Kılıçdaroğlu çare midir?

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki altılı masa seçimleri kazanırsa, işler en azından bir düzelme yoluna girebilir, daha da önemlisi ülke batı standartlarında bir hukuk devleti olma idealini yakalayabilir mi? Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet biter mi mesela? Siyasetçi damat ve çocuklarının Ankara’da iş takibiyle elde ettikleri hesapsız kazançlar son bulur mu? Tarım alanlarının imara açılması dönemi biter mi? Beşli çete gibi olmasa da ‘’iktidarın müteahhitlerinden’’ kurtulur mu Türkiye? Ve en önemlisi de insanlar kanunun yazmadığı suçlardan dolayı suçlanıp cezalandırılmaktan vazgeçilir mi? Bundan sonra herhangi bir kesimin, inanç ya da etnik yapının nefret söylemiyle peşinen suçlu ilan edilip ölüme mahkum edilme dönemi biter mi? 

Siyasetten ümit keseli bir hayli zaman olduğu için, değerlendirmem subjektif olabilir ancak Millet İttifakının kazanmasından sonra da bütün bu sorunlarla ilgili köklü ve radikal değişikliklerin olmayacağı kanaatindeyim. Bu rejim iktidar ve muhalefetiyle beraberce inşa edilmiş bir rejim olduğu için özellikle 15 Temmuz’dan sonra ülkede işlenen hukuk cinayetlerinde muhalefet, iktidarın suç ortağıdır. Muhalefet isteseydi iktidar hukuk cinayetleri işlemekte bu kadar cesur olamazdı. 

Mesela bu süreçte iktidarı en azından insaf ve izana davet etmesi beklenen Saadet Partisi’nin, soykırıma en çok destek veren partilerden birisi olduğunu unutmamak gerekir. Söylemleri AKP tabanında çok etkili olacak Saadet Partisi, zorda kalmış ailelere yardım ettikleri için hapse atılanlarla ilgili tek cümle itiraz etmedi. İtiraz etmedikleri gibi Milli Gazete konuyu ODA Tv ile aynı coşkulu dille haberleştiriyordu.

İktidarın şeytanlaştırdığı bir kesime nefret söylemiyle hitap etmek, onları sosyal tecrite maruz bırakıp ölümlerini izlemek bugünkü millet ittifakındakilerin de ortak tavrıydı. Hatta iktidarın yaptıklarını uluslararası platformda legalleştirme görevini de üstlendiler. 

Her neyse bunlar bildiğimiz ama unutursak kalbimiz kurusun dediğimiz konular. Ancak iktidarın ve muhalefetin problemi sadece bunlarla sınırlı değil. Türkiye’deki bugünkü siyaset kurumu ve partilerin siyaset yapma biçimi en namuslu, dürüst insanı bile yoldan çıkaracak biçimde yürütüldüğü için sorunlara kalıcı çözüm üretebilmesi pek mümkün görünmüyor.  

Ankara’ya çöreklenmiş şebekeler, müteahhit çeteleri iktidar kim olursa olsun o renge bürünüp onun ideolojisindeymiş gibi yapmakta çok mahirler. Anında kazananın rengine bürünen bukalemundan hiç farkları yok. Bir farkları var o da bunların çok zehirli bukalemunlar olmaları. İYİ Parti, dönemin en yavuz hırsızları beşli çeteyle görüşüp uzlaşma konusunu açık açık dillendiriyor bile.  

Tarım alanlarının, dere yataklarının imara açılması, belediyelerde istisnasız bütün partilerin üzerine ittifak ettikleri bir meseledir. Tıpkı iktidarın kullandığı nefret dilinde olduğu gibi tarım alanlarının imara açılması konusunu sorun eden, bunun derdine düşen bir muhalefet partisi görmedik şimdiye kadar. 

Türkiye’nin siyaseti gerçekte kişisel zenginleşme yolundan başka hiçbir amaç taşımaz, Bülent Ecevit ve birkaç siyasetçiyi saymazsak en azından bugüne kadar hep böyle oldu.  Bugünkü siyaset çarkı içinde dürüst ve erdemli kalmak isteyen ya sistem dışına atılır ya da hain ilan edilir. Yani siyasetin düzelebilmesi için kişilerin değiştirilmesinden çok sistemin köklü olarak değiştirilmesi ve özellikle siyasetin finansmanı konusunda radikal önlemler alınması gerekir.

Ancak Türkiye’de olsaydım ve oy kullanabilseydim yine de Kemal Kılıçdaroğlu’na verirdim oyumu. Saydığım sorunlarla birlikte Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugünkü siyaset içerisinde olabilecek en iyi aday olduğu kanaatindeyim. Seçilir seçilmez her şey düzelir, yoluna girer demiyorum ama özellikle hukuk cinayetleri konusunda olumlu gelişmeler yaşanmasına sebep olur diye düşünüyorum. Oy kullanmamak bu hırsız, zalim hükümetin işine yarayacağı için, her şeye rağmen muhalefetin kazanması az da olsa mağdurların lehine bir durum olacaktır. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Sorun siyaset kurumunda değil. Sorun Kılıçdaroğlucular ile Tayyip tipi müslümanlardadır. Bugün beşli çeteye “çalıyor, belki Kurana göre haram olabilir ama boşverin Kuranı, kim takar Kuranı, çalışıyor işte” diyen Tayyipçi müslümanlar yerine aynı beşli çete Kılıçdaroğlucular tarafında olsa onlar da görmemezlikten gelecek. Çünkü hırsızlık kimsenin umurunda değil. Çünkü değer yargısı yok. Değer yargılarına sahip çıkmak yok. Düşmanlık var, savaş var, kavga var.

    Kavga esnasında eline ne geçirsen fırlatırsın. Demezsin ki “bu elime geçirdiğim bir çocuğun oyuncak arabası, bunu atarak kırmayayım, çocuğu üzmeyeyim” demezsin. Kavgacı bir yerde Afganistan gibi hep savaş vardır. Herkes korkudan elinde kalaşnikof ile gezer. Avrupada insanlar eşleriyle birlikte gezerken Taliban tipi müslümanlıkta insanlar silahlarıyla birlikte geziyor.

    Türkiyede silahlanma gittikçe artıyor. Neden? Yunana karşı mı yoksa PKK ya karşı mı? Hayırdır bu güvensizlik, korku, vahşet neden acaba? Herkes Allahtan belasını bulmuş gibi düşmanını bulmuş. Sokaktaki her Türk herşeyi çözmüştür. Sorsan sana düşman kim olduğunu, aslında amaçlarının ne olduğunu anlatarak herşeyin farkında olan biri olduğunu sanar. Bu ona zevk verir. Herşeyi çözmüştür, herşeyi biliyordur. Düşmanın kim olduğunu bulmuştur.

    Düşmanını bulmuştur. Yanında kafasının içindeki düşman ile korku içinde yaşamaktadır. O yüzden Türklerde silahlanma, pompalı tüfek falan artmaktadır. Meselenin korku boyutu olduğu kadar birde vahşet boyutu vardır. İnsanlıktan, insani değerlerden arındırılmış, gasp edilmiş düşmanına karşı herşeyi yapma hakkı olduğunu sanmaktadır. Siyasetçiler de “aferin oğlum, doğru yoldasın, sen bir kahramansın” diyerek düşmanlıkları diri tutmaktadır. Düşmanlıklar kan davasına dönmektedir. Karşı tarafın lideri de kendi taraftarlarını diri tutmaktadır. Kürtlerin partisi de kendi yandaşlarını diri tutmaktadır.

    Bu düşmanlık hep canlı tutulur. Normalleşme yönünde politikalar karşısında düşmanlaştırıcı, kavgacı partiler ittifak halinde hareket ederler. Mesela birisi Kürt meselesini çözmek isterse diyelim Eşref Bitlis paşa öldürülür. Yada sıradan bir Türk “artık barışalım” derse HDP ile MHP hemen alarm olur ve kurdukları çarkı işletirler. MHP o kişiyi vatan haini ile suçlar, HDP ise onu faşistlikle suçlarlar.

    Türkiye gibi kavga ortamında çocukların bile hakkı gözetilmez. En büyük zorluğu çocuklar çeker. Çünkü kimse onlarla ilgilenemez. Sonra o çocuklarda hiçbir değer öğrenmediğinden çarkın devam etmesinde öğütülür giderler. Akıllı bir adam çıksa ve okul yapın derse o adamı tanımlayamazlar. Bu hangi düşman derler. Bir türlü anlam veremezler. Aslında kendi çocukları için kendilerinin demesi gereken şeyi O kişi diyordur. Eğitimde berbat olduğumuzu kabul etmek çok önemli olsada kavgacı ülkede herkes kavgayla uğraştığından çok temel meselelere sıra gelmiyor. Tayyip müslümanları eğitimi hiç umursamadıkları gibi Kılıçdaroğlucular da tamamen düşmanlık, kin, nefret değerleri ile dolduklarından, rejim değiştirilirken sadece oh olsun demelerinden belliydi, çocukların iyi eğitim hakkı yine ıskalanacağı gibi inanın hiçbirinin umurunda olmayacak.

    Yolsuzluklar insanların umurunda değil. Türkiyede yetişen çocuklar için silahlanma, mafya gibi olma, polat olma, uyuşturucu, alkol alma, zorbalık, yolsuzluk, rüşvet, hızlı araç kullanma, matematikte sıfır çekme, tesbih sallama, makas atma, bencillik, kavga çıkarma, kadın dövme, öldürme gibi sorunlara çare üretilememekte, herkes rahatsız olmakta ama bu sorunun aslında bir parçası olduğunu kabul etmeme vardır. Sorunlar sanki ayna gibi hep karşı taraftan geliyormuş gibi. Yani düşmanlık da bu yansıma sayesinde üretilmektedir. Aslında herkes kendi içine baksa, aynaya bakmasa, düşmanlığın kaynağını bulabilir. Fakat siyasi liderler, gazeteciler bu düşmanlığı canlı tutmaktadır.

    Terör eylemleri ile düşmanlığın algısını daha gerçekçi yapmaktadır. Sonra bu düşmanlığı istedikleri kişiye yada gruba yansıtabilmektedir. Mesela PKK, APO üzerinden siyaset yaparken APO, PKK ya dokunmaz, bunun yerine hedefe koyduğu kişiyi, grubu, partiyi işte PKK işbirlikçisi diye hedef tahtasına oturtur. 40 yıldır insanlarda biriktirdikleri nefret, öfkeyi bir anda kurbana yönlendirir. Bu arada APO nun mektuplarını okurken hiç kimsede nefret, öfke olmaz, uysal kuzu gibi liderlerinin peşinden giderler. Ama birisine “bu varya bu, Apo dostu” dediğinde o kurban birden bire binlerce insanın hedefi haline gelir. Mesela Türkiye İsraile hiç dokunmaz, başkenti taşımasına sesini çıkarmaz, filistinlileri öldürmesini görmezden gelir ama içerideki rakibini israil işbirlikçisi yapar. Uysal Tayyipçiler Kudüse sesini çıkarmazlar ama hedef gösterilen kurbana karşı birden bire bağırıp çağırarak, öldürerek filistinlileri ne kadar sevdiklerini, sevgi duygusu ile ortaya koyarlar.

    Köpekler de sahiplerini severler, çok mülayim olurlar ama düşman geldi mi birden kudururlar. Aynı köpekler gibi bir anda hiddetten sakinliğe eriyorlar. APO ya laf yok, İsraile laf yok ama komşusuna saldırmaya geldiğinde hiç tereddüt etmiyor. Komşuluk değeri yok mu? Değer namına kimsede bişey kalmamış.

    En iyi sistemleri getirseler ne yazar. Motivasyon hukuka saygılı, insan haklarına saygılı olmadığından, herkes siyasetçilerin peşinden sürüklendiğinden, siyasetçilerde duymak istedikleri düşmanlık sınırının dışına çıkmadığından bu insanların değişmek istemediğini, vaz geçmeyeceklerini, insani değerlere saygı duymayacaklarını, içlerindeki kin, nefreti öncelediklerini, ve bu yıkıcı duygular ile aslında devleti yıktıklarını fark edemeyecekler, görmek istemeyecekler.

    Yüzleşmekten kaçınıldığı müddetçe, liderlere çok fazla yetki verdikçe ki bu yetkinin sınırı anlayamıyorum ama sanki tanrısal yetki gibi, bu aslında kendi içlerindeki tanrısallaşmış, istediklerini yapma özgürlüğü isteyen egoların topluca oluşturduğu puttur. İnsanlar kendi putlarını siyasi liderlerde dikiyorlar. Bu puta sınırsız yetki veriyorlar. Bu yetkiyi verirken hiçbir değer yargısı hatta devletin, hukukun sınırlarını bile takmamaktadırlar.

  2. Kemalist ve seküler bir akademisyen sözleri; “Benim için bir siyasetçileri en önemli şey, rüşvet ve yolsuzluk konuları değil, Atatürk ilkelerine bağlı olup olmadığıdır”

    Çalan bizden sorun yok, çalıyor ama çalışıyor, çalıyor ama vatansever, çalıyor ama Atatürkçü, çalıyor ama bizim çöplüğün horozu.

    Sonuçta çöplük işte…

    Bu çöplüğün değişeceğine inanan çok insan gibi karanlığa küfretmek yerine imkanlar ölçüsünde bir mum da ben yakmaya çalıştım. Ama şimdilik olmadı gibi, ama ileride mutlaka olacağına inanıyorum. Büyük bedeller ödeniyor ve ödenecek te, bedelsiz olanın kıymeti bilinmiyor.

  3. 2000 lı yıllarda ki cep telefonları ile şimdiki telefonlar arasında yer ve gök kadar fark olduğu gibi, Türk demokrasisindede 2002 ile şimdiki demokrasi arasında o kadar fark var.
    Hizmet Hareketi mensubları 2001 li yıllarda canhıraşana AKP teşkilatlarında çalışıyorlardı.. Sonra Kürtler de öyle..
    Sonra kılıçlar çekildi ve Kerbela yaşandı.
    Şimdi Iphone dönemi demokrasisi var. Ve hepten iyi olmasada asla eskisi gibi de olmayacak.
    İlahi ikaz da yapıldı.
    Herhalde bu müsibet bir mükâfat olamaz, 15 Temmuz Allah ın lütfü sanılsa da bu deprem i de Allahın ihsanı gibi kabul edecek akıllı bir adam olduğunu da sanmıyorum. Açık açık bir ilahi tokat ile toplum ve insanlık ikaz edilmiş.
    Herhalde her şey yolunda gittiği içinde bu ikaz yapılmış olunamaz. Olsa olsa yeter artık, yaptığınız zülümlerin ah vahları göğe çıkmasın diye bir ikazdır.
    Kim bilir binlerce kuytularda, göz yaşları içinde o kadar ahlar göğe yükseldi ki, bu olanlar oldu ve yaş-kuru farkı gözetilmeksizin müsibete maruz kalındı.
    Doğrusunu Allah bilir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin