Kemiksiz nifakın keskin dili

YORUM | REŞİT HAYLAMAZ

Şüphe yok ki Kur’ân’ın ana konularından birisi de nifaktır.

“Münâfikûn” adıyla müstakil bir sûrenin varlığı, herkesin malumu.

Ne var ki adamlarla ilgili beyanlar bu sûreden ibaret değil; neredeyse yirmi katı beyan var!

Evire çevire Allah (celle celâlühû) bize, adamların karakterlerini, hâdiseler karşısındaki duruşlarını, yenilikler söz konusu olduğunda eylem ve söylemlerini resmediyor.

Peki, neden?

Nifak, sadece nüzûl asrının problemi değil de ondan. Endâm aynasında teraziye çıkabilmemiz için kulağımıza küpe olması gereken kriterleri veriyor, Kur’ân.

Yolların ayrıldığı noktada yoldan çıkmamak için yürümemiz gereken yolu işaretliyor, Allah (celle celâlühû).

Peki, ne diyor?

Müthiş bir benlik vurgusu var; her şeyden önce, kendinden başkasına tahammülü olmayan tipler olarak resmediyor, onları.

Buna bağlı olarak büyüklenme, herkese tepeden bakma var; İbn-i Selûl gibi bir alçak, kendini Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi bir Peygamber’den bile aziz görebiliyor!

İstikrar yoksunu ve kaypaklar.

Kendilerini gölgede bırakacak her şeye ve herkese düşmanlar.

Ne var ki görüntüleri imrendirici ve çalımlı, sözleri de keskin.

Sanki, tencere-tava çarşısının pîri; adamların dükkanında her şeye bir kulp var!   

Kalplerinde olmayanı söyleseler de sözlerine yemini kalkan ve payanda yapıyorlar.

Zaten, kuru kalabalıkları aldatan da onların bu yönleri.

Gerek İlâhî Beyân’da gerekse Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerinde açıktan resmedilen bu adamlara ait beyanları bize anlatan da yine Kur’ân. Daha farklı bir ifadeyle, İbn-i Selûllerin sözünü de ebedîleştiriyor, Kur’ân!

Ötesi yok ki! Adamlar, Allah’a da Resûlullah’a da düşmanlar!

Allah yolunda başa gelen en küçük sıkıntının faturasını, Allah’a ve Resûlü’ne kesmekte hiç gecikmiyorlar! 

En küçük bir akabede yan çizen bu tipler, “Allah ve Resûlü, bize sâdece boş ve kuru vaatlerde bu­lundu.” bile diyebilmişler!

Her fırsatta Allah Resûlü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) dişlemişler; zekat ve sadakaları tanzim edişine dil uzatmışlar. Şahsına zerresini haram gören Peygamber’den, bütününü yandaşlarına peşkeş çekmesini istemişler! Onların doymak bilmeyen bu yönlerini anlatırken Kur’ân, nirengi noktasını işaret ediyor:

“Bu mallardan kendilerine verildiği zaman hoşnut olurlar ama verilmeyince hemen kızıp öfkelenirler!”

Dahası da var; Kur’ân’ın ifadesiyle bu zâlimler, Allah ve Resûlü’nün kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağını zannediyorlar!

“Âyet”, “Hadîs” deyince cinnet geçirmiş gibi oluyorlar; dolayısıyla, “Allah” diyene de tavırlı, Peygamber’den bahisler açanla da hasımlar.

Onun içindir ki “Biz de şehadet ederiz ki sen Allah’ın Resûlü’sün!” şeklindeki tabasbus endamlı sözlerini yüzlerine vuruyor, Kur’ân.

“Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da size katılamadık; ne olur, bizim için Allah’tan af dile!” şeklindeki yaltaklanmaları da öyle.

Çünkü, alternatif tabyalar geliştiren, hatta bunun için mabed görünümlü karargâhlar kuranlar da onlar.

Halbuki, ehl-i imanı saf dışı edebilmek için adamlar, “Resûlullah’ın etrafındaki fakirlere infak etmeyin, destek olmayın ki dağılıp gitsinler!” şeklinde kampanya bile yapmışlar!

Ehl-i imana kötülük dokunduğu gün onlar için bayram; hayır ve bereket görmek ise hüsran üstüne hüsran!

Allah yolunda harcamayı angarya ve ziyan sayar ve bunu samimâne yapanların başına bela ve musibet gelmesini istiyorlar. Farkında değiller ki istedikleri bela ve musibet kendi başlarına dolanacak!

Oturup kalkıp mü’mini dişleyen nifakın kankası, şüphe yok ki ehl-i şirk ve küfürdür! “Ne olur ne olmaz, başımıza felaket gelebilir ve şimdiki durumumuz değişebilir, onun için biz tedbirimizi alalım” diyerek her dâim onlara sinyal veriyorlar.

 İnsî şeytanlarla baş başa kaldıklarında, ‘Emin olun biz sizinle beraberiz. Onlarla sadece alay ediyoruz!’ şeklindeki beyanları, ehl-i şirk ve küfür nezdinde de gayet makbul.

Açık-kapalı onlara bilgi aktaran, psikolojik savaşın verilerini sağlayan, ehl-i imanı yok etmeye matuf strateji ve tabyalarına destek verenler de yine onlar. 

Ne var ki canları tatlı, malları da çok kıymetli!

Bu sebeple onlar, risk ihtiva eden hiçbir yerde görünmüyorlar.

Korkunun kokusunu aldıklarında, üzerlerine ölüm baygınlığı çöküyor; göz­leri dönmüş ve melül melüller!   

Korku gidince, sivri ve keskin dillerini çıkarır, incitmek için ısırmadık yer bırakmazlar! 

Mazeretleri de hazırdır ve hiç bitmez:

Bu sıcakta sefere mi çıkılır?

Savaşmayı bilseydik sizinle beraber biz de sefere çıkardık!

Ben kendime hâkim değilim; beni fitne ile sınamayın!

Evlerimiz korumasız; başında kalmamız lazım!

Kiminle aşık attığınızın farkında mısınız; bütün dünya sizin karşınızda birleşti; yarınınız yok ve beyhûde uğraşıyorsunuz!

Her şeyi ve her zamanı aynı anda gören ve bilen bir Zât’ın haberini verdiği beyanlar ne kadar da tanıdık!

Şayet bir muvaffakıyet varsa hemen yanaşır ve “Biz de sizinle birlikteydik!” der, menfaatten nasiplenmek isterler.

Ne var ki görüntünün iç açıcı olmadığı yerde dilleri çözülür ve didiklemeye başlarlar:

Sözümüze kulak verselerdi böyle öldürülmezlerdi.

Şayet bize de itibar edilse, sözümüz dinlenseydi burada öldürülmezdik!

İşkenceye uğratılarak öldürülen zavallılara yazık oldu! Onlar ne çoluk ço­cuklarının içinde rahatça oturabildiler, ne de adamlarının elçiliğini yerine getirebildiler. 

Ey Medîne halkı! Bugün sizin için tutunacak bir yer yok; artık geri dönün.

Neyse ki biz daha önce tedbirimizi almıştık; sorununuzu nasıl çözerseniz çözün!”

Kendi keyif ve konforunu merkeze koyan ve hiçbir şey olmamış gibi arkalarını dönüp giden adamlardan sâdır olan cümleler bunlar. 

Allah ve Resûlü’nün hükmüne davet edildiklerinde yüz çeviren bu tipler, genel tablo ve ortaya çıkacak sonuç lehe döndüğü andan itibaren tam bir itaat ve inkıyâd insanı oluverirler.

Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) harîmine dokunduğu, akla hayale gelmedik hakaretler ettiği ve Ensâr ile Muhâcirîn’i bile karşı karşıya getirdiği günün sonunda, “Yâ Resûlullah! Vallahi, billahi; yeminler olsun” diye söze başlayan ve “Ben öyle bir söz söylemedim! Kim bu sözü size taşımışsa yalancıdır, Efendim! Sonsuz saygılarımı sunar, mübarek ellerinizden öperim!” diyebilen, dilbazlığı ve kurnazlığıyla vaziyeti kurtarmaya çalışan bir İbn-i Selûl’e yakışan da budur!

Dahası da var.

Kelime cımbızlamada üstlerine yoktur; bağlamından kopardıkları kelimelere kendince anlam yükleyerek her hayırlı beyanı bile tahrif etmek isterler.

İşlerine gelen, yürümek istedikleri cihette esen her rüzgâra alkış tutan bu tipler, kendi eksenlerinde dönmeyen her şeye, herkese ve her söze mesafelidir! 

Fark edildikleri yerde manevra yapmada da üstlerine yoktur:

Dillerine pelesenk olan söz, “Biz sadece ihsan ve muvaffakıyet talep ediyoruz!” şeklindedir. “Ayıptır!”, “Günahtır!” “Fesat çıkarmayın!” denildiğinde “Biz de mü’minleriz! Biz, sadece barışçıyız; ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!’ demek de onlara ait bir manevra. 

Ne var ki ihtişamlı görüntülerinin altında müthiş bir korku ve endişe vardır; saklamak istedikleri gerçek yüzlerinin gün yüzüne çıkacağından, günü gelip de foyalarının döküleceğinden ürperir, hayatı korku ve endişe üzere yaşarlar.

Yani, ürkek ve titrektirler!

Yine Kur’ân’ın ifadesiyle zıp zıp yaşayan bu tipleri aslında, yüz ifadeleri, ambalajladıkları beyanları ve bu beyanlarını yansıtırken kullandıkları ses tonu ele vermektedir.

Acaba Kur’ân, şartlar ne olursa olsun herhalükârda ve herkesten hizmet bekleyen ve çizgileri dışındaki herkesi insafsızca ve kılıç gibi dilleriyle ölümüne dişleyen bu omurgasız tiplerden neden bu kadar sıklıkla bahisler açıyor? 

Malum, hiç kimseye Allah (celle celâlühû), başkasının hesap defterini tutma gibi bir vazife vermedi ve hepimiz kendi muhasebemizi yapmak zorundayız.

İşte, Rahmânî bir ayna ve işte şaşmaz bir şablon!

Yüreği yeten, kendini bu terazide tartsın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Reşit Hocam bu ifritten dönemde, tastamam Hak ve Hakkaniyetten yana, sünnetten süzülüp geldiğini hissettiğimiz (liyakatimiz olmasa ve künhüne vakıf olamasak da) yaklaşımınızla, münafıkların ve fitnenin gözüne parmak sokmadan, bir olgu olarak fitnenin kendisini tedaviye müteveccih yaklaşımınızı örnek almaya çalışmalı olduğumuzu düşünüyoruz. Allah(CC) sizi ve sizin vesilenizle Hocamızı ve fitne anında Efendimiz(SAV) anlayıp, hayatımıza hayat kılma konusunda meccanen inayetini lutfeylesin. Zira, psikolojik harp dehaları, sebepler planında her türlü iç ve dış enstürmanla çok sinsi çalışıyor. Hatta belki sizlerle aynı platformda yazdırıyor… Herşeyin doğrusunu Allah bilir. O bizi muhafaza eylesin.

  2. Cok muhterem hocam, gerek bugün Wise Institute daki programinizi gerekse bu yazinizi manalandirmakta zorlaniyor ve uzuntu duyuyorum.

    Eger mevzu gündemdeki konular ise Hz. Ömer in acikligi ile netlestirilmesi gerektigini dusunuyor iken ayni mevzuda daha dikkatli olunmasini gerektigi kanaatindeyseniz lütfen izah ediniz, biyi dogru olana gerekceleriyle yönlendiriniz. Saygilar, Sevgiler.

  3. “Düşman mechûl olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habîs (fenâ) olur. Aldatıcı olursa fesâdı daha şedîd (şiddetli) olur. Dâhilî olursa zararı daha azîm olur. Çünki dâhilî düşman kuvveti dağıtır, cesâreti azaltır. Hâricî düşman ise bil‘akis asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti (dayanıklılığı) artırır. Nifâkın (münâfıklığın) cinâyeti İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâm’ı zelzeleye ma‘ruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân, ehl-i nifâka fazlaca teşnîât ve takbîhâtta bulunmuştur (fenâlık ve kötülüklerini i‘lân etmiştir).” (İşârâtü’l-İ‘câz, 76)

    Ayrıca münâfıklar hakkında tafsîlât için, bakınız; (İşârâtü’l-İ‘câz, 76-130)

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin