YORUM | ERHAN BAŞYURT
Kanal İstanbul bir ‘hayal proje’ olmanın ötesinde artık…
Hükümet projeyi hayata geçirmek için düğmeye bastı.
45 kilometre uzunluğundaki ‘suni boğaz’ projesinin tamamlayıcı projelerle birlikte 75 milyar doları bulması bekleniyor.
***
Çevreciler, muhalefet partileri, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Montröcüler ayakta!
Tartışmalar 3 noktada düğümleniyor: Çevresel, stratejik ve maddi…
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⬇️
Projenin Çevre Etki Değerlendirme Raporu yayınlandı.
Raporu hazırlayan firmanın Yargıtay’da onaylanmayı bekleyen bir cezası olduğu ortaya çıktı.
Raporda imzası bulunanlardan biri de “Nuh Peygamber oğlu ile cep telefonu ile görüştü” diyen bir akademisyen(!)
Raporun tarafsız kaleme alınmış olması neredeyse imkansız… Yine de çevresel kaygıların haklılığına dair ciddi deliller sunuyor.
Sazlıdere Baraj Gölü ve onu besleyen tüm kaynakların ve derelerin yok edileceği, Küçükçekmece Gölü’nün de denizle birleştirilerek yok edileceğini kabul ediyor. Terkos Gölü’nün bir kısmı da direkt kanal projesinden etkileniyor.
Bu hat, 6 farklı alternatif arasında en az hafriyat çıkacağı için seçilmiş.
200 bin ağaç kesilmesi öngörülüyor.
Kanal üzerinden 5 karayolu ve 3 demiryolu geçişi planlanıyor.
Bu da Kanal kuzeyden güneye su kaynaklarını yok edip, çevreyi bozarken, köprülerle birleşen yeni otoyolları ve demiryolları ile ormanlık alanların doğudan batıya da büyük oranda etkilenmesi söz konusu olacak.
Yani kesilecek ağaç sayısı kat be kat fazla olacak.
Üstelik tüm bu güzergahların imara açılması, sosyal tesislerle donatılması da söz konusu olacak ki, bu ciddi bir ağaç talanının yanı sıra bitki örtüsünün değişmesi ve yaban hayvan hayatının olumsuz etkilenmesi ile sonuçlanacak…
İktidarın, çevre konusunda duyarsızlığı ve rant söz konusu ise talana kapı aralaması, muhaliflerin kaygılarını daha da büyütüyor.
***
İkinci tartışma konusu, projenin devasa maddi boyutu ve oluşturacağı rant alanı…
İktidarın tüm kamu ihalelerini 5 büyük şirkete ‘aslan payı’ olmak üzere, yandaş firmalara dağıttığı biliniyor.
17/25 Aralık süreci, ihalelerden ‘yüzde 10’ komisyon alındığını ve bunun faturasının da halka yüklendiğini ifşa etmişti.
Proje ne kadar büyükse, Hazine garantisi verilip kredilendirilen projelerden peşin alınan komisyon oranı da o kadar büyüyor…
Yine imara açılması planlanan kanal güzergahında henüz proje açıklanmadan 30 milyon metrekare alanın yakın zamanda el değiştirdiğini, en büyük pay sahiplerinin de 3 Arap firması olduğunu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu açıkladı.
Türkiye ekonomik krizle boğuşurken, tabii Boğaz hattı varken, suni bir kanala durup dururken milletin vergisinden 75 milyar dolar harcamaya ağır eleştiriler yöneltiliyor.
Proje, İstanbul’un imara açık olmayan, ormanlık ve su havzalarını da imara açıyor. Talana açıyor.
Yeni konut ve otel projeleri, otoyol ve köprü projeleri, limanlar, yat limanları, demiryolu projeleri… Oluşturulacak rant, talana paralel inanılmaz boyutta olacak…
İktidarı, bu ‘hayal proje’yi hayata geçirmeye iten şeyin de, bir ihtiyaçtan çok ‘ağızların suyunu akıtan’ bu rant olduğu, milletin kesesinden birilerinin cebine yok yere milyar dolarlar akıtılacağı iddia ediliyor.
Yolcu garantisi verilen Üçüncü Havalimanı ve bazı şehir havalimanları, geçiş garantisi verilen Osman Gazi Köprüsü, hatta hasta garantisi verilen dev şehir hastaneleri gibi, bu projenin de elzem olmadığı halde ‘rant’ ve ‘komisyon’ amaçlı olduğu ileri sürülüyor.
***
Üçüncü olarak öne çıkan tartışma konusu, stratejik boyut…
Türk Boğazları’nda geçiş trafiğini düzenleyen uluslararası anlaşma 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi…
Montrö Sözleşmesi sonrası tabii su yollarına ilişkin uluslararası teamül ve anlaşmalar, çok daha geniş serbest geçiş öngörüyor.
Montrö bu haliyle en azından savaş zamanı Türkiye’ye çok geniş bir yetki tanıyor.
Karadeniz’e girecek yabancı savaş gemilerinin tonajını ve süresini sınırlayarak buranın yeni bir sıcak çatışma alanı olmasını engelliyor.
Ticaret gemilerinin geçişlerini de güvenlik amaçlı belirli düzenlemeler kapsamında yapmalarını ve Türkiye’nin sağlık denetimine tabii olmalarını öngörüyor.
Yeni Kanal, tüm bu sınırlamalardan bağımsız olacak. Türkiye, bu kanalda tek söz sahibi olacak.
İktidar, tehlikeli madde geçişinin Boğaz’dan geçmesini engelleyeceğini ve Kanal’dan geçişe zorlayacağını belirtiyor. Bunun İstanbul’un güvenliğini artıracağını kaydediyor.
Muhalefet ise, Montrö’nün delineceğini, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin yüksek tonajlı savaş gemilerinin geçiş imkanı elde edeceğini ve Karadeniz’in barış ortamının yok olacağını kaygısını dile getiriyor.
Montrö’ye taraf ülkelerin durumdan rahatsız olup, bu sözleşmenin değişmesini isteyeceğini ve Türkiye’nin 1936’da elde ettiği kazanımlarını da kaybetmeyeceğine dikkat çekiyorlar.
İlker Başbuğ, Kanal’ın savunma zaafı oluşturacağını, Perinçek ise ABD teklifi olduğunu iddia ediyor.
Kanal İstanbul’un, Erdoğan’ın ABD’deki mal varlığı soruşturması karşılığında, ABD tarafından şantajla gündeme getirildiğini ileri sürenler bile var.
****
Türk Boğazlarının statüsü Türkiye’nin uluslararası alandaki siyasi gücü ve ağırlığı oranında değişkenlik göstermiştir.
İstanbul’un fethinden sonra Karadeniz tamamen bit Türk Gölü haline gelirken, İstanbul’un düşman işgali sonrası denetimi Türklerin elinden alınıp uluslararası bir komisyona geçmiştir.
Montrö, bu manada dönemin iktidarının yaklaşan savaş şartlarından yararlanıp elde ettiği ve barış zamanı kısmi savaş zamanı tam denetim elde çok ettiği önemli bir değişimdir.
Türkiye’nin uluslararası sistemdeki bugünkü siyasi ağırlığı yok denecek kadar azdır. Suriye’de Rusya ve ABD’nin iktidarı nasıl ‘şamar oğlanı’na çevirdiğine tüm dünya şahit oldu.
Bu şartlarda Montrö’nün yenilenmesi halinde, Türkiye’nin daha iyi bir statü elde etmesi neredeyse imkansızdır.
Montrö, ticaret gemilerine serbest geçiş hakkı tanımaktadır. Türkiye’nin, buradan geçen gemileri tamamen Kanal İstanbul’a yönlendirmeye hakkı da yoktur.
Oysa, Kanal İstanbul projesi başlangıç itibarıyla Kanal’dan yılda 50 bin, 2071’e kadar da yılda 80 bin geçiş öngörmektedir.
Gerçekçi olmayan bu gemi geçiş sayısı da tıpkı, yolcu, araç geçiş ve hasta garantisi gibi, havai bir öngörüdür.
Kanal İstanbul’un, Hazine garantisi verilerek yapılması halinde bile, devasa bir finansmanın halkın cebinden karşılanması ve halkın daha da fakirleşmesi demektir.
Çevre ve ranta ilişkin kaygıları ise ‘taraflı’ ÇED Raporu bile doğrulamaktadır.
***
Sonuç olarak, iktidar ‘Kanal İstanbul’ için kaybedeceği bir inatlaşma içine girmiştir.
Ekrem İmamoğlu’nun, rest çekerek proje ortaklığından çekilmesi ve proje karşıtlarının öncülüğüne soyunması, iktidara İstanbul’da hiç ummadığı üçüncü kaybı yaşatacaktır.
İktidarın geçmiş uygulamaları, Kanal İstanbul’a ilişkin kaygıların haklı dayanağıdır.
İktidar, kitlesel tepkilerin yükseldiği her projede geri adım atmayı adet haline getirdiği gibi tüm rantsal avantajlarına rağmen, yaklaşan seçimler nedeniyle bir kez daha geri adım atmak zorunda kalacaktır.
Daha başlangıçtaki tahmini maliyet -eğer artmazsa ki hemen hemen her zaman artar- 75 milyar USD doları. Yani bugünkü kurla söylesek 445 milyar TL’den fazla. Bu rakamın büyüklüğünü, daha geçtiğimiz günlerde konuşulan 2020 yılı Hükümet bütçesi gelir beklentisinin -eğer azalmazsa ki hemen hemen her zaman azalır- 957 milyar dolar olduğunu hatırlarsak daha kolay anlarız… Ya da daha basit bir anlatımla: Kardeşim, 75 milyar mı maliyet? Evet. Böl, 80 milyonluk nüfusa, kişi başı 937 Dolar mı? Evet. Evlisin ve Reisin dediğini yaptın, üç çocuğun mu var? Yani 5 nüfussunuz. Çarp, 5’e. Yaptı mı, 4.685 Dolar? Evet. Bugünkü kurla senin cebinden çıkacak para oldu mu 27.800 TL… “Reisime fedadır! ABD ve Avrupa’nın kafir ve zalimleri Reisimize diş bilerken, iç ve dış mihraklar oyun üstüne oyun kurarken paranın lafı mı olur?” teranelerine hala kulak kesiliyor, yıllardır tanıdığın akrabana ve kapı komşuna karşı işlenen zulme de hala gözünü yumuyorsan sana ne diyeyim !? Allah basiretini açsın; “iyi ama bütün bunlar ne için ve ne karşılığında?” gibi sorular sorabilme kabiliyeti ihsan buyursun…