Ana Sayfa HABER Kimin yolundan gideceksin, karar ver?! (1)

Kimin yolundan gideceksin, karar ver?! (1)

YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN

Önceki yazılarda ele aldığımız konuyu çok enfes bir şekilde ele alan Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ait bir Kırık Testi’de yapılan şu harikulade ve hayati öneme haiz tesbitlerle devam edelim. Kolaylık olması açısından Hocaefendi’ye ait ifadeler iki tırnak işareti arasında gösterilecektir.

Hocaefendi insanlar arası münasebetlerin nasıl olması gerektiği ile ilgili sorulan bir soruya şu şekilde cevap vermektedirler: “Evet, bir mü’min, Rabbisiyle münasebetleri yanında insanlarla olan muamelelerinde de dinin emirleri istikametinde hareket etmeyi karakter hâline getirmelidir.

Biraz daha açacak olursak, şayet bir insan, kim olduğuna bakmadan herkesi sevgiyle kucaklama, karşılaştığı herkese tebessüm yağdırma, muhtaçlara yardım etme, çevresindekilere izzet ü ikramda bulunma gibi güzel sıfatları tabiat ve karakter hâline getirememişse, bir gün beklemediği çirkin bir muameleyle karşılaştığında farkına varmaksızın hırçın ve haşin bir tavır sergileyebilir. Böyle biri karşılaştığı her kötü muamele karşısında mü’mine yakışır şekilde mukabelede bulunmayı iradesine havale edeceğinden ciddi mânâda zorlanacak ve bazen falso yaşamaktan kurtulamayacaktır.

Tavır ve davranışlarındaki bu zikzaklar ise onun inanılırlık ve güvenilirliğini zedeleyecektir. İnanan gönüller olarak eğer biz çevremizde inandırıcı ve güven vaat eden biri olmak istiyorsak, gerek ibadetleri, gerek haramlardan sakınmayı ve gerekse de muamelata ait hususları tabiatımızın bir buudu hâline getirmeliyiz.”

İçeriden veya dışarıdan yapılan en alçakça zulümler karşısında bile karakterden taviz verilmemelidir!.. 

“Her şeye rağmen, kimi zaman insanın karakterinde, hâdisenin şiddetine göre çatlama ve kırılmalar meydana gelebilir. Karakterindeki kırılma, o insanın gayret-i diniyesinden kaynaklanabileceği gibi bazen de birilerinin hiçbir insaf ölçüsü tanımayan iftira ve hakaretlerinden, onun dem ve damarına dokundurmasından da kaynaklanabilir. Bu durum karşısında insan hiç farkına varmaksızın bir anda olumsuz bir havaya girebilir. Karşılıklı atışmalar ve tartışmalar yaşanabilir; kalbler kırılabilir. 

Fakat unutmamak gerekir ki, ne olursa olsun, karakterinize uymayan bir tepki verdiğinizde inandırıcılığınızı zedelemiş olursunuz. Bu itibarladır ki hakiki bir mü’min, en alçakça saldırı ve tecavüzler karşısında bile karakterinden taviz vermemelidir. Mukabele edecekse bile, bu, edep ve ahlâk âbidesi bir mü’mine yakışır şekilde olmalıdır.”

Yüksek Karakterli Sabır Kahramanları karakter kırılması yaşamamalı, güveni sarsmamalı ve daha büyük yanlışlara yol vermemelidir!..

Aslında Kur’ân-ı Kerim, “Ceza verecek olursanız, size yapılan muamelenin misliyle cezalandırın.” âyet-i kerimesiyle mü’minlere, saldırılara misliyle karşılık vermeye ruhsat vermiştir. Bununla birlikte Cenab-ı Hak, âyet-i kerimenin devamında yüksek karakter sahiplerine şöyle seslenmiştir: “Eğer sabrederseniz bilmelisiniz ki, hiç şüphesiz sabretme, dişini sıkıp katlanma, sizin için daha hayırlıdır.”

Çünkü bir kere bile olsa karakter kırılması yaşayan bir insan, hem muhataplarına karşı güvenini sarsmış hem de daha başka yanlışlara kapı aralamış olur. Karakterinde böyle bir çatlak meydana gelen kişi ise, hiç olmayacak yerde falsolar yaşayabilir. Bu sebeple şartlar ne olursa olsun her yerde karakteri korumak ve onu hiç deldirmemek ve kırmamak gerekir. Hususiyle iman ve Kur’ân hizmetine gönül veren adanmış ruhlar, sevgi ve müsamaha ufuklarını her yerde korumalıdırlar. Maruz kaldıkları en alçakça saldırılar karşısında bile onlar yol ve yön değiştirmemelidirler.”

Peki mü’min kötülükler karşısında sessiz mi kalmalı, onları engellemek için bir tavır sergilememeli mi?..

 “Bu noktada zihne hemen, “Peki mü’min kötülükler karşısında sessiz mi kalmalı, onları engellemek için bir tavır sergilememeli mi?” sorusu gelebilir. Öncelikle bilinmesi gerekir ki, mü’min, şahıslara değil kötü sıfatlara karşı tavır almalıdır. O, cehalet, ilhad, nifak ve temerrüt gibi sıfatlara karşı gösterdiği tavrı, insanın mânevî değerini öldürücü ve kahredici olan bu sıfatları gidermeye matuf kullanmalıdır.”

Israrla “mü’min şahıslara değil kötü sıfatlara karşı tavır almalıdır” hakikatı delilleriyle beraber ifade edilmesine rağmen günümüzde birileri de ısrarla hem Hocaefendi’yi çok sevdiklerini ve yolunda olduklarını ifade etmekte ama maalesef tepkisel bir davranış sergileyerek, zalim olduklarını düşündükleri bir takım insanları halledebilmek için bu ortaya konan nebevi düstüra aykırı yollara başvurabilmektedirler. 

Bend olmuş isen, bendegâna düşen şey, Şehsuvar’ına uymasıdır…

Üstad Hazretleri “De ki; Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” ayet-i kerimesinden anlaşılması gereken manaya şu şekilde bir açıklama getirmektedir: “Allah’a (cc) îmânınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah’ın sevdiği Zât’a benzemelisiniz. O’na benzemek ise, O’na ittibâ etmektir. Ne vakit O’na ittibâ etseniz, Allah da size sevecek. Zâten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.” Eğer Allah’ın (cc) muhabbetine nail olmak istiyorsanız; Allah Rasülü’ne (sav) ittiba etmeli ve Sünnet-i seniyesine tabi olmalısınız.

Hocaefendi’nin bu konudaki enfes ifadelerine bir kere daha göz atalım: “Bizim karakterimiz, budur. Müslümanın karakteri, budur. Hazreti Ruh-i Seyyidi’l-Enâm’a bend olmuş insanın karakteri budur. Bend olmuş isen, bendegâna düşen şey, Şehsuvar’ına uymasıdır. O, hangi yolda yürümüşse, nereye doğru gidiyorsa, O’ndan ayrılmamak lazımdır; O’ndan ayrılmak, felaket getirir, hafizanallah. Efendimizin yolu…”

Sevdiğimizi ve yolundan gittiğimizi iddia ettiğimiz Allah Rasulu (sav) ve zamanımızdaki temsilcileri olan Bediüzzaman Hazretleri ve Hocaefendi ne yapmışlar, bizler ise ne yapıyoruz?!. Bu ne yaman bir çelişkidir!.. Özellikle sosyal medya üzerinden ve diğer kanallar üzerinde sıfatlara yönelik yapılması gereken mücadelenin yerine doğrudan insanlara yönelik yapılan hücümlarda ve teşhirlerde bu çelişkiyi net olarak görmek mümkündür.

Bu hususta yazılan önceki dört yazının tekrar okunarak meselenin tekrar müzakeresi faydalı olabilir. Bu yazılarda; Nebevi yol ve usluptan uzaklaşma sebepleri, sosyal medya üzerinden insanların teşhir edilmesinin yol açabileceği tehlikeler ve takip edilmesi gereken nebevi yolun nasıl olması gerektiğine dair bazı hususlar ele alınmıştır.

Vicdanı kararmış bir insanın vasfıyla mı yoksa gerçek bir mü’min sıfatıyla mı ile hareket edilecek?!.

Başka bir ifadeyle mü’min, ateşe doğru giden veya uçurumun kenarına doğru sürüklenen evladı karşısında nasıl bir korku ve ızdırapla çırpınıp duruyorsa, olumsuz sıfatlara sahip olan insanlar karşısında da aynı ızdırabı duymalı, tavsiye ve ikazlarıyla onlara yol göstermeye çalışmalıdır. Bu durumu, Peygamber Efendimiz (sav) bir temsille tasvir etmektedir. O, şöyle buyuruyor: “Benimle sizin misaliniz ancak ve ancak ateş yakan ve o ateşe haşerat ve pervaneler düşmeye başlayınca da onları ateşten uzaklaştırmaya çalışan adamın misaline benzer. Ben sizin eteklerinizden tutup çekiyorum. Siz ise Benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.”

Evet, hakiki mü’min, bir rahmet ve şefkat âbidesidir. Şimdi siz, şefkat ve merhametin yeryüzündeki temsilcileri olarak, Cehennem’e doğru sürüklenip giden bir insana, “Canın Cehennem’e! Madem oraya gitmek istiyorsun, hadi git o zaman!” mı dersiniz; yoksa Peygamber Efendimiz’in (sav) yaptığı gibi onu gittiği bu kötü yoldan geri çevirip, içinde bulunduğu atmosferden uzaklaştırmaya mı çalışırsınız? Bunlardan birincisi vicdanı kararmış insanın vasfı, diğeri ise gerçek mü’min sıfatıdır. Bu açıdan kötü evsafa karşı tavır almak Allah (cc) hatırına çok önemli olduğu gibi, insanlık adına da çok yararlı bir davranıştır. Rabbim, hepimizi en olumsuz hâdiseler karşısında bile yüksek karakterli bir insan tavrını sergileyen, İslâm’ı özümsemiş hakiki dindarlardan eylesin!..”

Hocaefendi’nin bu süreçte yaşanan hadiseler karşısında  sergilediği hareketlerine ve tavırlarına bu gözle baktığımızda, O’nun milimi milimine Şehsuvar’ına, bendesi olduğu Allah Rasülü’ne (sav) ittiba ederek Sünnet-i seniyesine uygun bir yol tuttuğuna ve asla meselelerin hallinde Nebev-i olan üslüp ve metodlardan taviz vermediğine şahit oluruz.

Bir sonraki yazıda Hocaefendi’nin mevzuyla alakalı daha detaylı olan açıklamalarıyla devam edelim inşaAllah…

HENÜZ YORUM YOK