YORUM | PROF. SALİH HOŞOĞLU
Çinlilerin “tuhaf zamanlarda yaşayasın” diye beddua ettikleri zamanlardayız anlaşılan. Aslında bu tuhaf zamanlarda yaşama endişesi Müslümanlar arasında da çok konuşulmuş ve uyarılar yapılmış: Ahir Zaman Fitnesi.
Ahir Zaman Fitnesi üzerine bir yazı yazma niyetim yok ama tuhaflıklar toplumsal kimlikleri de etkiliyor ve birileri kimlik siyaseti yaparak yeni tuhaflıklar üretiyorlar. Burada sadece bu acayipliklere dikkat çekmek istedim ama konuyla da doğrudan ilgili olduğu için onunla giriş yaptım. Günlük koşuşturmada pek dikkatimizi çekmeyen ama her şeyimizi doğrudan ilgilendiren konular: Kimlik problemi ve kültür şoku.
Kimlik problemini daha çok toplumsal boyutuyla ele almak istiyorum. Kanaatimce bu iki konu hep gündemde kalması gereken konulardır. Daha önce kültürle ilgili bir yazı yazmıştım. Ancak konu sadece kültür ile ilişkili değil, çok daha geniş olduğu için birkaç yazı ile bu konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Bu yazılarda toplumların kimlik algıları, cemaat ve tarikatların kimlik oluşumuyla ilgisi, şu anda Hizmet Hareketi’nin yaşadığı kimlik problemleri ve Türkiye’deki durumu ele almak istiyorum.
Dünyada öne çıkan gündemlerin arka planını anlamak için kimlik konusunu bilmek gerekiyor. Toplumların bundan sonraki yönelimlerini anlamak için de bu konuyu irdelemek lazım. Kimlik problemi toplumları ve bireyleri doğrudan ilgilendiriyor.
Dünyada her geçen gün hızlanan iletişim, kimlikleri nasıl etkileyecek? Toplumların birbirlerine kolayca ulaşabilmesi, aralarındaki düşmanlıkları azaltacak mı? Yoksa daha fazla düşmanlık mı üretilecek? Kimlik algılarındaki değişiklikler toplumlar arasındaki ilişkileri hangi yönde değiştirecek? Irkçılık ve ayrımcılık hızlanacak mı? En önemlisi olumsuz yönelimlere karşı ne yapılabilir?
SAHİ BİZ KİMİZ?
Felsefenin temel sorusu olan “Necisin? Nereden geldin? Nereye gidiyorsun?” soruları her insanın ilk cevap aradığı ya da araması gereken sorulardır ve kim olduğumuzu idrake buradan başlarız. Herkesin kendine sorduğu “Ben kimim?” sorusunun cevabı ekseriyetle çok karmaşıktır, birden çok cevabı vardır ve izahı da genellikle zordur. Tarihin seyri içinde insanlar bu sorulara kişisel olarak cevap aradılar, buldukları cevapları kendilerince yorumladılar ve kendilerini farklı kimliklerle tanımladılar. Bugün biliyoruz ki bir kişinin sadece bir kimliği bulunmaz. Bir baskın (üst) kimliğinin yanında çok sayıda alt kimliği bulunur.
Kişilerin bir kimlik arayışı olduğu gibi toplumların da dinamik bir kimlik arayışı ve algısı vardır. Toplumların kimlikleri “ben ve öteki” algısı ile oluşur. Kişiler kendilerini çocukluktan itibaren ayrı bir fert olarak algılayıp benlik oluştururlar ve kişilik algısı zaman içinde gelişir, başkalaşır ve hatta bazen büyük kırılmalar yaşar. Benzer şekilde toplumların kimlik anlayışı zaman içinde evrilir ve evrilmeye devam ediyor. Kimlik algısının “kompleksliği ve göreceliliği”, üzerindeki tartışmaların bir sonuca varmasına en önemli engeldir. Günümüz dünyasındaki hareketlilik, göçler ve iletişimdeki değişmeler toplumsal kimlik algısında da yeni kırılmalara yol açtı. Dünyada ilginç mikro kimlikler veya topluluklar oluştu, oluşmaya devam ediyor, var olanlar başkalaşıyor. Bütün bu toplulukların kimliklerinde kırılmalar/başkalaşmalar sürüp gidiyor.
Toplumların kültür düzeyi düşük kısmı (kalabalık halk topluluğu) kimliklerini kestirmeden ve tek bir ögeyle açıklamaya çalışır, bu meyil özellikle milliyetçilik dalgasının etkin olduğu toplumlarda ve dönemlerde daha fazladır. Modern anlamda ulus tanımlamaları son birkaç yüzyılda daha önemli hale geldi ve kimlik tanımlamasında önem kazandı. Şu anda ulus ya da millet tanımı yapılan toplulukların kimlikleri uzun bir süreçle şekillendi. Toplumsal kimlik oluşumları, devletlerin kabulleri ve empoze ettikleri değerlerle yakından ilgilidir.
Eskiden zorunlu temel eğitim ve yaygın kitle iletişim araçları olmadığı için devletlerin kimliklere etkileri daha sınırlıydı. Ancak zamanla eğitim ve diğer sosyal dönüştürme araçları ile hakim kimlik kendi değerlerini daha fazla empoze etmeyi başardı. Her zaman devlet tek belirleyici veya başarılı kimlik yapıcı değildir. Devlete sahip olmak, zamanla kendi kimliğini hakim olduğu halklara da empoze etmeyi garantilemez.
MİLLETLERİ DEVLET Mİ YAPAR?
Devlete hakim olan kimlik her zaman hakim olduğu topluluğu dönüştüremez, çok defa onlara benzer ve karşılıklı etkileşimle içinde kaybolur.
Örnek olarak Safeviler döneminde İran’da devlete hakim olan Kızılbaş Türkmenler zaman içinde hakimiyetlerini kaybettiler. Bu durum askeri güçlerinin hakimiyet kurmaya yetmemesinden daha çok, devleti sürdürmek için gereken kültürel donanıma sahip olmamalarındandı. Aradan geçen birkaç asırda başlangıçta devlete hakim olan dil ve değerler tamamen değişime uğradı ve İran, Fars kültürü hakimiyetinde bir Şii devleti oldu. Kızılbaş Türkmen kültürü de marjinal hale geldi. Devlete hakim olan unsurun büyük topluluk içinde eriyip onlara dönüşmesi çok sık rastlanan bir durumdur. Turan kökenli Bulgarların slavlaşması gene bunun tipik bir örneğidir. Bu dönüşüm gerçekleşirken devlete hakim olan unsurun da oluşan kültüre katkısı olmaktadır.
Devletin empoze etmesi ile toplumsal kimlikler her zaman oluşturulamayabilir veya bu kimlik devleti taşımaya yetmez. Genelde yapay kimlik empoze edildiğinde bu durumla karşılaşılır. Buna tipik örnek Sovyet İnsanı kimliği oluşturma gayretlerinin başarısızlığı olabilir.
Benzer şekilde Türkiye’de Cumhuriyet döneminde İslam’ın tamamen dışlandığı Türk kimliği oluşturma gayretleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Din, tek başına kimliği oluşturmasa bile, başat bir bileşen olarak kimliğin içinde yer alır, bütün diğer unsurları kendi rengine boyar ve büyük oranda diğer unsurları kaynaştırmaya vesile olur.
“Sovyet İnsanı” ve “İslamsız Türk kimliği” oluşturma çabalarının başarısızlığı çok özel ilgiyi hak eden bir durumlardır. Bu başarısız tecrübeler Bediüzzaman’ın “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz” tespitini birebir tasdik eder. Çok etnisiteli Sovyet toplumunda etnik kimliklerin erimesi ve önemsizleşmesi beklenirken tersine bir süreç yaşandı. İnsanlar, merkezi çekim gücü zayıfladıkça, etnisitelerine sarıldılar.
Türkiye’de de dini dışlayan bir kimlik inşası için harcanan uzun yılların fazla başarılı olamadığını gördük. Toplumun ana gövdesi kabullenmediği kültürel ögeleri kendi içine kapanarak dışladı veya dönüştürerek/başkalaştırarak kabul etti. Çok defa da yasaklamaların yanından dolaşarak onları etkisizleştirdi. Dini yok sayarak bir kimlik inşa etmek ancak bir fantezi olarak kitaplardaki yerini almış bulunuyor.
KÜRESEL KİMLİK KRİZİ
Yukarıda farklı yönlerine dikkat çektiğim kimlik problemi küreselleşmeyle daha farklı bir boyuta evrildi. Eski dönemlerde daha çok savaşlar ve kitlesel göçlerle nüfus hareketleri olurken sanayileşme ile buna işgücü göçü eklendi. Durağan olan toplumlar son iki yüzyılda, eski göçlerden farklı olarak, büyük ölçekli iç ve bazen dış göçler yaşadılar. Bu göçlerle büyük metropoller oluştu ve şehirlerin nüfusları arttı. Küreselleşme denilen olgu özellikle 19. yüzyıldan itibaren dünyayı etkisine alan batılı değerlerin hakimiyetini ifade etmektedir diyebiliriz. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması kültürler ve toplumlar arası etkileşimi artırdı.
Ancak sanıldığı gibi bu durum bütün dünyada batılı değerlerin tek belirleyici olmasını sağlayıp diğer toplulukların kültürlerini yok etmedi. Batı kültürü bütün kimlikleri derinden etkiledi ve kısmen dönüştürdü. Ne yazık ki bu değişimlerin içinde çok defa da kültürsüzleştirme diyebileceğimiz süreçler yaşandı, yaşanıyor.
Son dönemde gelişen teknolojilerle kişilerin doğrudan bütün dünyaya ulaşma imkanına kavuşması farklı bir evreye geçişi ifade ediyor. Artık yeni bir kimlik krizimiz var diyebiliriz. Daha önce kendi küçük kabilesine ya da topluluğuna bağlı olan ve dünyayla ilişkisini onların üzerinden kuran fertler artık tamamen kişisel kaynaklarla (mesela bir akıllı telefon üzerinden) bütün dünya ile iletişim kurabiliyor, en azından aynı dili konuşanlarla aracısız görüşebiliyor. Bu durum kimlik algısını nasıl etkileyecek sorusuna herkes cevap arıyor. Gelecek yazıda Türkiye’deki kimlik algısını ele alalım.
***
Kaynaklar:
Yayak A. Etnik Kimlik Algısının Dört Boyutu. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi. Cilt / Vol: 7, Sayı/Issue: 2, 2018 Sayfa: 778-788.
Saim Dalbay. “Kimlik” ve “Toplumsal Kimlik” Kavramı. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Cilt 31, 2018, sayfa: 161 – 176
Boham J. Public Reason and Cultural Pluralism. Political Theory, 1995, 23 (2), 253 – 258.
Gellner E., Postmodernizm, Reason and Religion, London, 1992.
Aka, A., “Kimliğe Teorik Yaklaşımlar”, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2010, C.34, S.1, 2010.
Selçuk, S.S, “Postmodern Dönemde Farklılığın Kutsanması ve Toplumun Parçacıllaştırılması: “Öteki” ve “Ötekileştirme””, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 2012, C.15, S.2, Güz 2012.
Göka E. (2006). İnsan Kısım Kısım (Topluluklar, Zihniyetler, Kimlikler). 2. baskı. Ankara: Aşina Kitaplar.
Amin S. Modernite, Demokrasi ve Din, Maki Basın Yayın, Ankara, 2006.