AHMET KURUCAN | YORUM
Haftada iki gün yazıyorum. İlgi alanıma giren olaylar hakkında değil haftada iki gün, hergün hem de bir kaç yazı yazabilirim. Başım dönüyor olayları takip ederken. Kaldı ki çok da takip ediyorum sayılmaz. Günde iki defa bazen üç defa 10’ar 15’er dakikalık zaman dilimlerinde bakıyorum ‘ne var ne yok’ diye.
Bugün yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda o konulardan biri üzerinde yorum yapmaktan vazgeçtim. ‘Dertleşelim’ dedim bugün, bayram tebrik mesajları üzerinden.
“Nereden çıktı bu!” demekte haklısınız. Arz edeyim; iki gün önce cep telefonuma aldığım notlara bakıyordum. En son bayramda aldığım notlar önüme düştü. Bayram tebriği notları idi bunlar. Şu başlığı atmışım: “Aldığım en anlamlı bayram tebrik mesajları!”
Çıkış noktası burası. Onun için gelin bugün o mesajlardan bir kaç tanesi üzerinden gönül diliyle konuşalım karşılıklı.
Malum bayramlarda bir mesajlaşma adeti başladı. Bizim çocukluğumuzda uzakları yakın eden böylesi mesajlar mektup ve kartpostal yoluyla olurdu. Şimdilerde telefon mesajları tercih ediliyor. Normal. Artık teknoloji çağında olduğumuzu köylerdeki dede ve ninelerimiz bile kabulleniyor, hatta kullanıyor.
Garip mi? Değil. Her çağ, kendi dilini kendi inşa ediyor.
Mesajlara gelince, bazı insanlar kendi kelime ve cümleleri ile ifade ediyor hissiyat ve düşüncelerini. Bazılarıysa önceden yazılmış, anlam yüklü metinleri tercih ediyor. Yön veriyor okuyanlara, ışık olup yollarını aydınlatıyor o mesajlar. İşte o anlamlı mesajlardan birkaçını saklamışım. Şimdi gelin, hep birlikte okuyalım:
Birincisi: “Kardeşini sırtlayıp dağa çıkarmakta olan bir adama: “Yükün ağır” demişler. Adam cevaben: “Bu benim yüküm değil ki; kardeşim” demiş.”
Ne kadar anlamlı değil mi? Bugün kardeşlerin birbirine dava açtığı, miras için mahkemelere düştüğü, yıllarca süren küslüklerin olduğu bir dünyada, bu anlayıştan o kadar uzaklaştık ki sormayın gitsin. Oysa biz eskiden kardeşe “kardeş” değil, ‘karındaş’ derdik. Aynı annenin karnında yatmış olmanın o eşsiz bağını ifade ederdi bu kelime.
İkincisi: “Bir bilgeye; “Birinin sana gerçek kardeş olduğunu nasıl anlarsın?” demişler. Bilge cevap vermiş: “Kaygımı taşır, halimi hatırımı sorar, eksiğimi gediğimi kapatır, hatalarımı bağışlar, bana Allah’ı hatırlatır.” demiş. Peki demişler “Senin O’na karşılığın ne olur? “Gıyabında dua ederim…”
Bir düşünelim, bu özelliklere sahip bir kardeşlik kurabildik mi? Ya da böyle bir kardeşliğe layık olabildik mi? Kaygısını taşımak, hatalarını bağışlamak, Allah’ı hatırlatmak… Bütün bunlar ne kadar içten ve samimi dilekler.
Son mesaj: “Allah yolunda kardeşlik ellerin gözlerle ilişkisine benzer: Gözler yaşardığında eller yaşlarını siler. El ağrıdığında gözler onun için yaş döker…”
Ne kadar güzel bir benzetme değil mi?
Efendimiz’in (sas) hadisinden ilhamla, vücudun azaları gibi kardeşlerin de birbirine destek olması gerektiği anlatılıyor. Rekabet yerine yardımlaşmayı seçen bir ilişki… Ne yazık ki bunu giderek kaybediyoruz gibi geliyor bana.
Şimdi muhasebe zamanı. Kardeşiniz veya kardeşleriniz var mı? Varsa kardeşler arasındaki ilişkileriniz bu düzeyde mi? Yük mü görüyorsunuz onları yoksa yük görenlere karşı, “O benim kardeşim!” deyip onu sırtlıyor musunuz?
Evet, “Bu akşamüstü tadını çıkara çıkara yudum yudum kederleniyorum.” der Nazım Hikmet. Ben de bu yazıda kederlenmedim ama dertleştim sizlerle. Siz farkında olmasanız bile. Bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim.