YORUM | AHMET KURUCAN
2000 yılından bu yana yurt dışında yıl sonlarında hiç aksatmadığımız faaliyetlerden biridir kamplar. Kimi zaman otellerde, kimi zaman yazlık/kışlık kamp alanlarında kadın-erkek, çoluk-çocuk hep birlikte Christmas ve Noel tatilini de birleştirerek geniş katılımlı olarak yapılan bu kamplar bir taraftan bizlerin arasındaki uhuvveti, kardeşliği, bağlılığı, tanışmayı, kaynaşmayı artırırken diğer taraftan yapılan programlarla manevi olarak yenilenmemizi sağlar. Tabir caizse esnafın akşamları kasasından aldığı Z raporu gibi yıllık Z raporu alma hükmündedir senede bir defa yapılan bu birliktelikler. Geçen sene neredeydim, bu sene neredeyim ve gelecek sene nerede olmalıyım? Ben öyle arkadaşlar tanıyorum ki yıllık okuma programlarını dahi bu kamplarda yapıyorlar.
Amerika için bahsettiğim bu gerçeklik Japonya’da da aynı şekilde hayata taşınmış ve taşınıyor. Ben inanıyorum ki dünyanın sair yerlerinde yapılan kamplar için de aynı şeyler geçerli. İsterseniz organizasyon kültürü deyin isterseniz başka bir isim ve izah getirin farketmez, sonuçta elde edilen fayda hemen hemen aynı noktada kesişiyor.
Bendeniz yıllardan beri çeşitli bölgelerin düzenlediği kamplarda birer gün kalıp iki veya üç konuşma yaparak geziyordum. Yıllar sonra ilk defa bir kampta 4 gün beş vakit namaz, iki öğün yemek, çay-kahve molası, spor aktiviteleri vs programın bütününe katılma fırsatı buldum. Kendime geldim, nice zamandır birliktelik ruhu adına kaçırdığım bazı şeyleri burada yakaladım ve aidiyetimi daha derinden derine hissettim diyebilirim. Ya Cemil Ya Allah diyerek salına salına yaptığımız tesbihatlardaki ulvi ve ruhani zevk, chopsticklerle yediğimiz yemeklerdeki karşılıklı muhabbetler hakikaten benim içimde var olan ama şimdiye kadar farketmediğim boşlukları doldurma adına iyi bir fırsat oldu. Minettarım, müteşekkirim.
Kadınların özgüveni. Kaldığım kısa süre içinde hem Japonya hem de Kore’de dikkatimi çeken en önemli unsurlardan biri de bizim kadınlarımızın özgüveni oldu. Bu hususu dikkayimi çeken bir husus olarak Hollanda ve Florida gezi izlenimlerinde de yazmıştım. Her şeyden önce hemen hepsi de eğitimli insanlar. İngilizce’de “well educated” diye tarif edilen sınıfın içindeler. Hemen hepsi ana dillerinin yanında en az iki dil biliyorlar; İngilizce ve Japonca ya da Korece. Bu ne demek?
Dünyayı üç dil ile takip ediyorlar demek. Üç dil ile bilgiye ulaşabiliyorlar demek. Üç dilin kültür dünyasına sahipler demek. İstedikleri takdirde üç dilin medeniyetine, o medeniyetlerin dününe bugününe ulaşabilirler demek. Bugünkü medeniyet anlayış ve uygulamalarının kökenine inebilir, nasıl sorusunun ötesinde neden sorusuna cevap bulabilirler demek. Basite irca etmeyin bu tespitleri. Bunlar yerli kadınların bir çoğunun sahip olmadığı özellikler. Bir de iş hayatının içindeler. Kimisi öğretmen, kimisi mesleğini icra edebildiği bir şirkette, kimisi üniversitede kimisi de gönüllü olarak yaptıkları faaliyetlerle yerli insanlarla içli dışlı.
İşte bütün bunlar kadınlarımızın kendilerini alabildiğine net bir biçimde inançları, hayat tarzları, dünya görüşleri ile kendi ayakları üzerinde durma imkânını sağlıyor. Özgüvenleri elle tutulur bir halde kendini gösteriyor. İnteraktif yaptığımız sohbetlerde bunu o kadar net bir biçimde gördüm ki sanki ortada soyut değil somut bir gerçeklik vardı. Sanki o özgüven ortada duran bir heykel gibiydi ve isterseniz gidip o heykele elinizle dokunabilir ve beş duyu organınızla onu hissedebilirdiniz. Çok sevindirici bir durum bu. Özellikle benim ve benim neslim için. Nineleri okuma yazma bilmeyen, anneleri ilk okul mezunu, evinde çoluk çocuğu ile hayatını idame ettiren nesilleri görmüş bizler için gerçekten söylüyorum çok ama çok sevindirici.
Yıllardan beri yeni bir nesil geliyor diyorduk. Gelmiş ve gözümüzün önünde o nesil. Bugünlere gelmek için gösterilen çabalar semerelerini vermiş Allah’a hamdolsun. Şimdi yapılması gerekli olan şey bu gerçekliğin farkına varmak. Çıtayı aşağıya düşürmemek. Aksine daha da yükseğe koymak için düzenlemelerde bulunmak. Söylediğim vasıflardaki kadınlarımızın önlerini açmak, onların yerlerini alacak kızlarımıza annelerinin dün sahip olmadıkları imkânları hazırlamak.
Karar alıcılar başta olmak üzere hemen herkese bu konuda çok büyük görevler düşmektedir. Statükonun duvarlarını parçalamak, ehliyet, liyakat ve emaneti ehil ellere teslim etmek gibi temel umdeleri hayata taşımaktır. Cinsiyet farklılığının meritokrasinin kurallarını uygulamaya engel olmadığını fiilen göstermektir. Gerektiğinde bugün dünyanın birçok ülkesinde gerek şirketlerin gerek üniversitelerin gerek devlet kurumlarının uyguladığı kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığı uygulamaktır. İhtimal bu noktadaki aheste revlik edişimizi gören bir Japon şunu söylemiş bir arkadaşımızın anlattığına göre: “Kadınların gücünden siz yeterince istifade edemiyorsunuz.” Bu tespitin yanlışlığını fiilen göstermek sanırım bu aşamada yapılabilecek en güzel şey olsa gerek.
Yazımı bu konuda vebali bana kalmasın diyerek Hizmet hareketindeki kadınlar ve konumları üzerine bir değerlendirme yapan bir kadın arkadaşımızın raporundan aldığım iki cümle ile bitireyim. İlk cümlede Hocaefendi’den bir alıntı ile şunu söylüyor: “Hiçbir feminist düşünce, kadın hakları konusunda bizim düşünce sistemimiz kadar hassas olamaz ve kadını mualla mevkiine oturtamaz” (Kırık Testi 19: s.88) ifadesini iyi niyetli bir söylemden çıkarıp, eyleme sokarak, düşünce dünyamızdan ve niyet kıvamından çıkarıp, aksiyona dönüştürmemiz gerekmekte.” Katılmamak mümkün mu?
İkinci alıntı sahip oldukları eğitim, liyakat ve ehliyete rağmen sırf cinsiyetinden dolayı hak ettikleri görev verilmeme örneklerini sıraladıktan sonra söylenen şu cümle: “İşte bu durum hizmetin ve Hocaefendi’nin kadınlarla hiçbir sorunu yok, hatta hiçbir hareket ve cemaatte olmadığı kadar çok destek var” söylemini zayıflatmaktadır.” Haksız mı?
Kore izlenimlerim ile devam edeceğim.