuçlarını görmeden veya görmek istemeden doğruyu yaptığına inandığı için öyle davranıyor.
    Ama sonuçları kötü olan bir şey var. Bu şey düşüncesizliğin, basitliğin, ezberci cehaletin bir sonucu galiba. Buradan dine vurgu yaparak, hakiki İslam bu değil diyerek de çıkılabileceğini sanmıyorum. Farklı düşünme biçimlerini, veya okullardan evrim teorisini inancımıza aykırı diyerek kaldırmakla, eğitim sistemini tek bir inanca uydurmaya çalışmakla buradan bir çıkış olmayacak. Bir AKP gitse, başka bir AKP gelir.
    Ya çoğulcu toplum anlayışına, farklı grupların farklı anlayışlarının müzakere yoluyla dünyevi meselelerini çözmeleri noktasına varacağız, ya da ülke genelinde mümkünse devlet eliyle imanlı, dindar nesil yetiştireceğiz mantığı ile sorgulamayan nesil peşinde koşacağız ve krizden krize sürükleneceğiz.

  2. Sonradan gördüm. Şöyle hadisler varmış:
    “Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.” (Ebu Dâvud)
    “Allah için sülehâyı sevmek, Allah için fasıklara buğz eylemek farzdır.” (Buhâri)
    Sonuç?
    Erbaş kendisini bu hadislerle savunabilir. Ortada hadis var, neden rahatsız oluyorsunuz diyebilir. Ee, bizde din ve devlet bütünleştiği için, devlet için ölen şehit olduğu için, yukarıdaki cümle rahatlıkla savunulabilir.
    Buradan nereye varırız?
    Her şeyin çözümünü dinden beklememek lazım. Sadece din insanı etkilemiyor, insan da dini etkiliyor. Din bir bıçak gibi. Birinin elinde ekmek kesmede kullanılabiliyor, öbürü tavuk kesiyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin