YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Aydın’ın Efeler ilçesinde yaşayan Emel B. önceki gün eşini bıçaklayarak öldürmekten yeniden tutuklandı. Bu olay meydana gelince Emel B.’nin beş yıl önce Nisan 2017 tarihinde sevgilisi Tolga Arslan’ı da bıçaklayarak öldürmekten 15 yıl hapis cezası aldığını, üç yıl hapiste kaldıktan sonra pandemi gerekçe gösterilerek iki yıl önce tahliye edildiğini öğrendik.
Emel B. cinayet hükümlüsü olarak girdiği cezaevinden üç yıl sonra tahliye olduktan sonra Doğukan B. ile tanışıyor ve evleniyor. Emel B. birkaç gün önce, bu kez şiddetli geçimsizlik yaşadığı eşi Doğukan B.’yi kalbinden bıçaklayarak öldürüyor.
Önceki cinayetin de son cinayetin de tüm detaylarını bilmediğim için buradan bir hüküm vermek istemem. Ancak ne olursa olsun adam öldürmekten hüküm giymiş birisinin kısa sürede iyi haline karar verilmesi ve açık cezaevine alınması, ardından tahliye edilmesinin adaletin tahakkuku açısından anlaşılır bir tarafı yok.
İşte bunun gibi koronavirüs salgını gerekçe gösterilerek tam 200 bin kişi tahliye edilmiş. Bu rakamın neredeyse tamamı adam öldürenler, uyuşturucu ticareti yapanlar, tecavüzcüler, sübyancılar, mafya elemanları gibi, kişi hakkına girerek suç işleyenlerden oluşuyor.
Devlet kişilere karşı işlenen suçlarda öylesine lakayt, hakkı ve haddi olmadığı halde öylesine bağışlayıcı ki! Devletin kişilere karşı işlenmiş suçlardaki lakaytlığı sadece pandemiyle açıklanacak gibi de değil.
Salgın öncesinde de kendisine karşı yapılmamış suçlarda son derece kayıtsız davranışları vardı. Kamuoyunda çok tartışıldığı için yeniden hatırlatacağım Aralık 2019 tarihinde Ordu’da Ceren Özdemir isimli Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisi katledilmişti. Onu öldüren Özgür Arduç bir cinayet suçundan 2005’ten beri cezaevinde kalırken, açık cezaevine alınmış, açık cezaevine alınmasını fırsat bilerek firar etmiş, yakalanınca da Ordu Kapalı Cezaevine konulmuştu. Ancak yine iyi hali gerekçe gösterilerek bir kere daha açık cezaevine alınmış, Özgür Arduç buradan da firar etmişti. Firar ettikten sonra hiç tanımadığı Ceren Özdemir’i kalbinden bıçaklayarak öldürmüştü.
Devletin kaygısızlığı bir katili toplum içine salıp gencecik bir kızın ölümüne sebep oldu. Katil Özgür Arduç’un açık cezaevine çıkması, firar ve yakalanma sürecindeki ihmal iddialarına ilişkin ailenin yaptığı itiraz ise Ordu 1. Sulh Hakimliği tarafından reddedildi. Yani açık ve aleni lakaytlık yargı tarafından örtbas edildi.
Ülke cezaevlerinden kolaylıkla salınarak toplumun içine salınanların işlediği suçlar bu iki tane değil elbette. İnternette küçücük bir araştırma yaptığınızda bir anda önünüze yüzlerce vakanın çıktığını göreceksiniz.
Adam karısını pompalı tüfekle vuruyor, “kasten adam öldürmeye teşebbüs” ve “silahla tehdit”ten suçlu bulunuyor ama hemen tahliye ediliyor. Bunun gibi her gün yüzlerce binlerce olay yaşanıyor Türkiye’de. Ama Digitürk iptal etmek, fakir çocuklara yardım etmek suçlamalarıyla tutuklananları ise ne pandemi ne de başka bir gerekçe ile salıveriliyorlar.
Düşünün Türkiye’nin en önemli tasarımcılarından, uluslararası bir sanatçı Fevzi Yazıcı yasaların yazmadığı bir sebepten dolayı tam altı yıldır tutuklu. Bunun gibi yüzlerce akademisyen, doktor, öğretmen, gazeteci yıllardır ve kararlılıkla hapiste tutulmaya devam ediyor. Bunların tamamı da Fevzi Yazıcı gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ve evrensel hukuk kurallarının suç saydığı bir fiille itham edilmiyorlar.
Bir daha tekrar etmiş olayım, Türkiye Cumhuriyeti’nde kişilere karşı işlenen suçlarda devlet fazlasıyla lakayt.
Bu ülkede iktidarı kullananların ciddiye aldığı cezalandırmalar haricinde herkes hapisten ve cezadan kurtulabilir. Yani devlet yetkisini kullananların cezalandırmaya bakış açısı gerçek katil ve suçluları salıverirken, kendine rakip gördüklerini en acımasız şekilde cezalandırma esasına dayanmaktadır. Vatandaşlarının canlarını ve mallarını, gerçek suçlulardan korumak için topladıkları vergi ve harçları kendilerine rakip gördüklerini ortadan kaldırmada kullanıyorlar.
Katilleri ve tecavüzcüleri sudan sebeplerle salıveren Türk yargısı yasak olmasına rağmen hamile kadınları, hasta insanları ısrarla, kararlılıkla ve hukuka karşı aymazlıkla tutukluyor. Hamile Aslı Ünlü, Ceyda Nur Eroğlu, MS hastası felçli Şerife Sulukan gibi sayısız kadın, Sıddık Güler, Bilal Konakçı, Yusuf Özmen, Ahmet Zeki Özkan gibi hasta tutuklular ısrarla tahliye edilmiyorlar.
Hamile kadınların tutuklanmasına şarkıcı Demet Akalın bile isyan ederken Türkiye siyaseti üç maymunu kararlılıkla oynuyor.
Bu vebal tek başına iktidarın suçu değil elbette. Ülkede yetki kullanan herkesin boynunda iki cihanda taşıyacakları bir utanç levhası olarak duruyor.
Katilleri salıverip, kadınlara musallat olan bu alçak düzenin utancından iktidarından muhalefetine, İslamcısından solcusuna, askerinden polisine, yargıcından savcısına kimse kurtulamayacak. Bu günah hepinizin boynunda…
Hamile kadınların, yasalara aykırı bir şekilde tutuklanmasına, ülkenin bütün siyasileri, aydınları, kadın dernekleri tek kelime etmezken, itiraz ve isyan şarkıcı Demet Akalın’dan geldi. Tek başına bir şarkıcının itirazı bile bunları dehşete düşürmeye yetti.
Akalın’ın söylediği ‘’Sarma yapmaktan hapis mi yatılır’’ cümlesinin toplumsal bir illüzyonu bozmasından ödü kopan karanlık dünyanın yamyamları, tehdit ve şantajla şarkıcıya attığı mesajları sildirmek zorunda bıraktılar. Bu ecinni yamyamlar, hamile ve hasta olarak tutuklanan kadınların, fütücü ve bylockcu olduğu sihirli cümlelerini insanlara fısıldayarak, illüzyonun bozulmasını engellediler.
Tıpkı Nazi Almanyasındaki gibi! Nazilere göre bir insan Yahudi olarak doğmuşsa her türlü zulmü ve insanlık dışı muameleyi hak ediyor demekti, ayrıca suç işlemesine gerek yoktu.
Katiller ‘tekrar cinayet işlesin’ diye serbest bırakılırken, katiller ve hırsızlar ile mücadele edecek yiğitleri zindana atıyorlar. Asıl sorun ise toplumun bunu kabullenmesi.
Hamile kadınlar tutuklanırken asıl maksatın bebeğin tutuklanması da söz konusu olabilir. Annesinden cezaevi koşullarında yeterince eğitim alamayacak, çocuk olduğunda sosyal çevresinden de yeterli desteği alamayacak. Böylelikle bir tane fetönün yetişmesi engellenmiş olacak. Fetöyü yok etme taktikleri sadece bugünü kapsamıyor. Çocuklar ve torunları da kapsıyor. Çünkü onlar da o çevrede zehirlenecekler. Ama cezaevinde kontrol altındalar. Sosyal faaliyet ve çevre sıfır. Bazen çocuklar dışarıda kalır anne ve baba içeri alınır. Bu sayede anne ve baba sosyal bağı üzerinden çocukların zehirlenmesi engellenmiş olur. 6-10 senelik bir kopukluk akıllarınca nörotransmitterlerin deşarj olmasına ve soksktaki insan kültürüyle yetişmesini sağlayacak. Kısa devre yapmak gibi. Yani çekirdek aileyi parçalamak zehirli düşüncelerin sonraki nesle akışını engelleyecek diye düşünülüyor. Zehirli düşünceleri aile bazında imha etmeye karar vermişler. Yani Allahın varlığını ve birliği düşüncesini aileyi parçalamak suretiyle bir blokaj, bir kesinti oluşturmak suretiyle yok etmek istiyorlar. Bu zehirli düşünceye sahip aileler hedef alınmaktadır. Görünürde bireyler hedef alınıyor gibi görünmekte ama asıl hedefte olan ve savaş açılan ailelerdir. Anne ile çocuk kopmalıdır. Baba ile çocuk kopmalıdır. Hatta anne ile baba kopmalıdır. Hamile bir kadında bebekle ilişkiyi koparmak söz konusu değildir. O zaman bunları dışarıda bırakmak yerinr içeri alınır. Anne ve bebeğin daha sonra çocuğun ilişkisi cezaevi şartları gibi tamamen devletin kontrolünde olan ortamlarda gerçekleştirilir. Bir aileyi hem sosyal çevresinden soyutlamak, bu sayede çevreye zararlı düşünceler aktarmasını engellemek, hem soy bağını kırmak için o aileye ne yapabiliriz diye düşündüğünüzde karşımıza cezaevi taktiği çıkıyor. Bu aileleri ruh hastası diye akıl evlerine de tıkayabilirdi. Yada uygurlar gibi kamplara da alınabilirdi. Devlet içine sızan çeteler ise cemaati terörize ederek zaten onların düşüncesine göre cemaat Allahı anlatmak suretiyle zaten yeterince terörist, zehirli düşüncelere sahip olarak düşünüyorlar. Cemaat aslında cemaat değil, bu düşüncedeki bireyleri kendi düşüncelerindeki gibi insanlara da inandırdılar. Bu sayede cezaevlerini toplama kampı olarak kullandılar. İnsanlar bunu cezaevi sanıyor çünkü üstünde cezaevi yazıyor ama bunlar toplama kamplarıdır. Yani insanları şöyle de aldatabilirlerdi. Bu insanlar ruh hastasıdır diye insanları inandırdıktan sonra insanlar panik yapacaktı. Bunların akıl hastalığı yada içlerine giren cin bize de bulaşabilir ve bizde lanetlenebiliriz diye. O zaman insanlar kötü ruhlardan kurtulmak için garip davranışlara girecekti. Ve bu sefer toplama kampları akıl hastaneleri olacaktı. O zaman yer açmak için şizofrenleri erkenden hastaneden çıkaracaklardı. Yani çeteler kendilerini devlet gibi gösterdiği gibi toplama kamplarını da cezaevi olarak gösteriyor. Aileleri parçalama birimlerini de mahkeme olarak gösteriyorlar. Madem buna inandık o zaman ateş sizin anlattığınız gibi düştüğü yeri yakacak.