YORUM | M. NEDİM HAZAR
Ne güzel kendi halimde sanat/sinema yazıp çizen biriydim.
Siyasal İslam ülkeyi o kadar politize edip kamplara ayırdı ki, mesleğinizi öğrenen hemen siyasi bir soruyu yapıştırıyor yüzünüze.
Markete, berbere ve hatta geçen gün dişçiye gittiğimde de benzer sorular ile karşılaştım.
Bugünlerde ise sorular bir mat başlığa toplanmaya başladı.
Bu durum TR724 okurları için de geçerli.
Bir sanat ya da sinema yazısı yazdıysam, pek okuyan ve paylaşan olmuyor.
Sanırım okur, lisan-ı münasiple “Bu zamanda sanata sinemaya ayıracak vaktimiz yok” mesajı vermek istiyor.
Doğru ya da yanlış tartışmasına girecek değilim.
Ve fakat anlıyorum ki en azından seçime kadar (yani umuyorum) bu mevzudan başka bir şeyin yazılması pek istenmiyor.
Şahsen çok arzu ederdim okurlarımla sadece sanatı konuşmayı ama öyle bir ütopya yok şimdilik.
Her neyse…
Yaklaşık 7 yıldan beri bir kez bile televizyonu açmadım, dersem inanın bana.
En azından TV yayını izlemedim.
Belki birkaç Dünya kupası maçı filan o kadar.
Gerçi onların bile büyük çoğunluğunu dijital platformlardan takip ettim, yalan yok.
Bu sebeple, günlük siyasi dozumu sosyal medyadan, haftalık bilgilendirmeyi de Youtube gibi mecralardan alıyorum.
Farkında mısınız bilmem ama Erdoğan rejiminin baskıcı tutumu, dijital medyayı konvansiyonel medyanın önüne geçirmiş durumda.
Ben de pek çok meslektaşım gibi önemli bulduğum isimlerin Youtube videolarını izliyor, bilgileniyorum.
Sürekli takip ettiğim mecralardan biri de Özgürüz (Radyo) isimli dijital yayın yapan Can Dündar yönetimindeki kanal.
Can Dündar ile Altan Sancar’ın her Cuma yaptıkları haftalık değerlendirme programından çok istifade ettiğimi söylemek isterim.
Biri genç ve Ankara’nın kaliteli gazetecisi, diğeri büyük bir tecrübe ve sürgünde.
Neyse, bu tür program analizlerini de başka yazıya bırakalım.
Dündar ve Sancar’ın bu haftaki söyleşisindeki bir bölümdü, yukarıdaki soru:
“Kaybederlerse giderler mi?”
Rahmetli Mehmet Ali Birand ile meslek hayatım boyunca çok sınırlı sayıda bir araya gelmişimdir. Ancak, biri röportaj diğeri G. Saray’ın UEFA finalleri olmak üzere epey yakından tanıma ve mesleğe dair deneyimlerini dinleme şansım oldu.
Hatırlayanınız olacaktır, geçtiğimiz gün merhum Birand’a sorduğum bir soru ve cevabından bahsetmiştim.
Soru: Bir gazetecinin aptalca soru sorma hakkı var mıdır?
Cevap: Aptal soru yoktur, aptalca cevap vardır!
Daha önce ihtiyaç duymadığım için sohbetin devamını aktarmamıştım.
Şöyle devam etmişti rahmetli meslek büyüğüm:
“Aptal değil, yanlış soru vardır. Ve soru yanlış bile olsa doğru cevabı verebilecek zeka çok azdır!”
Dolayısıyla “Kaybederlerse giderler mi?”nin yanlış bir soru olduğunu düşünüyorum.
Hayır, yanlışlık çoğul yerine tekil kip kullanmak ilgili değil.
Doğru soru şu olmalıdır: Kaybeder mi?
Daha açık yazayım: Recep Tayyip Erdoğan 2023 cumhurbaşkanlığı seçimini kaybeder mi?
Öyle ya, önce kaybetmeli ki, gidip gitmeyeceğini sonra tartışalım.
Kaybetmesi için ise seçimlerin yapılması lazım!
Şahsen hala seçimlerin yapılabileceğinden çok emin değilim.
Bunun için farklı gerekçelerim var.
En birincisi, olaya seçim değil, Erdoğan yani özne perspektifiyle bakmam.
Hiçbir tek adam, totaliter rejimin tepe ismi, kaybedeceği seçimi yapmaz.
Tıpkı Putin gibi şartları oluşturur ve gemisini yürütmeye devam eder.
Hem de ömür boyu, hatta kendisinden sonraki dönemi bile kurgulamak ister.
Tarihteki büyük kanlı olayların çoğu kralların kendilerinden sonraki dizayn için döktükleri kanlarla oluşmuştur.
Şunu açık yüreklilikle söylemek isterim; deprem olduğundan beri Erdoğan’ın asla bir seçim havasına girmiş gibi durumu yok.
Hatta tersine, şaşırtıcı derecede suskun ve korkutucu derecede sessiz.
Bunun iki sebebi olabilir.
Ya seçimleri yaptırmayacak ya da çok büyük dalavereler çevirecek.
Yapar mı, yapamaz mı bilemem.
Bunu anlayıp, önlemek muhalefetin işi.
Üzülerek belirteyim ki, ben bu seçimden umutlu değilim.
Sebebi, Türk halkının Erdoğan efsunu ya da çıkar kurnazlığı değil.
Büyük Anadolu İrfanı’nın büyük bir kandırmaca olduğunu ve bundan dolayı öfkeli olduğumu daha önce yazmıştım.
Erdoğan’ın işi şansa bırakmayacak şekilde pek çok senaryoya hazırlandığını düşünüyorum.
Bunun içinde kaçmak da var, ülkeyi teslim etmeyip iç savaş çıkarmak da.
Eğer bir şekilde punduna getirir ve bu sefer de “atı alan Üsküdar’ı geçerse” emin olun ilk olarak gelecek yerel seçimleri iptal ettirmeyi deneyecek ve “Ne gerek var yerel yönetim seçmeye, valiler gibi ben atama yapayım” diyecektir.
Zaten kayyumluk müessesesini dibine kadar tepe tepe kullanmıyor mu?
HDP belediyelerine ilave olarak CHP belediyelerine de kayyum atadı mı, mesele kalmaz!
Bakınız, seçime iki aydan daha az bir süre kaldı.
Siz hiç iktidar cenahında bir seçim heyecanı görüyor musunuz?
Medyası, trolleri ile rakip baskılamaktan bahsetmiyorum.
Erdoğan’ın vatandaşı ikna etmek için siyasi bir hareket yaptığını gördünüz mü?
Bambaşka gündemi var çünkü.
Nasıl olur da seçimleri kendi lehime götürürüm, derdinde olduğundan eminim.
Bunun için Muharrem İnce’den Hüdapar’a, İyi Parti içindeki Ergenokonculardan Kürt siyasetinin içindeki Truva atlarına kadar herkesi kullanacaktır elbette.
Ama esas enerjisini ve mesaisini seçim hilelerine ayırdığına eminim.
Dolayısıyla, kaybetse gidip gitmeyeceğinden önce, kaybedip kaybetmeyeceğini tartışmalıyız.
Yanlış soru, yanlış cevaplarla vakit kaybettirir zira.
Sadece vakit değil hatta koca bir ülke kaybedilebilir!
Söylemiş olayım.
SİNEMA NIN HER ŞEY OLDUĞU YILLAR….
1980 öncesi..
Şehrimizin tek sinema salonu..
Her yeni film gösteriminde ağzına kadar dolardı..
İşte bu sinema salonuna o yıllarda İstanbuldan bir NOKTA diye hatırladığım bir tiyatro grubu gelip gösteri yapıyordu. İlgi çok büyük olunca polisler hem güvenliği sağlıyor, hemde salona girişlere nezaret ediyorlardı..
Bileti olan herkes içeri girdi…
Dışarıda ona yakın çoçuk kalmışız.. Biletimiz olmadığından, başladıktan sonra çaktırmadan içeri girme planı yapmışız..
Ve polislerde içerde kapının önünde gösteriyi izliyorlar..
Biz on haylaz çocuk, içeri girme teşebbüsünde bulundukça polisin engeli ile karşılaştık..
Sonraki teşebbüslerimizde polis mahalle çocuğu gibi bizi kovalamaya başladı…
Anlayacağınız polislerin tiyatroyu izleme zevkine darbe üzerine darbe vuruyorduk..
Sonunda polisler uzakta bekleyen ve sürekli taciz eden biz on kadar çocuğu içeri davet ettiler..
Korku ile karışık tek sıra halinde bir kaç polis eşliğinde bizi içeri özel bir köşeye aldılar…
SONRA..
Bir bir dışarı çıkarıldık ve kapı eşiğinde dizilen polislerce tokatlana tokatlana ve tekmelerle def edildik..
Bunu niye mi anlattım??
Taaaaa
Kürt meselesinde ki ÇÖZÜM SÜRECİNDE, dağdakileri bile ülke içine çağırarak adeta polislerin bize yaptığı planı yaptığını o yıllarda anlıyordum. Hepsini bir köşeye toplayacak ve topluca imha edecekti diyordum… Sonunda hendek savaşları ile bunu yaptı…
Yoksaaa
Niyet bu olmasaydı eger, hiç mümkün mü hem dağlardan bir bir çağır, kucak aç, sonra tarihde görülmemiş ölçekte şehirlerle beraber imha et…
İnsan bu kadar ani değişken olamaz… Ancak çözüm süreci bir plandı ve toplandı, açığa çıkarıldı ve imha edildi…
15 Temmuz da uzun bir plandı..
Sonra olanlar oldu..
Şimdide bir plan yapılıyor ve atı alan Üsküdarı geçecek..
At yakalansa işte o zaman kıyamet kopacak…
Sanki
ATI YAKALAMAYA KİMSENİN CESARETİ YOK…
Erdoğan ve şürekasının, siyasi bir dahi olduğunu söylemek zor değil.
Eğer öyle olmasaydı, bir atın üzerinde 2 dk duramayan Erdoğan’ın, Anadolu irfanının üzerinde 20 yıldır tepinmesi kolay olmazdı.
“Eniştemden öğrendim, saat şuydu, yok şuydu ya da şuydu” demesi bile o dehanın ürünü. Karşısındaki, “Doğru olan, doğru bildiği, düşündüğü neyse onu söylüyor. Önceden düşünülen bir senaryo olsa böyle geri zekalıca cevaplar verir mi?” deyip inanıyor.
Erdoğan, işletmedeki “iyi reklam, kötü malı kolay batırır” ilkesini, siyasal propogandaya uyguluyor. Eğer 20 yıllık aşınmış, pörsümüş, vıcık vıcık olmuş politikalarının savunuculuğunu yapsa, yarardan çok zarar göreceğinin farkında. Helallik istemesi de ondan…
Huylu huyundan vazgeçmez.
Seçimlere kadar kim bilir daha kaç defa pot kıracaktır ama ana propoganda yöntemi olarak gerginliğin arttırılmasının kendi yararına olmadığını bildiği için yükseltmeyecektir.
Umudu öldürmek, ümitsizlik pompalamak faydalı bir eylem değil. Ümidimiz kadar varız ve ümidimiz kadar insanız. Eli kalem tutan, kelimeleri şpe dizen sizin gibi üstadlar için bu tarihi bir misyondur: Öyle bir ümid kamçılamalısınız ki adam çalmaya cesaret edemesin, iç savaşı hayaline getirmesin.
Suskunluklarının nedeni şok olmaları olamaz mı? Mehmet Şimşek hayır dedi, Erbakan hayır dedi, anketler hayır diyor, Bahçeli ile acil tıplantı yaptı, Kılıçdaroğlu HDP ile görüştü. Ümitsizlik dua yerine geçebilir. O güçlü kaleminiz ümide hizmet etsin. 7 yıl mezarda gibi hissedenler bari iki ay kendine gelsin. Belki bu iki ay insanlara iyi gelecek. Sizin dediğiniz gibi her şey kötüye gitse bile iki ay ümitli yaşayacağız. Ama şimdiden ümitsiz olursak iki ayımız da kötü geçecek. İki ay uzun bir zaman. Çoğu hastalık 40 günde iyileşiyor. Kanser hastalarına bile son günlerini moralli geçirlmesi için terapi yapılıyor. Bırakın en azından iki ay ümitvar olalım. Kimseye zararı olmaz. Ama bu yazılar ve analizler karanlık ruhumuzu daha da acıtıyor.