PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Duymak istemediğimiz gerçekler var. Ve siz onları duymadığınızda veya var olmadıklarını düşündüğünüzde de oldukları yerde duruyorlar. Kafasını kuma gömüp ‘Dünya yok oldu’ diye düşünen devekuşu gibi, hoşumuza gitmeyen şeylerin var olmadıklarını düşünmek anlamlı mı?
Genellikle duymak istemediğimiz gerçekler siyah ve beyaz olarak tasavvur edilen dünyanın aksine, grilikler dünyasının bir parçası. Yaşamı siyah ve beyaz, yani mutlak iyi ve mutlak kötü olarak gören toplumların çoğunlukla hata üstüne hata yaptıkları, çünkü olaylara nesnel bakmayı başaramadıkları, dolayısıyla yanlışlıklarını, yetersizliklerini ve eksikliklerini fark edemedikleri görülür. Tabulaştırılan ve sabite haline getirilen her şey toplumları bu kulvara sokar. Bu yolun sonunda gurur ve onur şişirilir, tarihi olaylar ve siyasi kararlar siyaset üstü konuma terfi ettirilerek toplumsal algı nezdindeki konumları sabitlenir ve elitlerin kontrolü altına alınır. Resmi tarihin taşları böyle döşenir, kolektif olarak olayları nasıl algılamamız gerektiği böylelikle somutlaşır. Zaman ilerledikçe bu tür “gerçeklerin” muhtevası ve kütlesi artar, toplum bu ağırlığı sırtlamak durumunda kalır.
Kıbrıs böyle bir alandır.
Kıbrıs’a ilişkin gerçeklerin bir bölümünü biliriz, bir bölümünü bilmeyiz. Kıbrıs Türk resmi tarihinde bir siyah-beyaz netliğinde milli davadır. Kıbrıs’ta analiz edilecek bir şey yoktur. Her şey gün gibi açıktır çünkü. Bir tarafta mutlak iyiler, onların karşısında mutlak düşmanlar – ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği kadar somut bir milli dava söz konusudur. İdeolojik farklılıklar veya algılardan bağımsız, net ve yek doğru etrafında toplanılır. Milli bir ayin, bir tabu, bir mutlak ve onurlu pozisyon, vatanseverliğin ve milliyetçiliğin ana ölçütlerinden biri olarak ortaya çıkar ve herkes bunu bilir. Bu onurlu pozisyonu sorgulayan veya ondan zırnık derecede sapan her şey ihanetin kapsama alanına girer. Burası tehlikeli sulardır ve her analizcinin, fikir insanının, entelektüelin, aydının, okumuşun, uzmanın, akademisyenin, gazetecinin ve yazarın kaçınması gereken, aşılmaması gereken kırmızı hattın ötesindeki alandır. Sahilde sığ sularla derin suları birbirinden ayıran dubalı ip gibi, eğer size sunulan alanın dışına çıkarsanız, bu sizin kendi hatanızdır ve başınıza geleceklerden artık ne toplum ne de devlet sorumludur.
“Kıbrıs netliğinde” Türkiye’nin diğer resmi diskurları gibi, üzerinde tartışma yoktur. Kıbrıs’ta Rumlar Türkleri kesmiş, onları yok etmeyi ve adayı Yunanistan’la birleştirmeyi kafalarına koymuştur. Türkiye bu planı engellemiş, adaya barış getirmiştir. Türkiye insani bir müdahalede bulunmuş, Kıbrıs Türkleri’ni özgürlüklerine kavuşturmuş, onların can güvenliğini sağlamıştır. Kıbrıs Rumları 1960’lardan beri aşırı sağcı ve Enosis yanlısı nasyonalistlerin oyun alanıdır. Türkler bu projenin önündeki yegâne engeldir. 1974’te bu Rumlar bir darbe yapmış, bu darbeye Yunanistan destek olmuş, Nikos Sampson adlı bir nasyonalist liderliğinde bir cunta kurulmuş, Kıbrıs anayasasını ortadan kaldırmış, Cumhurbaşkanı Makarios’u devirmiş, Türkleri katletmeye girişmiştir.
Diskur budur.
Türkiye, bu diskura göre Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmak “zorunda kalmıştır”. Türkiye bunu yaparken “garantör devlet” sıfatıyla hareket etmiştir. Yaptığı yasal ve meşrudur. Müdahale sonrası Kıbrıs’taki cunta ortadan kaldırılmış, Türkler kuzeyde kendilerine tahsis edilen alanda kendi devletlerine kavuşmuş, bağımsızlıklarını kazanmıştır. Türkiye insani bir askeri misyonla adada varlığını sürdürmektedir. Tek amacı Kıbrıs Türklerini korumaktır.
Şimdi gelelim bu beyaz karşısındaki siyaha. Dedim ya, hayat siyah ve beyazdan değil, grinin tonlarından oluşmaktadır. Kıbrıs konusunda size bilmeniz gerektiği kadarı bilmenizi sağlayıcı politikalar uygulana geldiğinden, duyduklarınıza tepki göstereceksiniz. İnancınız sarsılacak. Bu yazının kötü niyetli olduğunu düşüneceksiniz. Yine, daha önce belirttiğim gibi, sınırları belirli alanın dışına çıktığım ve devletin resmi politikasını sorguladığım için yazdıklarımın kredibilitesi sorgulanacak.
Olsun. Ben yazayım, burada dursun. Okuyan okusun.
Öncelikle Kıbrıs sorunu Türkiye için 1950’lere kadar hiç olmadı. Ne Misak-ı Milli’de, Kuvva-yı Milliye sürecinde, ne Kurtuluş Savaşı diskurunda, ne Nutuk’ta, ne Atatürk’ün ya da İnönü’nün ilk 25 yıllık yönetimleri esnasında, ne herhangi bir Meclis tutanağında, Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs vardır! Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs konusu Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluş kodlarında bulunmuyor. Çünkü Kıbrıs 1878’de Berlin Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemesi karşılığında II. Abdülhamit tarafından İngiltere’ye veriliyor ve 1914’te, Osmanlı İmparatorluğu İngiltere karşısında Birinci Dünya Savaşı’na girince de İngiltere tarafından ilhak ediliyor, yani İngiliz toprağı oluyor. Dolayısıyla, 1878’den 2024’e kadar Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde egemenliği de facto bulunmuyor. 146 yıldır Kıbrıs’ta fiilen ve hukuken başka bir irade var. Cumhuriyetin kurucu kadrosu da bunu bildiği için Kıbrıs konusu gündemlerinde yok. Bu gayet nettir.
Türk kaynakları adanın kiralandığını, İngiltere’nin Osmanlı Padişahı adına adayı yönettiğini, durumun geçici olduğunu, Rusya’nın Osmanlı aleyhine genişlemesi sorununda İngiltere’den destek almak zorunda olunduğundan bu uygulamaya başvurulmak durumunda kalındığını falan yazsa da, gerçekler değişmiyor. Adadan çekilmişsin, askeri varlığın kalmamış, yönetimin kalmamış, o dönem dünyanın en güçlü devleti olan ve girdiği yerden çıkmamasıyla ünlü İngiltere’ye adayı terk etmişsin. De jure adanın senin olması o dönem hiçbir pratik anlam ifade etmiyor. Çekilme amacın daha da trajik! Tüm amacın kendini başka bir bölgesel güce, Rus İmparatorluğu’na karşı korumak; çünkü bunu tek başına beceremez hale düşmüşsün. Tam acizlik içinde! İçeride imajını kurtarmak için anlaşmaya Osmanlı Padişahı adına yetki kullanmak falan gibi fiilen hiçbir anlamı olmayan maddeler koydurmuşsun ve İngiliz senin bu “hassasiyetini” sırıtarak yerine getirmiş. Sonra ne olmuş?
Sonra Birinci Dünya Savaşı’na girip “İmparatorluk sınırlarını genişletme” hülyasına kapılmışsın. Önce İngilizlerin yanında, olmayınca ‘Almanların yanında gireyim, girmeyeyim’ derken, fırsat Almanya tarafında girmek doğrultusunda ortaya çıkınca da tereddütsüz gidip Karadeniz’de Rus limanlarını bombalamışsın. Bunu da kendi olanaklarınla yapabilecek kapasiten olmadığından, iki Alman gemisine Osmanlı bayrağı çektirerek yapabilmişsin. O arada Kıbrıs ne olmuş? Savaşa girdiğinin o saatinde İngiltere tarafından ilhak edilmiş! Ama sen “Turan’ı fethetme” hülyasıyla kamuoyunun efsunlandığı İttihatçı rejimi altında bunu hiç önemsememiş, yoluna devam etmişsin.
Kıbrıs kumar masasında kaybedilmiş desek yalan olmaz. Kumarda daha fazla para kazanmak için paranızı yatırır, oyuna başlarsınız. Oyunu kaybederseniz para gider. Giden para artık sizin değildir. O parayı rica-minnet geri alamazsınız. İnsanlar size güler! Kumarbazlığın ilk kuralı, kaybedilen paranın ardından ağlamamaktır. Osmanlı-Türkiye tarih düzleminde o kadar çok kumar masası örneği var ki! Çünkü topraklar vaktinde “birilerinden alınmıştır”. O alınan yerlerin “başka birileri tarafından alınması” eşyanın tabiatında vardır.
Kıbrıs’la alakalı tarihsel boyut içinde epey kıssa bulunan öyküdür.
1878’de fiilen ve kısmen de hukuken giden, 1914’te hukuken kati surette İngiltere’nin olan ada, 1914’ten 1950’lerin ortalarına kadar gündemde yoktur. Ne zaman ki ada Rumları İngiliz hâkimiyetine karşı ayaklandılar, Türkiye konuya ilgi göstermeye başladı. O dönemde Rumlar İngiliz hâkimiyetinden kurtulup Yunanistan’la birleşmek istiyorlardı. Ada nüfusunun ezici çoğunluğu Rum’du. Ada kültürel, etnik ve linguistik olarak Yunan kültürünün parçasıydı. Müslüman Türkofonlar adaya Osmanlı adayı 1570’te ele geçirdikten sonra yerleştirildi. 1878’de ada İngilizlere terk edilirken adadaki Müslüman Türkofon nüfus Osmanlı siyasi elitinin hiç aklına gelmedi. Başlarının çaresine terk edildiler. Umursanmadılar. Rumlar İngilizlere karşı ayaklanınca, Türkiye’nin teşvikiyle Türkler de “Taksim” (adanın paylaştırılması) tezini savunmaya başladı ve bu tez Türkiye’nin de resmi tez oldu.
1950’lerde adanın İngiliz egemenliğinden kurtarılıp Yunan devletinin bir parçası olma ihtimali ortaya çıkınca, Türkiye stratejik olarak “etrafının Yunan devleti tarafından çevrilmesi” konusunda endişelenmeye başladı. Konu dışişlerinin gündemine alındığında öncelikle İngiliz hâkimiyetinin devamı doğrultusunda gayret edilmesi doğru bir strateji olarak görüldü. Bu aşamada hala ortada Kıbrıs Türkleri ne olacak türü bir öncelik yok. Hala güvenlik ve strateji ağırlıklı bir algı söz konusuydu. Önemli olan Yunanistan’la birleşmeye engel olunmasıydı. İngiliz egemenliğinde bir sorun görülmüyordu. Zaten görülse çok daha önceden buna karşı çıkılırdı. Oysa 146 sene boyunca bu konuda herhangi bir girişimde bulunulmamıştı! Ne kayda değer bir diplomatik çaba, ne askeri bir inisiyatif olmamıştı. Şimdi Kıbrıs Rumları Yunan devletinin parçası olacaklar ve etrafımız çevrilecek, eyvah, ne yaparız evhamıyla, acilen harekete geçilmişti.
Zamanla Türkiye’nin direnciyle Kıbrıs Rumları ve İngiltere de, uluslararası toplum da bağımsız bir “Kıbrıs devleti” konusuna ısındı. Konjonktür böyle olunca, Türkiye de federal bir devlete razı oldu. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler adanın her tarafına dağılmış yerleşimlerde yaşıyorlardı. Yani Kuzeyde Türkler, güneyde Rumlar yoktu. Adanın her yeri ağırlıklı olarak Yunanca konuşan, az sayı ve oranda da Türkofon yerleşim birimlerinden oluşmaktaydı.
1959 yılında Londra ve Zürih’te bir araya gelen taraflar, bir anayasa üzerinde anlaştılar ve Yunanistan, Birleşik Krallık ve Türkiye bu anayasanın garantörü oldu. Anayasa iki toplum arasında dengeleri gözetiyor, mesela başkan Rumlardan olurken başkan yardımcılığı Türklerden birine veriliyordu. Kabine 10 bakandan oluşacak, bu bakanların yedisi Rum, üçü Türklerden olacaktı. Tüm devlet bürokrasisinde ve kamu hizmetlerinde belli kotalar uygulanıyordu. Bu ilkelere dayalı anayasa üzerine 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kuruldu.
(Devamı var)
Yine inglilizler. Cumhuriyet de mi bunların eseri acaba? 1918 de işgal ediyorlar. Nasıll işgalse? 4-5 yıl istanbul da vur patlasın çal oynasın mı yapıyorlar. Ne yapıyorlar ? 4 Ekim 1923’de ingilizler istanbulu terk ediyor 25 gün sonra cumhuriyet ilan ediliyor. İşgalin sonunda neyi kazandılarki çekip gidiyorlar? Lozan demiyorum, lozan göstermelik arka planda ne konuşuldu bunu bilemiyoruz. Yoksa adam neyin garantisini aldıki çekip gittiler.
Komplo teorileri, batı-ingiliz nefretiyle dayalı müslümanlar umutsuz vaka.
İngilizler 1. Dünya savaşından ztn hem toprak olarak kazançlı çıkmış hem petrol be değerli madenlerin olduğu önemli madenler kazanmış.
Ztn amaçları Osmanlıyı yok etmek değil, orada güçlü olmayan bir devlet bırakmak.
İngilterenin anadoluyu/istanbulu savaşmadan terk etmesi ise iç kamuoyundaki huzursuzluklarla alakalı. Bir savaşın galibi bile olsan milyonlarca askerin ölmüş/yaralanmış onların aileleri perişan. Savaştan dolayı ekonomi çökmüş, seçimler sonucunda (evet seçimler) yeni gelen hükümetin ztn vaad ettiği savaşın sonuçlarından kurtulmak askerleri cepheden geri çağırmak savaşı bitirmek.
Cumhuriyete olan nefretinizin sebebini anlamak güç. O dönemki ideolojiye ve atatürke olan nefreti anlamak normal olsa da, padişah ve padişah yanlısı siyasiler aman başımıza iş gelmesin die itilaf devletleriyle anlaşalm modundayken, -ideolojik farklılıklarımıza rağmen- milli mücadeleciler eşek gibi çalışıp senelerce uğraşıp sevrden daha iyi bi anlaşma çıkarıp çok daha bağımsız bir devlet kurmuşlar.
“orada güçlü olmayan bir devlet bırakmak” ve “milyonlarca askerin ölmüş/yaralanmış onların aileleri perişan” onun için geri çekildiler. Vay anasını..
Yorumcu Yusufta ne olduğunu soruyor. Güçsüz devlet bırakmak İngiliz işgalciliğinin bir eseri olarak nefret oluşturmaya yetmez mi? Daha fazla şeyler yapmaları mı gerekiyordu? 30-35 yıldır pkk ile mücadele ediyoruz askerlerimiz yoruldu aileler perişan birlikleri batıya çekelim mi dedik.
Toprak kazanmak için savaşa girmişsin kaybetmişsin adamlara senin toprağına saldırınca işgalci diye ağlıyorsun.
Yüzyıllardır ülkeler birbirleriyle savaşıyor. İngilizler de yüzyıllarca osmanlıyla dost ilişkiler içerisindeydi sonra savaştılar. Osmanlı başka ülkelere saldırınca fetih ingilizler osmanlıya saldırınca hain işgalci güçler 🙂
Savaşı kazanan taraf napsın? Karşısındaki devletin askeriyesini güçlendirsin, borçlarını silsin, gıda yardımı mı yollasın?
Dediğim çok basit: iç kamuoyundaki sıkıntılardan dolayı ingilizler TCden kurşun atmadan gittiler, cahil komplocu müslümanların iddia ettikleri gibi devletin başına mustafa kemali getirip türkiyeyi uydu devlet yapmadılar.
Yazının devamını heyecan ile bekliyorum ancak bi yerde hesap hatasi var , 146 senedir derken, 1876 dan 1960 a kadar bu kadar etmiyor
Sayın köfteci bize ezberletilen tarihi unut, internet elinde, sadece Wikipediada araştırsan gerçekleri görectksin.
Cumhuriyeti eleştireceğine 1700’lerden bu yana bizi idare edenler ne yaptı ona bakmak lazım
Bir aralık unutulmuş olmaları, Osmanlının veya Türkiye Cumhuriyetinin onları görmemiş olması Kıbrıs Türkünün varlığını inkar etmeyi gerektirmez. Azınlık oldukları için EOKA’cı katiller marifetiyle zorla Yunanistan’a tabi kılınmalarına itiraz etmemiz çok doğaldı. Keşke tamamını işgal etseydik. Ayrıca, biz adayı Venediklilerden aldık, Rumlardan değil. Adanın asıl halkı Finikelidir. Yani Rum dediklerimiz de Türkler gibi adaya sonradan gelmedir. Türkiye, Kıbrıs Türklerini korumak için oradadır. Orada kalmaya da devam edecektir. Adanın stratejik önem ve değeri tartışma götürmez bir gerçektir. İdarecilerimizin diplomatik, askeri, siyasi hataları konuya Kıbrıs Türkiye’nin meselesi olmamalıdır şeklinde yaklaşmamıza sebep olmamalıdır kanaatindeyim.
Akademisylenlik duygusallik kaldirmaz. Bir insan birey olarak magduriyetini bir öfke esliginde yasayabilir, normaldir ve fakat bunu isine yansitamaz. Zira cok güzel demisler: Yarim doktor candan, yarim imam dinden eder diye. Yine hadis vardir ve zulmedenlere karsi öfkede ileri gitmemeyi saliklar ki, oldukca bilimsel bir tavsiyedir. Simdi bu yazidaki arabesk duygusalligin akademisyenlik sifatini nasil lime lime ettigine hep birlikte ibretle bakalim.
1- Kıbrıs sorunu Türkiye için 1950’lere kadar hiç olmadı.Bu klise bir iddiadan ibarettir. Yazarimiz konjonktür bilmiyor, 1950ye kadar konjonktürün buna el vermedigini görmek istemiyor. Ona bakarsak Türkiye istese adadaki Türkleri getirebilirdi. Tipki Bulgaristan´da, kismen Yunanistan´da oldugu gibi Türkleri orda birakti. Su an Yunanistan´da Türkler niye var, elbette konjonktür elverdiginde gerekli gördügünü yapmak icin. Bunun icin belli bir yerde belli bir nüfus lazim. Adadaki Rumlar ayaklandi ve Türkiye bekledigi konjonktürü buldu. 146 yil bi sey dememis olmasi bi seyi degistirmez. Türkiye adalara da bi sey demiyordu ama Yunanistan´in Akdenizde yayilmaci politikasi bas gösterince o da etki alanini genisletti ve bircok adanin durumunu sorgulayacak bir pozisyona girdi.
Su an örnegin Türkiye benim icin de mevzubahis degil. Ama emekli oldugumda konjonktür benim icin elverisli olacak ve gidecegim. Bu da ne demek oluyor? Benim Türkiye ile ilgili bir vizyonum var! Türkiyenin de Kibrisla ilgili bir vizyonu vardi ve 146 yil sonra tepkisini gösterdi.
2-Osmanli, Birinci Dünya Savaşı’na girip “İmparatorluk sınırlarını genişletme” hülyasına kapıldi iddiasi bir safsatadir. Imparatorluk sinirlarini geri almakla genisletmek arasinda büyük fark vardir. Dolayisiyla ucuz demagojiye gerek yoktur. Ikinci olarak Osmanli dünya savasina girmek istememistir. En azindan Almanya ile birlikte girmek istememistir. Alman yarbay Klaus Wolf “Gallipoli 1915” kitabinda Osmanli´nin savasa Almanya´nin baskisiyla istemeye istemeye girdigini söyler ve Almanyanin Türkiyeye bir özür borcu oldugunu söyler.
3- Osmanli Kibris icin aglamadi, vaktini bekledi ve geregini yapti. Savunmak amaciyla söylemiyorum. Böyle oldu diye söylüyorum.
4- Turani fethetme iddiasi hele hele dünya savasi esnasi icin düsünüldügünde akademisyen sifati tasiyan biri icin icler acisi bir söylemdir.
5- Türkler taksim tezini Rumlar ayaklandi diye gelistirmedi. Rumlar Yunanistan´a baglanmak istedigi icin, Türklere adada hayat hakki tanimadigi icin gelistirdi. Rum ayaklanmasinin bir adi var o da Enosis, ayaklanma diyerek meseleyi genellestiremeyiz. Buna Ingilizler bile güler. Bi kere Rumlar Yunanistan´a baglanma motivasyonuyla Ingilizlere karsi ayaklandiklari icin yanlarinda Türkleri bulamadilar. Ve sonra utanmadan Türkleri Ingiliz isbirlikciligiyle sucladilar.
6- Kibrista kendilerini Türk diye adlandirmak yerine hayir efendim bizler Müslüman Türkofanlariz, Türkce konussak da kökenlerimiz baska yerdendir diye özellikle üstüne basan bir topluluk yoktur. Bu insanlar kendilerine kasinmadan, gocunmadan Türk diyorlar ve bunun aksini iddia etmek irkciliga girer ki buna özellikle akademi dünyasina yer yoktur, olamaz.Napalim biz de Rumlar Gerkofondur, asillari Finikelilerdir, Yunanlilar adaya sonradan yerlesip yerli halklari asimile etti mi diyelim? Su iddialari ortaokul cocugu yazmaz. Ayiptir, bari okura saygi!
7- Efendim Osmanlilar Kibrisi Ingilizlere terkederken ordaki insanlarini kaderiyle basbasa birakti, umursamadi iddiasi da gülünc bir iddiadir. Eger orda bir nüfus birakmazsan konjonktür dogdugunda nüfus olmadan bi sey yapamazsin. Ayrica Osmanli yeni olusan ülkelerde biraktigi topluluklarin haklari icin üst düzey bir diplomasi yürüttü ve bircok ülkede azinlik haklarini garanti altina aldi. Adada bu sekilde garantör oldu, Bulgaristan yüzbinlerce insana bu sekilde siginma imkani verdi. Haklarini yemeyelim. Bu imkanlardan bircok Kürt de yararlandi. Türkiye bunlari gelismis bir ülke olmamasina ragmen yapti. Bu sonucta bir Türkiye klasigiydi. Balkanlardan gelenler, Kafkasyadan gelenler hep bu sekilde geldi.
8- Adanin kültürel, etnik ve linguistik olarak Yunan kültürünün parçası oldugu iddiasi da cok su götürür. Bi kere hali hazirda ada Ingiliz kültürünün bir parcasidir. Aksini iddia eden direksiyonu sag tarafta olan araclari trafikten men etsin de görelim.Nerdeyse 150 yildir bu böyle. Ondan öncesinde adada yüzlerce yil hüküm süren Osmanlilar sayesinde Türkce elbette dominant bir rol oynuyordu. Türkiyenin cikarma yapmadan önceki gerilimli anlari hatirlayalim. Tehditler bile Türk kültürü üzerinden yürüyordu. Rumlar “Bekledim de gelmedin” sarkisiyla Türkiyeyi kiskirtiyor, Türkler de “Bir gece ansizin gelebilirim” sarkisiyla cevap veriyordu. Sanirim bu konuda fazla bi sey yazmaya gerek yok. Hatirlayalim Samsun sehir merkezinde mübadeleden önce Rumlar cogunluktaydi, ama hemen hemen hepsi Türkce konusuyordu ve ortak bir kültürü yasiyordu, öyle keskin bir “su Türk kültürü aha bu da Rum kültürü” diye bi sey yoktu.
9-Evet 1959 görüsmelerinde taraflar bir anayasa icin anlastilar. Bu da ne demek oluyor? Bir: Türkiye Kibrisli Türkleri kaderine terk etmedi. Iki: Rumlarin nüfus cogunluguna saygi duyarak maksimalist tavirlara girmedi. Üc: Dibinde isgalci bir güc olarak Yunanistan´i istemedi elbette. Ayni sekilde Kibrisli Türkler de burasi oldum olasi Türk topragi, biz buralari Rumlardan almadik ki Rumlarin olsun demediler ve basbakan, cumhurbaskani olmaktan bile vazgectiler. Düsünün Rumlar bu insanlara hadi hepimiz Rum olalim, herkes basbakan da, cumhurbaskani da olsun demedi. Türkiye ve Yunanistan´in yaptigindan daha kötüsünü yapti yani ve bunun yerine sizi biz yönetecegiz, siz ancak yönetllirsiniz dedi. Hatta bunu bile cok gördü ve bu anayasa üzerinde kurulan devletin basindaki Makarios üc yil sonra Türklerin haklarini kirpmaya basladi.
10-1971 sayimlarinda 639 bin cikan nüfusun icinde Türk nüfus yüzde 18e tekabül ediyordu. 1954-1958 ve 1963-1974 yillari arasinda yasadiklari baskidan dolayi baska ülkelere göcmek zorunda olanlar dolayisiyla bu oranin icinde yer almiyorlar. Sayet yazar icin Türklerin 1570ten sonra adaya yerlesmeleri önemli bir veri ise, benim icinde 1831 yilinda yapilan ilk nüfus sayimlarinda Türk nüfusunun ada nüfusunun hemen hemen yüzde 50sini teskil etmesi önemli bir veri.
1948 den önce Filistin topraklarinda yüzde kac Ibranice konusuyordu?