Kalpten kalbe kurulan köprüler

YORUM | YASEMİN TATLISEVEN

Aliye Teyze, yaz tatilinin gelmesini dört gözle bekleyen bir anneydi. Altı çocuğu ve iki torunu ile birlikte kocaman bir aileye sahipti. Okulların kapanmasıyla birlikte tüm çocukları eve dönecekti.  Torun torba bir arada olacakları çok güzel bir yaz tatili onları bekliyordu. Çocukları geldiğinde ev bayram yerine döner, kalabalık sofralarda şen şakrak yemekler yenirdi. Onların özlediği tüm yemekleri yapacaktı. İçli köftesini ve sarmasını çoktan hazırlamış dondurucuya koymuştu. Evde büyük bir temizliğe girişmişti. Çocuklar geldiğinde her şey hazır olsun ve sadece onlarla zaman geçirsin istiyordu. Maalesef; o yaz hayal ettiği hiçbir şeyi gerçekleştiremeyecekti.

Ülkenin üzerine çöken karabulutlardan, aile olarak onlar da nasiplerini almıştı. Birçok arkadaşı gibi, onların da bir gecede hayatları allak bullak olmuştu. Önce eşi yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Ardından evlerine yapılan polis baskını, hepsinin moralini yerle bir etti.  Bir ömür boyu hayatlarını çalışıp, didinerek geçirmişlerdi. Vatana, millete, insanlığa faydalı olmaktan başka gayeleri yoktu. Sebepsiz yere, bu hukuk dışı uygulamalara maruz kalmak onları çok üzmüştü.

Aliye Teyze, en küçük iki çocuğunu yanına alarak, ülkeden ayrılmaya karar verdi. Diğer dört çocuğu nispeten yaşça daha büyüktü ve başlarının çaresine bakabilirlerdi. Zaten çocukları da, anne ve babasının suçsuz yere hapis yatmasına göz yumamazdı. Annesinin bir an önce yurtdışına çıkması için ellerinden geleni yaptılar. İki valizle, apar topar ülkeden ayrılırken, ardında bıraktığı dört evladının da gözleri yaşlıydı.  Uçağa bindiğinde, düşündüğü tek şey; 1-2 ay içinde evine geri dönmek, çocuklarının ve torunlarının başında olmaktı. Öyle ki gittiği ülkede, valizlerindeki eşyaları, aylarca dolaplara bile yerleştirmeyecekti. Ancak düşündüğü gibi olmayacak, bu ülkedeki misafirlikleri oldukça uzun sürecekti.

Aradan geçen zaman içinde sırasıyla; önce oğlu ve gelini, ardından damadı içeriye alınmıştı. Ana yüreği için; gurbette, ardı ardına gelen bu haberler oldukça üzücüydü. Dışarıdaki evlatlarına mı yansın, cezaevine girenlere mi kahrolsun, şaşırmıştı!  Bir yandan çocuklarına telefonda teselli vermeye çalışıyor, diğer yandan bu zor günlerinde, evlatlarının yanında olamadığı için, kendini çok çaresiz hissediyordu.  Gerçi çocuklarının yanında olsa da içeri alınmalarına hiçbir şekilde engel olamazdı. Ama o bir anneydi. Ana yüreği dur durak bilmiyordu. Yavrularından çok uzakta bir coğrafyada, hop oturup hop kalkıyordu.

Dilinden duası eksik olmadığı gibi, elinden telefonu hiç düşmezdi. Ülkesindeki haberlerin hepsini internetten takip ederdi. Siyasilerin ağzından çıkan her cümle onun için çok önemliydi. Af haberlerini herkesten önce duyar, “Belki bizim çocukları da kapsar!” ümidiyle gece gündüz Allah’a dua ederdi. Tahliye olan herhangi birinin sevincini,  hiç tanımıyor olsa da yüreğinde hissederdi. Aliye Teyze bu kadar acıyla nasıl baş edebiliyordu? Muhtemelen; bir gün, bütün bu olayların sona ereceğine olan inancı ve umudu onu ayakta tutmaya yetiyordu. 

Aliye Teyze, çocuklarıyla sürekli iletişim halindeydi. İçerdeki evlatlarının haberlerini, her gün düzenli olarak dışarıdakiler iletiyordu. Mesela; oğlunun cezaevinden yazdığı bir mektubu,  kız kardeşi ses kaydı yapıp anne ve babasına göndermişti. Bu kaydı defalarca dinlemişlerdi. Her dinlediklerinde gözyaşları sel olup akıyordu. Oysa oğlu mektupta cezaevinde karşılaştığı zorluklardan hiç bahsetmemiş, aksine hep güzel şeyleri anlatmıştı. Aliye Teyze ve eşi biliyorlardı ki çocukları onları üzecek tek kelime dahi yazmazdı. Oğlu ve gelini farklı şehirlerde ve birbirinden oldukça uzak iki cezaevindeydiler ve iki yaşındaki kızlarına, mecburen teyzesi bakıyordu. En ihtiyacı olduğu dönemde, hiç yoktan anne ve babasından koparılan bu yavru, şehirden şehre cezaevi yollarında büyüyor ve gün geçtikçe teyzesine bağlanıyor, onu annesi yerine koyuyordu.

Aliye Teyze; hem bir anneanneydi, hem de bir babaanne… Çocuklarıyla nasıl telefonda konuşuyorsa, hemen her gün, iki torununu da ayrı ayrı arıyor, ilgi ve alakasını hiçbirinden eksik etmiyordu. En büyük kızının eşi de cezaevindeydi. Buna rağmen kızcağız,  bir yandan geride kalan tüm işlerle uğraşırken diğer yandan cezaevleri arasında mekik dokuyor, kardeşlerinin tüm ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyordu.  Bu arada eşi de cezaevinde olduğu için, kendi çocuğuna hem annelik, hem babalık yapıyordu. Yaşanan bu zorlu süreç hepsine farklı sorumluluklar yüklemişti.

Altı yılın sonunda sevindirici bir gelişme yaşanmış, nihayet Aliye Teyze’nin gelini tahliye edilmişti. Bu habere çok sevindiler. Yıllardır teyzesiyle büyüyen küçük kız; annesinin de dahil olmasıyla değişen bu yeni hayatına alışmakta oldukça zorlanacaktı. Cezaevinden yeni tahliye olan ve evladına kavuşmak için can atan bu genç anne ise yavrusuna sarılabilmek için aylarca kendi çocuğunun, kendisine alışmasını bekleyecekti. Üstelik yıllarca cezaevinde kaldıktan sonra, dışarıya uyum sağlamak onun içinde hiç kolay olmayacaktı. Henüz birlikte uyuyamadığı ve sıkıca sarılamadığı küçük kızıyla birlikte psikolojik destek almaya başladılar. Çok geçmedi, Aliye Teyze’nin diğer oğlunun da davası sonuçlandı. Sevinçleri her şekilde kursaklarında kalıyordu. Bir evladına daha, cezaevi yolları görünmüştü.

Bunlara üzülürken memleketten gelen cenaze haberleri, her seferinde ayrı bir sarsıntı yapıyordu. Bir yılın içinde eşinin üç kardeşi arka arkaya vefat etmişti. Yıllarca aynı evde yaşamış, aynı sofraya kaşık sallamış kardeşlerinin hiçbirinin cenazesine katılamamak ise ayrı bir üzüntü kaynağıydı. 

Neredeyse hemen her sabah acı bir habere uyanıyorlardı. Karı-koca; hem bunca şeyle uğraşıyorlar, hem de bulundukları beldede çok seviliyorlardı. Anne ve baba özlemi hisseden herkesin uğrak noktası oldukları kesindi. Kendi evlatlarından uzakta olsalar da buradaki herkese kucak açmışlar, ana-baba olmuşlardı. Bayramlarda evleri dolup taşıyordu. Sadece Türkler için geçerli değildi bu… Sitede oturan ne kadar yabancı komşuları varsa hepsiyle tanışmışlardı. Kurban bayramında kapı kapı dolaşıp tüm komşularına kurban eti dağıtıyorlar, Ramazan ayında Müslüman olsun olmasın her akşam birkaç aileyi evlerine iftara davet ediyorlardı. 

Aliye Teyze’nin eşi, işten eve geldiğinde, her akşam bahçede oynayan çocuklara şeker dağıtırdı. Bunu bilen çocuklar, arabayı gördükleri anda oyunu bırakıp, “Uncle uncle” sesleri arasında etrafını sararlardı.  Uncle arabasının torpido gözünde mutlaka şeker ve çikolata bulundururdu. Kendi torunlarının yanında değildi belki ama burada onlarca çocuğu mutlu ediyor, hepsini torunu gibi seviyordu. Yabancı dil bilmedikleri halde, üç-beş kelime İngilizce ile kurdukları bu güzel dostluklar, onların da evlat özlemini gideriyordu. 

Çoğu zaman aynı dili konuşmadan nasıl anlaştıklarını merak ediyorduk. Komşularına sorduğumuzda; “Hal diliyle anlaşıyoruz. Aliye Teyze’nin bize kucak açması, evine davet etmesi, sofralar hazırlaması, yedirip içirmesi, gülen yüzü, sevgi dolu bakışları, her gördüğü yerde selam verip sarılması bizim için çok kıymetli!  Biz de kendi ülkemizden uzaktayız, ancak bize hiçbir zaman gurbette olduğumuzu hissettirmiyor. Sanki asırlardır tanışıyormuş gibiyiz. Aliye Teyze’yi tanıdığımız ve komşu olduğumuz için kendimizi çok şanslı hissediyoruz” diyorlardı. Komşularıyla olan bağı gerçekten görülmeye değerdi.

Mesela Eritreli komşusu, bir yere giderken anahtarını Aliye Teyze’ye bırakacak kadar güvenirdi. Yerli bir başka komşusu doğum yaptığında,  Aliye Teyze günlerce evine yemek yapıp taşımıştı. Afgan komşuları doğum günü partilerine Aliye Teyzeyi mutlaka çağırırlardı. O tüm acılarını yüreğine gömüp, hediyesini koltuğunun altına sıkıştırıp, yüzünde tatlı bir tebessümle davetlerine icabet ederdi. Uzun süre görmediği komşusunun kapısını, elinde bir tabak sarma veya tatlıyla tıklatır, iyi olup olmadığını mutlaka öğrenirdi. Bangladeşli komşusu onu adeta annesi yerine koymuştu. Bir gün konuşma sırasında; “Ben bu ülkede kimseyi tanımıyorum. Ama biliyorum ki başım sıkışsa gideceğim bir kapı var. Bana annem gibi sarılacak bir kadın var. Bu ülkede güvenebileceğim biri var” deyip,  Aliye Teyze’ye olan sevgisini dile getiriyordu. 

Ben o zamanlar Aliye Teyze’yi tanımıyordum ama, çocuklarımın yanında olamadığım iki yıl boyunca, istisnasız her akşam pişirdiği yemekten bizim eve de gönderdi. Yokluğumda çocuklarıma annelik eden bu güzel yürekli kadını dualarımdan hiç eksik etmedim. 

Aliye Teyze ve eşi, evlatlarının bin bir türlü derdiyle uğraşırken,  karalar bağlayıp, kabuklarına çekilmek yerine, hayata karışmayı seçtiler. Çevrelerindeki hiç kimseyi ihmal etmiyorlardı. Derdi olanın derdini dinliyor, mutlu olanın sevincini paylaşıyorlardı. Yabancı bir ülkede, farklı milletten insanlarla, kalpten kalbe sevgi dolu köprüler kurmayı başardılar. Yabancı dilleri olmadığı halde, sevgi dolu yüreklerini kılavuz edindiler.  Anadolu insanının misafirperverliğini her fırsatta göstererek, sağlam dostluklar inşa ettiler. Evleri gibi yüreklerinin kapısı da ardına kadar herkese açıktı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Aliye Teyzem tam bir hizmet insani.Yasatmak icin yasamak gayesi olmus.Bu dunyada baskasinin derdiyle ilgilenip sikintisini giderene otelerde cok guzel mujdeler var.Elbet Rabbim de onu en zor imtihan yerinde sahipsiz burakmayacaktir.Allah bizlere de bu suurla yasamayi nasip etsin

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin