PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Kanayan bir yara Türkiye. Siyasi bir mesele değil bu. Varoluşsal, dirlik ve düzenlikle alakalı, insanların mutluluğuyla ve güvenliğiyle ilgili bir sorun. Giderek kakofonide yitip gidiyor, duyulmaz oluyor seslerimiz. Rasyonel bir biçimde, net bir kafayla, zinde bir dimağla problemleri tespit edip çözmek yerine, devamlı patinaj yapıyor koca bir ülke, seksen yedi milyonluk bir topluluk. En basit, en pragmatik, hayata geçirilmesi en kolay çözüm stratejileri üzerinde bile anlaşamıyor insanlar. Herkesin yararına olacak, çocukların geleceğine olumlu yönde etki edecek ne kadar fırsat varsa birbiri ardına kaçırılıyor.
Durkheim’ın anomi dediği hal sanki. Karşılıklı sabotaj şehvetiyle ardı arkası kesilmeden birbirleriyle ölümcül bir mücadele içerisinde toplum kesimleri. Daha önce sayısını benim de unuttuğum birçok yazında dillendirmeye çalıştığım gibi, bu insan kolektifine toplum demek imkânsız. Birlikte aynı coğrafyada yaşamak mecburiyeti dışında bir arada tutan bir tutkalın kalmadığı bir insani çöl, toplu bir intihar gibi adeta; bilişsel, psikolojik, politik, ekonomik ve son olarak da fiziksel yok oluşa doğru bir amok koşusunda Türkiye insanları.
Kanayan bir yara, hem de bir tane değil! Hangi alana el atsanız orada bir dejenerasyon, bir negatif enerji, bir ahlaktan kopuş, bir hukuk tanımazlık, bir kuralsızlık, şiddet, vahşet, kötülük, başkalarından esirgenen. Ve bunun bumerang etkisini her gün hissediyorsunuz. Karşılıklı çok yönlü bir düello gibi, insan kümecikleri ötekileştirdikleri diğer grupları ortadan kaldırmaya çalışıyor. 100 yıldır devam eden “kimin dediği olacak” kavgasının metastaz yapmış son evre kanseriyle yüzyüze, bir tür şiddet sağmalı, bir korku tüneli, uyanma olmayan kâbus, karabasan sanki!
Toplum olmanın asgari koşulları karşılanmıyor ama bunun da ötesinde, artık karşılıklı çıkar dengelerinin sağladığı görece ateşkes, fırtına öncesi sessizlik, “pat” hali, “dehşet dengesi” de fayda etmiyor.
Bu sonsuza kadar devam edemez. Kopuş ve savruluş aidiyetsel-kimliksel alanda ilerledi ve geri dönülmez noktayı aşmaya ramak var. Ne zaman katarsis başlayacak? Bireysel yıkıntılardan oluşan bu toplumsu kolektifin onarılması için kritik momentumu kaçırmak üzere Türkiye. Herkesin devleti olamamış bir ceberut yapıyı ele geçirmek üzere devam ede gelen kör dövüşü, siyaset değil. Sürekli Makyavelist çıkar ortaklıkları üzerine toplummuş gibi davranmak ve kamuflajcı yaklaşım, artık fena sırıtıyor.
Samimi olmayan, kendisinden başka kaygısı bulunmayan, ötekileri yok sayan, konsensüs kaygısı olmadan geçici çıkar ortaklıklarıyla uzatmalara oynayan, dümene geçme kavgasında geminin kayalıklara bodoslama bindirmesini umursamayan, sıfır toplamlı bir yıkıcı harp kumarında kırıp döken gruplar, giderek iç savaş tarafları gibi davranıyor, köprüler atılıyor, iletişim kanalları yerine sahte, entrikacı, samimiyetten uzak maskeli balo her bir günü bir öncekinden daha çekilmez hale getiriyor.
İnsan grubu biz duygusuna ihtiyaç duyar. Kimliksel bir aidiyet yoksa, insanları zorla bir mekanda tutsanız da işbirliğini ve barışı sağlayamazsınız. Modern siyaset bu zorunluluğun ürünüdür. Amacı uzlaşı olan bu mücadelede esas, oyuncuların samimi uzlaşı arayışıdır. Bu uzlaşı arayışı ortak iyiye ulaşmak, mülayim asgari müşterekte anlaşmak, herkes için olumlu bir kazan-kazan oluşturmaktır. Eğer bunlar mevcut değilse, toplumdaki moleküler seviyedeki bir arada tutucu bağlar ortadan kalkar. İnsanlar – akıllı, eğitimli ve/veya varlıklı olanlar – ülkeyi terk etmeye başlar. Birilerinin sizi sürekli ortadan kaldırması tehdidi karşısında boşa kürek çekmek yararsızdır. Bu noktada ülke!
Bakın, dikkatinizi çekerim, bu yazdıklarım siyasetle falan alakalı değil.
Konumuz siyaset olmayalı çok uzun zaman oldu.
Esas mesele artık sosyolojidir. Çünkü siyasetin de ekonominin de neticede temelleri sosyolojiye – insana ve insan kolektifine – dayanır.
Kürtler bir kopuş yaşıyor. Bunu onlarca yazıda daha önce de incelemeye çalışmıştım. KHK’lılar derin bir kopuş yaşıyor, keza. Kendisini “Hizmet Hareketi” olarak algılayan geniş bir topluluk, kopuyor. Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Hristiyanlar, Ateistler – diğer irili ufaklı ötekiler, kopuyor. Kendisini yerli-milli ve ülkenin esas sahibi zanneden, sayıları azımsanmayacak bir kesim, sadece kendilerinin menfaatleri için diğerlerini silmiş, üzerlerinden geçmiş, sindirmiş, köşeye sıkıştırmış, canından bezdirmiş, korkutmuş, ötekileştirmiş, yabancılaştırmış!
Bu dinamik sadece iki kesimli bir güç mücadelesi değil, işin kötüsü. Yani ülkeyi kocaman iki grup arası mücadele alanı olarak göremiyoruz. Daha açık yazmak gerekirse eğer, sadece “iyiler” ve “kötüler” arası bir mücadele yok. Keşke öyle olsaydı! İtilen-kakılanlar da kendi aralarında kesinlikle birleşemiyor. Son sekiz yıldır bana sorduklarında – ve sormadıklarında! – hep aynı şeyi söyledim, gene onu söyleyeyim: Birleşmedikçe ve asgari müştereklerde anlaşmadıkça, dahası geçmişin bagajına dair acıları, eksikleri, yanlışları falan terk edip geleceğe odaklanmadıkça, muhalif kesimlerin bu rejim karşısında hiçbir şansları yok.
Bazen bunu gören bir avuç insan olduğunu fark edip dehşete kapılıyorum. Ciddi bir pesimizm ruhumu esir alıyor, Türkiye’ye dair ne varsa hep beni hüzünlendiriyor. Açıkçası ben yazmaktan yoruldum ama insanların okusalar da anlamadıklarını hissettiğim için. Yoksa milim ilerleme olduğunu gözlemlesem daha fazla yazacağım, daha fazla dillendireceğim. Ama maalesef yok! Bu sekiz yılın umut vermeyen bilançosu, toplumsu kolektif dediğim Türkiye beşeri genelini bedeli çok ağır bir sona yaklaştırdı.
Yara budur. Kanama basit bir bandajla durdurulabilme noktasından çok daha ciddi bir boyutta.
Ne olur elinizi vicdanınıza koyun. Ötekilerden kendinizi ayırmadığınız bir geçmiş nerede? Geriye doğru bir yolculuğa çıkın. Başka gruplardan, kabilelerden, mahallelerden, ideolojilerden, toplum kesimlerinden, sınıflardan, etnisitelerden, mezhep ve meşreplerden olan insanların o “öteki” kimliklerini görmeden, “biz” dediğiniz en eski tarih nerede? Gençlik yıllarınızda mı? Çocukluğunuzda mı? Ya da – yaşınız çok gençse eğer – hiç mi yok? Yahu, eğer bu hüzünlenmek için yeterli bir neden değilse, bizi ne hüzünlendirecek? Freud’un katarsis dediği, sorunun çıkma anını, travmayı görüp, duygusal boşalma yaşadığınız o iyileştirici an, bir gün gelecek mi?
Ben o anı inanın geçmişte kalmış birçok enstantanede bulabiliyorum. Bazen parkta arkadaşlarımla çekirdek çitlediğimiz bir bankta, bazen bir inşaatın musluğundan ağzımızı dayayıp su içerken, bazen bir 10 Kasım hüznünün dinginliğinde, bazen bir ramazan pidesi kuyruğunda, sırada, bazen Kayışdağı suyu için çeşme başında, plastik bidonların başında… Bazen bir elektrik kesintisi sırasında sessiz sinema oynarken, bazen pazarcının ikram ettiği kayısının lezzetinde… Bazen bir futbol maçının sevincinde, tutmadığım takımın Avrupa’daki galibiyetinden sonra, bazen kumsaldaki ateşin başında arkadaşın çaldığı gitarın Ege’deki aksinde… Bazen yaşlı bir teyzeyi yolun karşısına geçirmek için koluna girdiğimde, bazen bir arkadaşın cenaze töreninden sonra birkaç dost, iki damla gözyaşında… O an var. Kanamayı o anlar durdurabilir mi? Hayır! Ama o anlar umut.
Ülke kanıyor. İnsanların kalbi kanıyor. Tahammül yeterli değil. Sevgi ve istek, merhamet ve samimiyet, empati ve tolerans – o frekansı geri getirmemiz lazım. Dedim ya, konu siyaset değil!
Her dogum sancilidir. Demekki ucube sistemden kurtulusun sancilari bunlar. 100-150 yildir ucube sistem. Bunun sirf Türkiye nin ic dinamiklerle alakasi yok, yoksa örnegin insanlar cözüm sürecine onay vermezdi. Cok oyunlar var. Kürt Türk oyunu ve tahriki bunlardan biri, bunun bitmesini istemeyenler var(Daha cok dis ve ortaklari ic mikraklar). Arzi Mevut ve BOP fikrinden vazgececeksin, Hamasa bunu yaptiranlarda ve akabinde Filistin soykirimi yapanlarda kendine gelecek. Hic kimse hic kimsenin kölesi olmayacak. Secmece degil zülümlere karsi cikmak. Yoksa biz Kürt/Türk Aileyiz hicbir sorun yok.
Sirf Türkiyede degil dünya ve Batida kendini sorgulacak. Üstün irk ve sömürgeci, emperyalist yapisina son verecek.
Julian Assange bak. Yüksel Durgut un yazilarina. Biraz Dengeli ol! Erdogan gibi Hitabetim iyi diye kendini üstün görme.
Kesinlikle siyaset değil, mesele toplum. Toplumun hepsi mi yozlaşmış? Değil; hakkı olmayana el uzatmayan birey sayısı az değil. Peki yozlaşmış olanların sayıca çok olmaları mı yaşananların nedeni? Bence degil; namuslular namussuzlar kadar cesur değil. Kendim de o cesareti gösterebildiğimi söyleyemem. Peki neden bu korku!? Kurulu düzenini (konfor alanını) kaybetmek…
Korku, çıkar, ideolojik nefret, başka var mı?
Yunus peygamberin kavmine nasip olan bu topluma nasip olur mu, bilmem. Ancak böyle devam ederse, “içimizdeki beyinsizler” ve korkaklar yüzünden bedel ödenmeye devam.