Kent hırsızları…

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Bundan tam 448 yıl önce 1572 yılında Mimarbaşı Sinan’a nâehil kişilere yapı inşa ettirmeme yetkisi verilmişti. Şehirdeki güvenli yapı inşası ile ilgili denetim yetkisi baş mimardaydı ve ehil olmayanlara müsade etmiyordu.

Yani yüzlerce yıl önce bile bina yapmak, insanlara yaşayacakları bir mekan oluşturmak çok ciddi konulardı. Üstelik bu tür konular devletin en önemli meseleleri arasında görülüyordu.

Bugün de, tıpkı geçmişte olduğu gibi, ülkedeki en önemli birkaç meseleden birisinin kentleşme olması gerekirdi. Bunun ‘Laz Müteahhide’ bırakılmayacak kadar hayati bir mesele olduğu anlaşılmalıydı. Bu mesele hakkında ülkenin sanatçıları, düşünürleri, entelektüelleri, siyasetçileri daha çok kafa yormalı, insan yüzlü, yaşanabilir kentlerin nasıl oluşturulacağı konusunu çok daha fazla konuşmalıydık. 

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Böylesine hayati bir mesele Türkiye’de müteahhitlerle, köyünü şehre taşıma derdindeki gecekonducuların ufkuna bırakıldı. Üstüne üstlük Doğu Karadenizli yap-satçı bir müteahhit yıllarca Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak görev yaptı. Bunun Tecavüzcü Coşkun’un aile bakanlığı yapması gibi bir şey olduğunun farkına bile varmadılar.

Türkiye’de belediye başkanı olmaya, kent yönetmeye her zaman bu tarz insanlar talip oldu. Hayattaki en büyük amacı arsasına, arazisine imar ruhsatı çıkarmak, imarda tadilat yaptırmak olan bu insanların yönettiği şehirlerin felah bulma ihtimali olabilir mi?

Kentin kimliği, geçmişi, birikimi, hatırası, hafızası, şehri yönetenlerin hiçbir zaman umurunda olmadı. Onlar evleri, şehirleri insanların ‘yaşayacağı’ mekanlar değil de para kazanılacak bir ürün olarak gördü. Üstelik o ürünleri de en kötü en kalitesiz şekilde ürettiler.

Sorun ekonomik değil vizyon ve anlayış sorunuydu.

Bu insanların yönettiği Türkiye’de deprem olur, binalar çöker, insanları göçük altında kalır, televizyonlar deprem uzmanlarını çıkarır, onlar aynı cümleleri tekrar tekrar söylerler ama kimse ciddiye almaz. Yetkililer en ağdalı cümlelerle geçmiş olsun mesajları yayınlarlar, bir sürü koruması ve özel şoförü olan adamlar deprem bölgesine gider, ne denli üzgün olduklarını her cümlede belirtirler.

Sonra kamuoyundaki infiali azaltmak için çöken binaların müteahhitleri gözaltına alınıp, tutuklanır. Saatler sonra göçük altından birisi kurtarılır ve onun hikayesinden herkes kendi kahramanlık hikayelerini yazar. Bu durum beş senedir, on senedir, yirmi senedir, otuz senedir hiç değişmez hep böyledir.

Her depremden sonra, kendini ülkedeki her iyi şeyin tek sebebi olarak gören hükümetin, konu yıkılan binalara gelince en küçük bir suçu yoktur.  Belediye yönetimlerinin, binalara ruhsat verenlerin, çürük zeminleri imara açanların, inşaatları denetlemeyenlerin, rüşvet alarak her şeye göz yumanların hiç ama hiçbir suçunun olmadığını bir kere daha anlarız.

Olsa olsa tek bir suçlu vardır o da müteahhittir, O binalarda oturmayı tercih eden halk da müteahhide yardım ve yataklık etmektedir. Üstüne bir de kader eklenince yöneticilerin hepsi bir anda sütten çıkmış ak kaşık olur.

Müteahhidin suçluluğu da kamuoyu ilgisinin kaybolmasına kadardır. Yaptığı bütün binalar Yalova’da çöken 17 Ağustos depremindeki kayıpların en büyük sorumlularından biri olarak tutuklanan Veli Göçer’in birkaç sene yattıktan sonra serbest bırakıldığını ve tekrar müteahhitlik yaptığını hatırlayalım.

ÇÜNKÜ ÇALDILAR

Oysa imar affı denen şey, hırsız belediyecilerin rüşvet alabilmek için yapılırken hiç müdahale etmedikleri binaları, hırsız hükümetlerin çaldıklarının yerine Hazine’ye para koyabilmek için kaçak ve çürük binaları yasallaştırmasından başka bir şey değildir.

Selçuklu’dan, Osmanlı’ya kadar bundan asırlarca önce kentler, çok daha ciddiyet ve ileri bir vizyonla yönetiliyordu. Maalesef yüzlerce yıl sonra bugün şehirleri kaotik köylü kafalar yönetiyor.

Bu kaotik köylü kafalılığın üzerine bir de hırsızlığın eklendiğini düşünebiliyor musunuz? Hırsızlık konusunda partilerin hiçbir farkı olmadığını da belirtmekte fayda var. Son depremde 114 kişinin hayatını kaybettiği İzmir’i yıllardır CHP’li belediyelerin yönetiyor. Fark görebiliyor musunuz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. İnsanları, aidiyetleri üzerinden aşağılayan, “laz müteahhit”, “doğu karadenizli” gibi saçma sapan ithamlarda bulunmak. Bölge insanının, aptal ve hırsız olduğunu, toptancı ve ön yargılı olarak hedef almak.
    Yapı denetim denen birşey var. Bu gibi işler kimsenin insafına bırakılmıyor. Ülkede adalet sahiplenilmediğinden, yapı denetim yapan, Mimar Alev ŞAHİN gibiler işinden, hatta özgürlüğünden oldu, sahip çıkan olmadı. Devletin yasası, yönetmeliği var.
    Eğer bu şekilde toptancı bir yorum yapacaksak, bu millet parasını ve vergisini verdiği binada, bir kolonun arasında, günlerce sıkışıp, aç, susuz ölmeyi hak ediyor. Bir de güzelleme yapayım. Aldığı konutu, mezar olarak da değerlendirmiş oluyor.

  2. Bir suru onurlu durust hakkaniyetli calışkan terbiyeli laz arkadasım oldu , toplumda lazlar icinde cogunlukta olduklarını da gordum. Yazardan bir duzeltme bekliyorum. Yandaş tabiri dogru olurdu Laz tabiri yanlış oldu. Hatta samanyolunda gezi programında maceracı Trabzon Rize arasında bakımlı bir bahce ve evin kapısını calip kapıyı açan Siyah çarşaflı teyzeye bahce ve bakımlı ev icin ovguler soylediginde Teyzenin ovguye tepkisi kendine ozgu sivesiyle “hepusunu Allah verdu deyip çat diye kapıyı kapatmak oldu” tam bir mumin tavrı sergiledi, benim tuylerimi diken eden bu anı hic unutmuyorum. Lazlar bu memleketin en calıskan inandıgı meselede en saglam duran topluluklarından biridir , sahsen onlarla iftihar ediyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin