YORUM | AHMET DÖNMEZ
‘Namluculuk Siyaseti’….
Kavram, Mao Çin’ine ait.
1927’ye kadar genelde ‘barış’, ‘diyalog’ diyen; “Baskı ve savaş, yeniden baskı ve savaşı getirir” inancında olan Mao, bu tarihteki ‘Güz Hasadı Ayaklanması’nın başarısızlıkla sonuçlanması sonrası büyük bir fikirsel dönüşüme uğramıştı. Ardından ‘Namluculuk Siyaseti’ olarak adlandırılacak yeni bir mücadele tarzını benimsemişti. Köylüleri bile silahlandırarak Kızıl Ordu’yu devrimin en önemli aracı haline getirmişti.
Bu arka plan aslında konumuzla birebir paralellik arzetmiyor. Sadece bugünlerde yaşananları isimlendirmede isabetli bir kavram olarak anımsayıverdim.
***
Namlulardan söz ediyoruz yine.
Savaştan…
Öyle talihsiz bir devirde yaşıyoruz ki, her nasılsa ‘vatan’ ile ‘evrensel değerler’ hep karşı kutuplara düşüveriyor. Bir memleket bundan daha kötü bir duruma düşebilir mi? Ne zaman bir evrensel prensibi savunmaya kalksanız ‘vatan haini’ damgasını yiyip linç edilmek için sıranızı bekliyorsunuz.
Evet, bir şeyi sırf Erdoğan yapıyor diye muhakkak muhalefet cephesine düşenler var, kabul ediyorum. Evet, dün “PYD kendi düzenli ordusunu kuruyor, AKP göz yumuyor” diyenlerin bugün harekatı eleştirmesini samimi bulmuyorum. Doğrudur.
İşte o yüzden “evrensel değerler” diyorum. Her kayıt ve şart altında evrensel insani prensiplere sarılmak lazım. Her türlü siyasetten ve politik menfaat beklentilerinden sıyrılarak…
Savaşa karşı çıkmak bunlardan biri.
Hele hele kaçınılmaz olmayan, meşru müdafaaya dayanmayan, yalanlar ve propaganda üzerine kurulu bir savaşsa…
Hele hele müdebdeb savaş ağaları daha da güç devşirsinler diye masum insan oğulları kurban seçilmişse…
Hangi taraftan olursa olsun…
Propagandanın kirli çamaşırları o kurbanların üzerine ‘kefen’ diye seriliyorsa…
Hele hele o savaş, kirli bir siyasi iktidarın sırf kendi beceriksizlikleri, öngörüsüzlükleri, günlük değişen siyasi tavırları sonucu kucağımıza bırakılmışsa…
Ve o kirli iktidarın, kendine yeni ve daha da kirli iktidar alanları açmak için başlattığı bir kan oyunuysa…
***
Bu yönüyle haydi diyelim ki Mao Zedung, karısı Yang Kaihu ve en yakın arkadaşları öldürüldükten sonra ‘yeminini bozdu’ ve silaha sarıldı… Mazur görmüyorum ama yine de kendi içinde bireysel bir hikayesi var. Ya Tayyip Erdoğan’ınki?
Evet, o da dün ‘barış’ diyordu.
‘Milli birlik ve kardeşlik’ diyordu.
‘Analar ağlamasın’ diyordu.
‘Şehit cenazeleri gelmesin’ diyordu.
‘Ne olursa olsun kardeşlikten vazgeçmeyeceğiz’ diyordu.
***
Bakın mesela Çözüm Süreci devam ederken Van’da yaptığı bir konuşmada neler söylüyordu: “Gençlerin yaşamasından rahatsız olan, onların kanını özleyen bir lobi var. Silah, şiddet ve terör bugüne kadar hiçbir soruna çözüm getirmedi. Çok kan kaybettik, artık kaybetmeyelim. (…) Son 1 yıldır terör yüzünden insanımızı, gençlerimizi kaybetmiyor, yeni acılar yaşamıyoruz. Bir savaş lobisi var, bir kan lobisi var. Huzurdan, barıştan, bahardan rahatsız olan lobi var. Karanlığı özleyen bir lobi var. Çocuklarımızın kanını özleyen bir lobi var. İşte biz, bu lobiye fırsat vermeyeceğiz. Biz çözüm sürecine elimizi, bütün gövdemizi koyduk. Biz baharın sürekli olmasını istiyoruz…”
Bu cümleler de aynı konuşmadan: “Siyasetle silah, ateşle su gibidir. Birlikte olamazlar. Eninde sonunda biri diğerini imha eder.”
İmralı ile masaya oturulmasından rahatsızlık duyulmasına bile tepkiliydi o sıralar Erdoğan. Bakın mesela 19 Şubat 2013 tarihli TBMM grup toplantısında bu tepkisini nasıl dile getiriyordu: “Bundan kim, niye rahatsız oluyor? Allah aşkına bu nasıl bir kan davasıdır, bu nasıl bir kan sevdasıdır, bu nasıl bir vampirlik, nasıl bir vicdansızlıktır?”
16 Kasım 2013’te Diyarbakır’da Mesut Barzani ve Şivan Perver’i ağırladığı meşhur ‘Megri Megri’ mitingi de hafızalarda. İlk kez ‘Kürdistan’ ifadesini kullandığı o konuşmada bakın başka neler söylüyordu: “Türkü Kürt’ten, Kürt’ü Türk’ten ayıramazlar. Şam’ın ağıtı bizim ağıtımızdır. Kamışlı’nın derdi bizim derdimizdir. Suriye’nin tamamında zalim Esed’in akıttığı kan, kardeşimizin kanıdır.”
Şimdi ‘Savaşa Hayır’ diyen aydınlar lince uğruyor. Ama aynı konuşmada Erdoğan neler söylüyordu, hatırlayalım: “Yazarlara, şairlere, gazetecilere sanatçılara tahammül edemeyenler bölgeye barış getiremezler. Kendileri gibi düşünmeyenlere kast edenler bölgeye demokrasi getiremezler.”
“Şehit cenazeleri gelmiyor artık” diye gururla devam ediyordu: “Hamdolsun dağlarımızda, köylerde, yaylalarda bahar devam ediyor. Batıdaki evlere de doğudaki evlere de artık ateş düşmüyor. Kuzeyde de güneyde de artık ocaklar sönmüyor. Analar babalar, dağ gibi yürekler oldukları yerde kalmıyor. Bu bahardan rahatsız olanlar da var. Bu aydınlıktan, huzurdan rahatsız olanlar da var. Gençlerin yaşamasından, kucaklaşmadan rahatsız olanlar da var.”
***
“Şimdi şartlar değişti. Arada fark var. Artık Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi tehdit eden bir yapılanma var” deniyor, değil mi?
Peki Erdoğan ne pahasına ‘kararlılık’ mesajları veriyordu o zamanlar? Ağrı’da provokasyon oluyor, vazgeçmiyordu. Akil İnsanlar’a karşı saldırılar oluyor, vazgeçmiyordu. Paris’te suikastler oluyor (Gerçi onu da kendisine bağlı MİT’in organize ettiği ortaya çıktı), geri adım atmıyordu.
Suriye kaynaklı provokatif saldırılar oluyor, “Oyuna gelmeyiz” diyordu. Reyhanlı’da 51 sivil vatandaş şehit oluyor, “Bizi bu bataklığa çekemezler” mesajı veriyordu. Suriye’de jetimiz düşürülüyor, gencecik askerlerimiz şehit oluyor ama Erdoğan “Bu provokasyona gelmeyiz” diye ısrar ediyordu.
Şimdi Kuzey Suriye kaynaklı daha büyük bir saldırı mı oluyor?
***
Örneğin 12 Temmuz 2013 tarihli Bingöl Havaalanı açılış töreninde söylediklerine bakalım: “Biz sorumluluğumuzun idrakindeyiz. Biz bu süreçte sabotajlar ve provokasyonlar olacağını defalarca ifade ettik. Önce Paris, ardından AK Parti Genel Merkezi’ne yapılan saldırı, ardından Reyhanlı sonra da İstanbul’da başlatılan olaylar hep çözüm sürecini sabote etmek için yapılan olaylardır. Çözüm sürecinden geri adım atmayacak, sabırla yolumuza devam edeceğiz. Bu süreci başarısızlığa uğratmak için şark kurnazlığına girenler, tarihe ve bu milleti bunun hesabını veremezler.”
Hele şu cümlelere de bir bakın: “(Reyhanlı saldırısına binaen) Bizi Suriye’deki kanlı bataklığa çekme amacıyla yapılan her tahrik eylemi karşısında son derece hassas ve soğukkanlı olmak zorundayız. Büyük devlet, hadiseler karşısında aklıselimle düşünebilen bir devlettir. Suriye’de bu kanlı sürecin başladığı andan bu yana uçak hadisesinden Cilvegözü’ndeki saldırıya kadar Türkiye’nin sabrı ve soğukkanlılığı adeta test ediliyor. Provokasyonlarla kirli bir senaryonun içine çekilmek isteniyor. (…) Bu saldırılar ateş içindeki ülkenin bu ateşe Türkiye’yi de ateşe çekme çabasıdır.”
***
Hani vatandı?
Şehitlikti?
Peki ne oldu o ‘kirli senaryolara’?
Yoksa senaristler mi değişti?
Nerede bugün o ‘Büyük Devlet’?
Nerede o akl-ı selim?
Kanlı bataklık?
Bugün ‘büyük devlet’ olmanın yolu namlu ve kandan mı geçiyor artık?
***
Erdoğan, o dönem Bahçeli’nin güney sınırının delik deşik olduğu eleştirilerine ne cevap veriyordu peki? 14 Mayıs 2013 tarihinde ABD’ye giderken şöyle rest çekiyordu MHP liderine: “Bahçeliye söylemek lazım; sen çok güçlüsün, hadi adım başına senin bozkurtların var, bu bozkurtlarınla sınırlarını koruma altına al demek lazım”
O dönem hükümetin söylemi, “Suriye’nin kuzeyinde homojen bir Kürt varlığı yok. Özerklik mümkün değil” şeklindeydi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 2 Ağustos 2013 tarihinde şu sözleri sarfediyordu: “Türkiye dışındaki Kürtlere karşı sert tutum almamızı isteyen bazı çevreler var. Suriye sınırı en uzunudur Güney’de. Bu sınırda homojen bir yapı yok. Kürtler, Araplar ve Türkmenler var. Birbirinden kopuk içiçe yaşayan topluluk bunlar. Kuzey Irak’ta göreceli bir homojite doğuruldu. Suriye’nin kuzeyinin Suriye’den kopacağını düşünmek hayalidir. 1990’da Kuzey Irak yapılanmasından dolayı Türkiye’de hala korkular var, bunlar haklı korkular ama Suriye’de durum aynı değil. Hafızalarda hala taze olan bu kaygıları manipüle ederek Türkiye’de Suriye’deki bazı gruplara yani Kürtlere tavır almasını istiyorlar oysa bu iç barış açısından da Ortadoğu politikamız açısından da doğru değil. (…) Bu korkuyu tetiklemek için haritalar üretmek doğru değil. Bunların arasında kalıcı barışın tesis edilmesi Türkiye’nin lehinedir. Türklerin yüreğine bir Kürt fobisi ekmeye çalışıyorlar. Suriye’de hiçbir unsuru tehdit olarak görmüyoruz. Eski korkuları, Türklerle Kürtleri karşı karşı getirmeye çalışan korkuları manipüle etmeye çalışanlar var.”
Daha önce de hatırlatıldı. O zaman Suriye’nin kuzeyine geçen Peşmergeler için ‘Kardeşlik koridoru’ açılıyor, Peşmergenin Urfa’da yediği kebapların ücreti bile valilikçe karşılanıyordu.
***
Şimdi mesele terör koridoru mu?
Bugün savaşın en büyük destekçisi Perinçek’in Aydınlık’ı, “Özerkliği MİT’le planladık” diyen İmralı tutanaklarını manşet yapmıyor muydu? Aydınlık’ın 29 Ağustos 2014 tarihli bu haberine göre Abdullah Öcalan İmralı heyetine, “Zaten önümüzdeki günlerde Suriye’deki duruma dair heyetle (MİT Heyeti’ni kastediyor) konuşacağız, bazı kararlar alacağız herhalde. Yeni oluşacak Suriye’de bizimkiler başat rol oynayacaklar. Orada özerk bölgeler olur, Kürtler, Aleviler hatta Araplar için de özerk bölgeler olacak gibi…” diyordu.
***
Sonra ne oldu da bu noktaya gelindi?
Gençlerin kanını özleyenler kimler şimdi?
Kim kan lobisi?
Bir anda şehitlik övgüleri, iğrenç bir hamaset aldı başını yürüdü.
Mao’nunki gibi bir kırılma mı yaşadı Erdoğan?
Hayır.
Çünkü artık şahsi ikbali ve siyasi menfaatleri kandan geçiyor.
Namlu siyasetinden geçiyor.
Yeni suçlar işledi ve yeni ittifaklar kurdu, hepsi bu.
Kurbanlar lazım.
Emine Erdoğan, 2015’te şehit çocukları ile bayramlaşmada ne demişti: “Sizler Kurban Bayramı’nı çoktan idrak ettiniz”
Yine 2015 yılında kadın geçici köy korucularına hitap ederken, “Evladını kaybeden anne ve babalara engin sabırlar diliyorum. Sabır acı ama meyvesi tatlıdır” ifadelerini kullanıyordu.
O “tatlı meyveleri” nedense hep başka ana-babalara “ikram” ediyorlar. Kendi çocukları askerlik bile yapmazken…
Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Bursa’da yaptığı konuşmada, “Yok kan dökülmesini istemiyoruz, yok şu… Sen ne diyorsun ya? Sen ne diyorsun? Böyle bir süreç başladığı zaman burada şehadet de olur burada gazi de olur burada kan da olur…” diye gürlemiyor muydu?
Ne diyorduk?
Ha evet, ‘gençlerin kanını özleyenler’…
***
Evet biliyorum, Erdoğan’ın dün söyledikleri ile bugün yaptıklarını karşılaştırarak bir itiraz geliştirmek anlamını yitirdi. Zamanla çiğnemediği, yüz seksen derece zıddını yapmadığı tek ama tek bir söylemi ya da politikası kalmadı.
Sadece günün koşullarına göre değişen ihtiyaçlar söz konusu…
Ama keşke bu ihtiyaç, başkalarının kanları ile karşılanmasaydı.
‘Namluculuk siyaseti’nden geriye, kanlı bir totaliter rejimden başka bir şey kalmıyor.