ABDÜLHAMİT BİLİCİ | YORUM
Farklı inanç, kültür ve fikirlere sahip insanlar arasında köprüler kurmaya çalışan Washington’daki Rumi Forum’un 25. yıl galası ve diyalog ödül törenine giderken, bir sene önceki törende hiç planlama yapmadan ortaya çıkan o çok etkileyici tablo gözümde canlandı.
Gazze ve Ortadoğu’da yaşanacak korkunç acı ve kanlı olayların fitilini ateşleyen Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve sonrasında yaşananlar, tüm dünyayı büyük bir karamsarlığa boğmuştu. İsrail’de yüzlerce sivili hedef alan terör saldırısına karşı İsrail’in verdiği cevap, misillemeyi kat kat aşarak Gazze’de katliama, hatta soykırıma dönüşmüştü.
Yeryüzünde vicdanını yitirmemiş tüm insanların kanını donduran bu olayların dehşet verici düzeyde tırmandığı günlerden aylar önce, 2023’ün ödül sahipleri belirlenmiş ve tören tarihi, 7 Ekim’den tam bir ay sonra, 8 Kasım olarak duyurulmuştu. Ödülün verileceği isim, Filistinli ve Yahudi çocukların birlikte şarkı söylediği Kudüs Gençlik Korosu’nun kurucusu, değerli bir müzik ve barış insanı, Yale mezunu bir Yahudi olan Micah Hendler idi.
Ödülü verecek kişi ise kardeşini intifada sürecinde şehit vermiş olmasına rağmen barış idealine daha fazla sarılarak bu konuda liderlik yapmaya başlayan ve Micah’ın uzun zamandır samimi arkadaşı olan Filistinli Müslüman Aziz Abu Sarah’dı. 3. dünya savaşı spekülasyonları eşliğinde Ortadoğu’da adeta kıyamet koparken, devasa krizin bomba gibi ortasına düştüğü başkent Washington’daki bu sahne, sizin için de çöl ortasında bir vahayı ya da daha gerçeküstü bir durumu çağrıştırmıyor mu?
Birbiriyle kanlı bıçaklı iki toplumdan gelen bu isimlerin verdiği barış, sağduyu ve insanlık mesajları, o mütevazı salonda bir araya gelen herkes gibi bana da insanlığa karşı umudumu yeşerten müthiş bir etki yapmıştı. Endişelere rağmen Rumi Forum ödülü iptal etme ya da değiştirme yoluna gitmemiş, tam da şiddet ve nefret yangını tüm ufukları sarmışken barış ve insanlığın yanında durduğunu fiilen kanıtlamıştı. Karşılıklı anlayış ve barışa müzik vasıtasıyla sunduğu katkısı nedeniyle ödüle layık görülen Micah’ın şu sözleri, o gün olduğu gibi bugün de vicdanın sesiydi: “İsrailli ve Filistinli çocukların gözyaşları arasında hiç fark yok; bana ikisi de aynı geliyor.”
Bir yıl önceki bu tabloyu hatırlayınca, bu yılki ödül töreninin zamanlama ve içeriğine de biraz daha dikkatli baktım. Bu kez de özellikle planlanmamış olmasına rağmen hem şaşırtıcı bir zamanlama hem de had safhada kutuplaşıp gerilmiş bir topluma, Rumice verilmiş bir mesaj vardı.
Ödül töreni, 12 Kasım Salı olarak belirlenmiş aylar öncesinden. Bu tarih, Amerika’da alabildiğine kutuplaşmış tarafların kozlarını paylaşacağı 5 Kasım başkanlık seçiminin tam bir hafta sonrasına denk düşmüştü.
Törenin yapıldığı şehir, Kamala Harris’in aldığı yüzde 90’lık oy oranının da gösterdiği gibi Demokrat Parti’nin en güçlü kalelerinden biri olan başkent Washington’dı. Törenin yapıldığı salon ise sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın dikkatlerini odakladığı Beyaz Saray’a iki dakika mesafede, efsane aktör Charlie Chaplin, ABD başkanları Roosevelt, Carter, Reagan, Obama ile dünya liderleri De Gaulle, Gorbaçov, Yeltsin, Mandela, Dalai Lama gibi isimlerin toplantılar yaptığı tarihi Ulusal Basın Kulübü (National Press Club) idi.
Rumi Forum’un 25 yıl önce imkânsızlıklar içindeki kuruluş hikâyesinin o günlerin şahidi Prof. Zeki Sarıtoprak tarafından anlatıldığı salonda, hemen yanı başında, dünyada yaşanan aşırı karamsarlık ve gerginliğin aksine müthiş bir sükûnet ve umut havası hâkimdi. Birbirine zıt siyasi görüşlere, farklı inançlara sahip insanlar, geçimlerini Uber şoförlüğü, mutfak restorasyonu ve öğretmenlik gibi işlerden sağlayan Amerikalı ve Türk musikişinas gönüllülerin oluşturduğu Sufi Melody grubunun mistik ezgileri eşliğinde hoşça sohbet ediyor, birbirleriyle kucaklaşıyorlardı.
Atılan tohumlar çiçeklere dönüştü
Başka bir ortamda olsa birbirine selam vermeyecek, belki kavga edecek insanların, Hz. Mevlânâ’dan ve kısa süre önce Mevlâ’sına kavuşan, derneğin onursal başkanı Fethullah Gülen Hocaefendi’den ilhamını alan bu çatı altında karşılıklı saygıya dayalı muhabbet ve diyalogları, sanki gerçeküstü denecek düzeyde bir umut tablosu oluşturuyordu.
Erzurum’un bir köyünde, oldukça mütevazı şartlarda dünyaya gelmiş bir Müslüman âlimin attığı tohumların, dünyanın her köşesinde nasıl rengârenk çiçeklere dönüştüğünü anlatan tanıtım videosunu, salonu dolduran seçkin Amerikalı misafirlerin gözüyle izlerken, böyle örnek bir insan hakkında kendi ülkesinde sarf edilen çirkin sözlerin anlamsızlığını ve o hakaretleri sabah akşam tekrarlayanların zavallılığına acımamak mümkün değildi.
Törende kısa konuşmalar yapan Georgetown Üniversitesi öğretim görevlisi Ori Soltes, Washington DC Metropolitan Polis Departmanı Ruhani Danışmanı Stephanie Bernstein, Rumi Forum’un Amerikan başkentindeki diyalog çalışmalarıyla ilgili takdirlerini belirtirken, dünya çapında barış, eğitim ve iyilik hareketine ilham kaynağı olduğu için Fethullah Gülen’i hayırla yâd ederek taziyelerini paylaştılar.
Ödül verilen isim, Washington’daki Müslüman topluma ait en eski camilerden Muhammed Camii’nin imamı Dr. Talib Şerif, dikkat çekici kişiliği, duruşu, hayat hikâyesi ve tüm toplum kesimleriyle kurduğu saygın, sıcak ilişkisiyle dikkat çeken bir tercihti. Konuşmasında, “Biliyor musunuz, bugün benim doğum günüm.” deyince, içimden “Bu kadar olur, hiçbir şey tesadüf değil.” demekten kendimi alamadım.
İmam Talib, ABD Kongresi’nin bir oturumunu ilk kez dua ile açan asker kökenli bir Müslüman isimdir. Beyaz Saray’da Müslümanların özel günleri vesilesiyle düzenlenen programların müdavimi olan bu lider, hem Başkan Biden hem Obama’dan ödül alacak ve kurultayına onur konuğu olarak davet edilecek kadar Demokrat Parti’nin saygı duyduğu bir isimdir. Aynı zamanda, tekrar başkan seçilen Cumhuriyetçi Trump ve yakın çevresiyle de yakın bağları olan bir liderdir. Hava Kuvvetleri’nde 30 yıl din adamı olarak görev yaptıktan sonra, en yüksek rütbe olan “chief” sıfatını kazanmış örnek bir vatandaş olarak bilinir.
“Fethullah Gülen, insanlığa hizmeti her şeyin üzerinde görüyordu”
“Güzel bir insan, güzel bir ruh.” diye tanımladığı Fethullah Gülen’i sağlığında ziyaret edip birlikte biraz zaman geçirdiğinde ona âşık olduğunu ve cenaze törenine katılma onurunu yaşadığı için kendini şanslı gördüğünü belirten İmam Talib, Gülen’in bir ülkede başlayan barış, eğitim ve diyalog seferberliğinin artık tüm dünyaya yayılmış büyük bir miras olduğunu görmekten duyduğu mutluluğu ifade etti. Hepsi buram buram bilgelik kokan konuşmasından not aldığım bazı satırlar şöyleydi: “Ahlaki açıdan mükemmel bir karakteri olan Fethullah Gülen, insan olmanın anlamını kavramıştı. Hepimizin, onun gibi, insanlığa hizmet etmeyi her şeyin üstüne koyan ve bize hayatı vereni mutlu edecek şekilde bir hayat yaşaması gerekmiyor mu? Parmak izimizin de gösterdiği gibi her birimiz tekiz, özgünüz. Peki, bu dünyada nasıl bir iz bırakacağımızı düşünmemiz gerekmiyor mu? … Benim felsefem üç temele dayanıyor: İnsan, plan ve azim. Çatışmaların temelinde nefret var, onun da kaynağı bilgisizlik; insan bilmediğinin düşmanıdır. Bu hastalığın tedavisi de eğitimle, anlayışla ve bilgelikle mümkündür.”
Ödül takdim konuşmasını yapan, Beyaz Saray’ın inanç gruplarıyla ilişkilerini koordine eden kıdemli danışmanlarından Rahip Thomas L. Bowen, Fethullah Gülen’in barış ve eğitim için katkılarına vurgu yaparak başsağlığını ifade etti. Ardından dostu İmam Talib’i şöyle anlattı:
“Her cuma günü onun camisine gidip verdiği hutbeyi dinler ve İmam Talib’i yakından tanırsanız, onun tüm insanlık ailesini ayrım yapmadan bir bütün olarak gören, hep barış mesajı veren ve söylediklerini yaşayan saygın bir inanç insanı olduğunu görürsünüz.”
Her şeye rağmen umutlu olmak için çok sebep var
Tüm bu güzel özelliklerinin yanında, İmam Talib’i farklı kılan belki de bir diğer özelliği, Türkiye’deki baskı rejiminin yurtdışına da uzanan karanlık propaganda ve tehditlerine aldırmadan, bizzat tanıdığı Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında cesurca düşüncelerini paylaşması, cenazesine katılması ve tarihi bir süreçte bu ödülü kabul etme cesaretiydi.
Fethullah Gülen’in vefatının hemen ardından ve her yerde kutuplaşma, nefret ve savaş tamtamları çalarken, onursal başkanlığını yaptığı bir derneğin öncülüğünde böyle renkli bir toplantının yapılabilmesi ve oraya damgasını vuran huzur, barış, bilgelik ve anlayış atmosferi, hem onun mirasının yaşadığının hem de fikirlerin birer ütopya veya fantezi olmadığının somut bir kanıtıydı.
Her şeye rağmen umutlu olmak için çok sebep var. Rumi Forum Direktörü İbrahim Anlı’nın konuşmasında espriyle hatırlattığı gibi: “Dünyada barış için elde bir nal var, geriye kaldı üç nal ve bir at.” İmkânsız değil. 25 yıl önce ilk adım atarken Washington’un göbeğinde böyle bir toplantı yapmak belki hayaldi, ama işte gerçek oldu. İnandıktan sonra, daha fazlasını hayal etmeye neden engel olsun?
Neler kaybettiler neler…
Onca gayret ve gözyaşına rağmen bu toplum neden böyle cahil ve vicdansız olabiliyor. Yanlış olan ne?! Her şeye imtihan deyip kenara çıkmak mesuliyet duygusuyla ne kadar örtüşür ki…
Bilmiyorum, sadece yürüyorum, başka bildiğim bir yol yok.