KHK sorunu; devletin ‘arınma hakkını’ suistimali 

Av. DR. M. YAŞAR DEMİRCİOĞLU | YORUM

Onbinlerce kamu çalışanının, şahsi kimlik bilgileri ile resmi gazete sayfalarında ifşa edilerek terör örgütü üyeliği ile itibarsızlaştırılıp kamu kurumlarından tasfiye edildiği süreçte halen MİT Başkanı olan İbrahim Kalın, uluslararası medyaya vermiş olduğu mülakatta bu işlemlerin, ‘Devletin Arınma Hakkı çerçevesinde kendi içindeki suçlu insanlardan kurtulma yöntemi’ olduğunu iddia etmişti. Bu haksız iddiasını ispat edebilmek için de; iki Almanya’nın birleşmesi sürecinde yüzbinlerce kamu görevlisinin işine son verildiğini delil olarak göstermişti. Aynı dönemlerde siyasi iktidarın propaganda örgütlerinden SETA tarafından yayımlanan bir raporla da İbrahim Kalın’ın iddiaları haklı çıkarılmaya çalışılarak, devletin suçlu kamu çalışanlarından arınma, aklanma, temizlenme hakkının hukuki geçerliliği konusunda çeşitli argümanlar ortaya konulmuştu.

Peki yakın tarihte farklı ülkelerdeki arınma süreçleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de KHK süreçleri ile işletilen bu uygulamaların hukuki bir dayanağı var mıdır? Avrupa Komisyonu ilkeleri, İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları veya uluslararası hukukun genel uygulamaları açısından Türkiye’de KHK sosyal soykırımı olarak yürürlüğe konulmuş uygulamalar bir haklılık içermekte midir?

Arınma Hakkı, 2. Dünya Savaşı ndan sonra Müttefik Devletler tarafından Nazi diktatörlüğü döneminde görev almış savaş suçluları, insanlığa karşı suç işleyenler, nasyonal sosyalist iktidarın üst düzey kamu görevlileri, askeri personeli, güvenlik bürokrasisine mensup kişilere yönelik olarak 1946 yılında ilk kez uygulamaya konulmuş ve ‘Entnazifizierung-Devletin Nazilikten Arındırılması’ uygulaması olarak ortaya çıkmıştı. 12 Ocak 1946 tarihli 24 Sayılı “Nasyonal Sosyalistlerin ve Müttefiklerin Çabalarına Düşman Olan Kişilerin Görev ve Sorumluluk Pozisyonlarından Uzaklaştırılması” başlıklı Kontrol Konseyi Direktifi ile 5 Mart 1946 tarihli 104 Sayılı “Nasyonal Sosyalizm ve Militarizmden Kurtuluş Kanunu” 2. Dünya Savaşı sonrası Almanyasında yürürlüğe konulan ve Nasyonal Sosyalist kamu görevlilerinden devletin arındırılmasını düzenleyen büyük çaplı tasfiye kanunları idi.

Komünist Bloğun yıkılmasından sonra özellikle iki Almanya’nın birleşmesi sürecinde, demokratik devlet düzeninin oluşturulabilmesine fırsat tanınması ve suçlu kişilerin devlette istihdam edilmesinin önlenmesi amacıyla eski Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı çalışanları/STASI ajanlarının tasfiyesine yönelik bir arınma süreci yürütülmüştü. Bu konuda 18 Eylül 1990 tarihli iki Almanya’nın Birleşme Anlaşması’nda özellikle Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (Doğu Almanya) çalışmakta olan kamu görevlilerinden;

  • Mesleki niteliklerinin veya kişisel uygunluğunun olmaması nedeniyle çalışma şartlarını yerine getiremeyenler,
  • Hizmetine ihtiyaç olmaması nedeniyle kendisinden artık yararlanılamayanlar, 
  • İnsanlığa karşı suç işleyenler veya hukukun üstünlüğü ilkesini ihlal edenler, 
  • Eski Devlet Güvenlik Bakanlığı / Ulusal Güvenlik Ofisi (STASI) için çalışanlar’ın kamu hizmetlerinden arındırmaya tabi tutulacağı kabul edilmişti.

Uluslararası düzeyde bu konuda ilk ilkesel düzenleme 1996 tarihli Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından yayımlanan ‘Arındırma İlkeleri’dir. Komünist Bloğun yıkılması sonrası, eski totaliter sistemlerle örgülenmiş devletlerin demokratikleşme sürecinde, bu sistemlerde üst düzey görevlerde çalışan kişilerin devletten arındırılması, sistemin temizlenmesi ve insanlığa karşı suç işleyen kişilerin tasfiye edilmesi işlemlerinde yol gösterici olması amacıyla yayımlanan bu ilkeler bugün hala Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yapılan yargısal denetimlerde temel ölçü ve ilkeler olarak kabul edilmektedir.

‘Arınma Hakkı’ neden gerekliydi?

Avrupa Konseyi, arındırma işlemlerinin amacını açıklarken; “Eski komünist totaliter sistemlerin mirasının, ele alınmasının kolay bir miras olmadığı, kurumsal düzeyde bu miras (aşırı) merkezileşmeyi, sivil kurumların askerileştirilmesini, bürokratikleşmeyi, tekelleşmeyi ve aşırı düzenlemeyi içerdiği, toplum düzeyinde, kolektivizm ve konformizmden körü körüne itaate ve diğer totaliter düşünce kalıplarına kadar uzandığı, bu temelde hukukun üstünlüğü altında medeni, liberal bir devleti yeniden kurmanın zor olduğu – bu yüzden eski yapıların ve düşünce kalıplarının sökülmesi ve üstesinden gelinmesi gerektiği” ve bu nedenlerle totaliter komunist sistem çalışanlarının yeni demokratikleşme sürecinde tasfiye edilmelerinin zorunlu ve gerekli olduğu vurgulanmakta idi.

Konseye göre demokrasiye geçiş sürecinin hedefleri; hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına ve çeşitliliğe saygıya dayalı çoğulcu demokrasiler yaratmaktır. Seçim özgürlüğü, fırsat eşitliği, ekonomik çoğulculuk ve karar alma sürecinin şeffaflığı ilkelerinin hepsinin bu süreçte oynayacağı bir rol vardır. Kuvvetler ayrılığı, medya özgürlüğü, özel mülkiyetin korunması ve sivil toplumun geliştirilmesi, ademi merkeziyetçilik, silahsızlanma, tekelleşme ve bürokratikleşmenin ortadan kaldırılması gibi bu hedeflere ulaşmak için kullanılabilecek araçlardan bazılarıdır. Demokrasiye geçiş sürecinde başarısız bir yol izlenmesi durumunda pek çok tehlike ortaya çıkabilecektir. En iyi ihtimalle, demokrasi yerine oligarşi, hukukun üstünlüğü yerine yolsuzluk ve insan hakları yerine organize suç hüküm sürecek, en kötü ihtimalle ise yeni filizlenen demokrasinin şiddetli bir şekilde devrilmesi olmasa bile, totaliter bir rejimin yumuşak bir restorasyonu sonucu doğabilecektir. Barış içinde bir arada yaşamanın ve başarılı bir geçiş sürecinin anahtarı, intikam peşinde koşmadan adaleti sağlamanın hassas dengesini kurmakta yatmaktadır.

Avrupa Konseyi bu amaçla, yeni demokratik bir sistemin kurulabilmesine imkan sağlanabilmesini teminen eski totaliter komünist rejimlerde üst düzey görevlerde bulunan ve onları destekleyen kişilere yönelik olarak idari tedbirler almayı gerekli bulduğunu belirtmekte idi. Bu önlemlerin amacı, geçmişte demokratik çoğulcu ilkelere hiçbir bağlılık veya inanç göstermeyen ve şimdi onlara geçiş yapmak için hiçbir ilgi veya motivasyonları olmayan, yetkilerini demokratik ilkelere uygun olarak kullanacaklarına güvenilmeyen kişileri hükümet gücünü kullanmaktan alıkoymaktı. Avrupa Konseyi  genel olarak, bu önlemlerin birkaç kriterin karşılanması halinde hukukun üstünlüğü altında demokratik bir devletle uyumlu olabileceğini vurgulamakta idi.

‘Arınma hakkı’ suistimal edilemez!

Bu kriterlere göre, suçluluk, kolektif olmaktan ziyade bireysel olmak zorundadır ve her bir vakada kanıtlanmalıdır. Savunma hakkı, suçluluğu ispat edilene kadar masumiyet karinesi ve mahkemeye başvurma hakkı güvence altına alınmalıdır. İntikam hiçbir zaman bu tür önlemlerin bir amacı olamaz ve sonuçta ortaya çıkan aklama sürecinin siyasi veya sosyal olarak kötüye kullanılmasına izin verilmemelidir. Aklamanın amacı, suçlu olduğu varsayılan insanları cezalandırmak değil – bu, ceza hukukunu kullanan savcıların görevidir – ama yeni ortaya çıkan demokrasiyi korumaktır.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin kılavuz ilkelerine göre lustration/arındırma uygulamalarının odak noktası temel insan haklarına ve demokratikleşme sürecine yönelik tehditler olmalıdır. Lustration sürecinin siyasi veya sosyal olarak kötüye kullanılmasına izin verilemez.

Ayrıca Avrupa Konseyi, ‘arındırma yasalarına’ dayanarak görevlerinden alınan çalışanların prensip olarak daha önce kazanılmış mali haklarını kaybetmemeleri ilkesini kabul etmektedir.

Arındırma politikaları üzerinde yapılan incelemelerde, bu tedbirlere maruz kalan kamu çalısanlarından ilk sırada yer alanlar; işkence, insanlığa karşı suçlar ve ağır insan hakları ihlallerine sebebiyet veren veya bu suçlara ortak olan, bu suçların işlenmesi sürecinde insiyatif alan üst düzey güvenlik bürokrasisine mensup kamu görevlileridir.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Ukrayna, Arnavutluk, Polonya, Litvanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde eski komünist seçkinler iktidarda kalmaya devam etmiş, bürokrasi ve kamu görevlileri de eski görev ve yetkilerini devam ettirmişlerdi. Bu liberalleşme sürecinde ekonomik kaynakların devlete ait şirketlerin eski yöneticilerinin elinde yoğunlaşmasına ve “oligarşik” bir ekonomik ve politik sistemin doğmasına yol açmıştı. Bu nedenle demokratik bir seçim ve parlamenter sisteminin kurulması ve kamu yönetiminde etkin bir dönüşümün sağlanması konusunda toplum, birçok zorlukla karşı karşıya kalmıştı.

Temel amaç, hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi inşaa etmek

Hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı gibi değerlere dayalı çoğulcu bir demokrasi inşa etmek temel amaçtı. Anayasal demokratik devlet, kamu görevlilerinden; insan onuruna saygı, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları gibi temel değerlere bağlılık talep etme hakkına sahipti. Anayasal demokrasi ancak bu değerlerin kamu görevlileri tarafından etkin bir şekilde korunmasıyla mümkündü. Devlet bürokrasisindeki yetkililerin davranışları, vatandaşların kamu makamlarına olan güveninin kaybolmasına neden oluyordu. Merkezi ve yerel düzeydeki hükümet organları, vatandaşların haklarının ihlali, yolsuzluk ve anayasa ve yasaların hiçe sayılmasıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı hale gelmişlerdi. Arındırma politikalarının uygulamaya konulması, vatandaşların hükümete olan güveninin yeniden tesis edilmesini ve yolsuzluk seviyesinin en aza indirilmesini sağlayacaktı. İşte bu temel amaç ve ilkeler çerçevesinde Ukrayna, Arnavutluk, Macaristan, Polonya, Litvanya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde arındırma politikaları devreye sokuldu.

Örneğin Ukrayna’da kamusal hizmetlerde Lustration/Arındırma uygulamaları 5 ve 10 yıllık sürelerle kamu hizmetlerinden uzaklaştırma yaptırımı şeklinde idi. 10 yıllık kamu hizmetlerinden uzaklaştırma uygulamasına tabi tutulan kişiler; üst düzey kamu görevlerinde az bir yıl süresince çalışan kamu görevlileri, asker, polis, adli veya idari görevlerde bulunan kişiler, Komünist Parti’de üst düzey görevlerde bulunan kişilerle Sovyetler Birligi döneminde KGB de gizli ajan olarak çalışmış olanlar ve Kamu Görevlileri İlkeleri Yasasını ihlal ederek kendilerini zenginleştiren kişiler olarak belirlenmişti.

Demokrasinin ‘savunma mekanizması’

Arınma hakkı esasen kendini savunan, kendi kendisini koruyan demokrasinin ve militan demokrasinin; demokrasiyi yok etmek isteyen kişilere karşı geliştirdiği bir savunma mekanizması olarak uluslararası hukukta kabul görmektedir. Ancak Avrupa Konseyi ilkelerine göre arındırma uygulamaları; kişinin insan hakları veya demokrasi için önemli bir tehlike oluşturacağına inanmak için geçerli nedenlerin bulunduğu pozisyonlarla, yani iç güvenlikle ilgili hükümet politikalarının ve uygulamalarının oluşturulmasında veya yürütülmesinde önemli sorumluluk içeren atanmış devlet görevleriyle sınırlı olmalıdır.

Aynı şekilde kolluk kuvvetleri, güvenlik ve istihbarat servisleri, yargı ve savcılık gibi insan hakları ihlallerinin emredilebileceği veya işlenebileceği devlet kurumları açısından da arındırma işlemleri uygulanabilir. Ancak bu tür üst düzey devlet egemenliğini kullanan görevliler açısından dahi her halükarda suçun şahsiliği ilkesi çercevesinde mutlaka kişinin hangi eylem ve işlemleri ile demokratik devlet düzeni için tehdit olusturduğu, hangi eylem ve işlemleri ile kişilerin temel hak ve özgürlüklerini ihlal ettigi, insanlığa karşı suçların öznesi konumunda olduğu ispat edilmelidir. Lustration/Arındırma; siyasi iktidar tarafından muhalifleri tasfiye aracı olarak kullanılamaz, suistimal edilemez ve kötüye kullanılamaz.

(Makalenin 2.Bölümünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Lustration Uygulamalarına yer verilecektir).

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. islam adına, “DEVLET” mekanizmalarının bir anlamı kalmadığı günümüz dünyasında daha net bişekilde anlaşılmış olmalıydı. (maddi kılıç kınına girmiştir)

    Dİğer bir konu “ADALET” ise, siyasi bir mekanizma olmaktan öteye gidemedi, bu durum en gelişmiş batı medeniyetlerinde de daha belirgin hale geldiğini son on yılda öğrendik, veya kabul etmek zorunda kaldık. Hayallerimiz inkisara uğradı

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin