YORUM | NEVİN ERDEM
Son günlerde bir af söylentisi çıktı. Kaynağı, gerçekliği, içeriği belirsiz bir söylenti. O kadar çok mağduriyet var ki, asılsız olduğu açık olan söylentilere dahi kulak kabartmamak mümkün olmuyor.
Söylentilerin ötesinde, “af” olarak da değerlendirilebilecek somut tek öneri, İzzet Özgenç’in “Toplumsal Uzlaşma Kanunu Taslağı” isimli önerisi. Yürürlükteki ceza kanunlarının mimarlarından olan Özgenç’in 4 ay kadar önce hazırlayıp yayınladığı teklif, konuyu ele alan bir kısım medya tarafından “KHK mağduriyetlerini giderecek teklif” olarak işlendi. Özgenç bir süre önce bir TV kanalında bu konuyu yeniden gündeme getirdi.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
KHK’lılar hem yurt içinde hem yurt dışında çok ciddi bir mücadele veriyorlar. Elbette bunun bir karşılığı olacak ve mağduriyetlerin giderilmesine yönelik teklifler hazırlanacak. Bu tekliflerin gerçekten mağduriyetleri gidermeye elverişli ve yeterli olup olmadığı çok dikkatli bir şekilde tartışılmalı. Aksi halde, hukuksuzlukların bizzat failleri tarafından “mağduriyetleri giderdik” propagandasına malzeme oluşturacak bazı düzenlemelerle gözler boyanabilir. Toplum aldatılırken, KHK mücadelesi de zayıflatılabilir.
Gelelim İzzet Özgenç’in teklifine. Öncelikle şunu söyleyebilirim: TV programındaki Özgenç ile teklifi kaleme alan Özgenç birbirinden oldukça farklı. “Ama hangi Özgenç?” dedirtiyor.
Özgenç’e bu teklifi yazdıran motivasyonun kaynağı ne?
Özgenç “bu taslak metnin bir kanuni düzenleme yapılması konusundaki süreci motive etmesi, güdülen amacın gerçekleşmesi bakımından yeterlidir” diyor.
Peki, resmi olarak kendisine verilmiş bir görev olmadığına göre, Özgenç’in bir kanuni düzenleme yapılmasına dair böyle bir tasarıyı yazmaktaki motivasyonunun kaynağı nedir?
Özgenç kim olarak kaleme aldı bu tasarıyı?
Örneğin, Türkiye’deki hukuksuzlukları seyreden, gözlemleyen, dinleyen, zihninde analiz eden, sistematik ve yaygın hukuksuzlukların esasına dair açıklamalardan hassasiyetle kaçınan ve beş yılın sonunda “artık yeter” diyen bir akademisyen olarak mı?
Ya da, Türkiye’nin beyin takımı denilebilecek kadrolardan, alt kademe kadrolara kadar yüzbinlerce insanın tasfiyesini görüp, insanların cezaevi hücrelerinde ölümlerini duyup, ailelerin dağılmasını, ocakların sönmesini izleyip, beş yılın sonunda vicdanı daha fazla dayanamayan bir vatandaş olarak mı?
Yoksa, bir dönem “Erdoğan’ın yasa tasarılarını onaylattığı kişi” olarak, ölümcül virüsü kaparak “hasta adam”a dönüşen AKP’yi, sürdürülmesi mümkün olmayan bu süreçten hukuki manevralarla kurtarmaya çalışan bir “deus ex machina” olarak mı?
Ya da, bir başkası olarak!
Özgenç’e teklifi hazırlatan motivasyonun kaynağı önemli. Çünkü milyonlarca kişiyi doğrudan etkileyen onun hazırladığı bir tasarıyı tartışıyoruz ve bu tasarıda tartışılması gereken çok şey var.
TV programındaki Özgenç ne diyor?
Özgenç diyor ki, “Somut bir suçla ilişkisi varsa insanın eğer, onun hukuk neyi gerektiriyorsa icabına bakalım; ama somut bir suçla ilişkisi yoksa, yani bir tarihte bilmem ne yurdunda kalmış, bilmem ne evinde kalmış, bilmem gazete okumuş, şunu yapmış, bunu yapmış diyerek insanları soruşturma süreçlerine, kovuşturma süreçlerine tabi tutuyorsak, mahkûm ediyorsak, burada biz, sadece mağduriyet ortaya çıkarırız. Bu, doğru değil. Bunun önüne geçecek bir çare bulmamız lâzım gelir.” Özgenç’in bulduğu çare, yukarıda sözü edilen teklifi.
Özgenç’in programda söylediği “somut bir suçla ilgisi varsa” ifadesi önemli. Ceza hukukunun en temel unsurlarından birine işaret ediyor. Örnek de veriyor. “Eğer ben bir silah satın aldıysam, uyuşturucu madde satın aldıysam, bunun bedelini ödeme konusunda bankada para transferinde bulunuyorsam, bundan dolayı beni cezalandırabilirsin” diyor.
Oysa, 15 Temmuz’dan bu güne kadar yaklaşık iki milyon kişiyle ilgili “terör örgütü üyesi veya yöneticisi olmak” suçlamasıyla soruşturma açıldı. Somut bir suç var mı? Yok!
Şunu netleştirelim: 15 Temmuz’daki darbe girişimi suçtur. Bu suçu planlayanlar ve bu plan kapsamında “bilerek ve isteyerek” yani kasten bu fiile iştirak edenler cezalandırılır. Bir başka ifadeyle, darbe yaptığını bilerek ve isteyerek sokağa tankla çıkan kişi, somut bir suç nedeniyle yargılanır. 15 Temmuz’da darbeye doğrudan iştirak ettiği iddia edilen kaç kişi vardır? En fazla birkaç bin kişi.
Özgenç’in programda vurguladığı “somut suç işlenmesi” ölçüsü (ki bu ölçü ceza hukukunun A, B, C’sidir) uygulandığında, iki milyon kişiyle çok büyük bir hukuksuzluk, hak ihlali yapıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu iki milyon kişinin yüz binlercesi sabaha karşı göz altına alındılar, işkencelere, çıplak aramalara maruz kaldılar, tutuklandılar, hücrelere atıldılar…
Önemli bir diğer tespiti ise, bir suç örgütünün tespitinde tümevarım yöntemi uygulanması gerekirken tümdengelim yönteminin uygulandığını, özellikle 15 Temmuz 2016’dan sonraki süreçte uygulamaların da bu tümdengelim yöntemiyle yapıldığını, bunun yanlış olduğunu ifade ediyor.
Daha önce Ahmet Taşgetiren’e Türkiye’de bir “irade” tarafından “bilinçli birtakım yanlışların” yapıldığını belirten Özgenç, bu programda da, “kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde” demiş, bu “irade”ye dair ayrıntıyı paylaşmamıştı.
Özetle, programdaki Özgenç’e göre, iki milyon kişi hakkında (darbeye doğrudan dahil olan sınırlı sayıdaki kişi hariç) çok ağır, tarihi bir hukuksuzluk yapılmıştır.
Gelelim Tasarı’yı hazırlayan Özgenç’e!
Teklifin birinci maddesinde, çözümün bir ayağı olarak, mahkum edilmiş kişilerle ilgili yargılamanın yenilenmesine karar verileceği belirtiliyor. Ancak üye-yönetici ayırımı yapıyor. Sadece üyeler ve yardım edenler yararlanır, diyor. 2 milyon kişiden kime “üye” kime “yönetici” dedikleri belirsizken, bu ayırımın nedeni ne? Ölçü “somut suç” ise, somut bir suçla ilgisi olmayan ama yöneticilikten yargılanan ya da ceza alan insanlar ne olacak?
Örneğin, somut bir suçla ilgileri olmayan ama yasal olarak faaliyet gösteren bir bankada, okulda, sendikada, gazetede vs. yöneticilik yapanlar nasıl kapsam dışında bırakılabilir?
Teklifin ikinci maddesinde, yeniden yargılama sonunda, TCK 223/4.a maddesi uygulanır deniyor. Yasadaki açılımı şu: “İşlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen etkin pişmanlık dolayısıyla faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir.”
Yani bu yol izlenirse, mahkeme kararından “ortada işlediğiniz bir suç var, ama size ceza vermiyoruz” denilecek. Nedir bu? İzzet Özgenç affı mı?
Hani tümdengelim yöntemiyle bir terör örgütü yaratılmıştı? Hani somut bir suçla ilgisi olmayan insanlar cezalandırılmıştı?
İşte tam burada, İzzet Özgenç’in bu tasarıyı “kim olarak” kaleme aldığı önem kazanıyor.
Bu teklif bir iktidar mensubu tarafından yapılsaydı, artık sürdürülemez boyuta ulaşan mağduriyetlerin giderilmesinde belki bir başlangıç noktası olarak görülebilirdi. Ancak, mevcut ceza kanunlarının mimarlarından olan bir hukuk profesörünün, somut suçla ilgilerinin olmadığını televizyon ekranlarında ilan ettiği iki milyon kişinin mağduriyetinin giderilmesiyle ilgili teklifi bu olmamalı.
Tamam, bu bir tekliftir; tartışılır, değiştirilir. Ancak bir hukuk profesörünün böyle bir teklifi hazırlarken hak ve özgürlüklere odaklanmış olması, teklifle hedeflenen kitlede en küçük bir mağduriyet kalmamasını amaçlaması gerekirdi. Yani konu hak ve özgürlükse, “pazarlığa” en üst noktadan başlanması gerekirdi. Tam da bu nedenle, birçok kişi Özgenç’in bu teklifi hazırlamasındaki niyetini sorguluyor.
Açıkçası ben bu tasarıyı, “Madem suçsuzlar, damgalayarak salıverelim, sorun çözülsün!” şeklinde okudum.
Olması gereken Özgenç!
Özgenç aynı TV programında, “olması gereken Özgenç”i de tarif ediyor: “Bu kanunların yapılışında görev yapmış bir insan olarak, bu kanunların uygulanması sürecinde yapılan yanlışları dile getirme konusunda kendimi görevli addediyorum.” Evet, olması gereken Özgenç bu! Sadece Özgenç değil, bu dönemde her onurlu hukuk profesörü, özellikle de ceza hukukçuları, yanlışları dile getirmek gibi bir sorumluluğa sahipler. Kaçı bu sorumluluğun gereğini yerine getiriyor peki? Neredeyse hiçbiri!
Mağduriyetlerin tarif edilemez boyutlara ulaştığı bu dönemde, tek bir kişinin dahi mağduriyetini gidermeye elverişli her girişim desteklenmeli, son mağdurun mağduriyeti giderilinceye kadar da mücadeleye devam edilmelidir. Ancak bu bakış açısı, ortaya atılan çözüm önerilerini eleştirmeye de engel olmamalıdır. Bilakis, tekliflere eleştirilerle katkı sunulmalı, mümkün olduğu ölçüde, daha iyisi elde edilmeye çalışılmalıdır.
Özgenç’in bu teklifi konunun gündeme gelmesi açısından önemli. Ama Özgenç bundan çok daha fazlasını yapabilir ve yapmalıdır.
Evet; Özgenç kendisini “görevli” addettiği konularda, görevini yapmada çok geç kalmıştır. Maalesef, geciken adaletiyle bilinen AİHM dahi, Özgenç’ten daha önce hukuksuzluklara tepki verdi, vermeye de devam ediyor.
Özgenç geç kaldı!
Örneğin, 15 Temmuz sonrası binlerce hakim-savcı “terör” suçlamasıyla gözaltına alındı. AİHM dahi yapılanların hukuksuz olduğuna karar verdi. Özgenç geç kaldı. 2 Nisan 2018’de bir cezaevi hücresinde ölen Hakimler ve Savcılar Kurulu eski üyesi Teoman Gökçe’nin terör suçuyla suçlanmasında inandırıcılık olmadığını 30 Kasım 2021 tarihli bir tweetiyle duyurdu.
Türkiye 1990’lardan daha kötü bir hale döndü. Yapılan işkenceler Avrupa başkentlerinden duyuldu. Özgenç duymadı, geç kaldı.
KHK’larla sivil ölüler ordusu oluşturuldu. Özgenç geç kaldı.
“Terör” safsatasıyla soruşturma geçiren, tutuklanan insan sayısı iki milyona ulaştı. Özgenç geç kaldı.
Ve daha birçok şeyde Özgenç maalesef geç kaldı.
Özgenç hukuksuzluklara karşı sessiz kaldığını kabul etmiyor tabii. Birçok program ve yazısında, yanlışları her zaman dile getirdiğini, hukuksuzlukları “ilgili” makamlara ve kişilere ilettiğini belirtiyor. Kime, ne ilettiğini bilmiyoruz. Ama beş yıl sonra hazırladığı “tasarı”ya baktığımızda, “ilgililere” hukuksuzluklara çare olabilecek şeyler söylediğine ikna olmak kolay değil. Hem hukuksuzluklar kapalı kapılar ardında yapılmıyor ki, çözümler kapalı kapılar ardında aransın. Açıktan hukuksuzluk yapılan iki milyon insandan bahsediyoruz. İki milyon! Onun için, bu hukuksuzluk dönemi bittiğinde, Özgenç’in “ben ilgililere demiştim” sözleri ne yeterli olur ne de inandırıcı.
Ama Özgenç hala bazı şeyleri yapabilir.
Bugün, Özgenç’in adını vermediği o “irade” tarafından “bilinçli” hukuksuzluklar yapılmaya devam edilirken, yani hala yapılabilecek çok şey varken, Özgenç’in daha fazla geç kalmadan, AİHM kararlarını beklemeksizin, sistematik ve yaygın haldeki hukuksuzluklara karşı tavrını çok net bir şekilde ortaya koyması, açıklaması gerekiyor.
Birçok yönden hukuka aykırılığı açık olan ByLock ve ankesör saçmalıklarından, malvarlıklarına çökmelere; KHK’lılardan, cezaevlerindeki hak ihlallerine, denetimli serbestlik uygulamalarındaki keyfiliklere; AİHM kararlarının uygulanmasından, askeri öğrencilere yapılan hukuksuzluklara ve daha birçok konuya dair net tepki göstermede daha fazla geç kalmamalı.
AİHM çok yakında tüm bunlarla ilgili tek tek ihlal kararı verecek. Hem de Özgenç’in kaleme aldığı ceza kanunlarına dayanarak verecek bu kararları. Ama AİHM karar verdikten sonra yol gösteren çok olur.
Özgenç, başlangıcında ve ortalarında sessiz kaldığı bu kapkaranlık hukuksuzluk gecesinin sabahına doğru artık sessiz kalmamalı. Etkin bir şekilde ses vermeli; temel hak ve özgürlüklerin, modern ceza hukukunun en temel ilkelerinin sesini.
Nevin Hanım
Maalesef niyet okuma ve olaylara tersinden bakma hali her nedense Tr724 de yazan herkese bir şekilde bulaşıyor.
Sizde bundan azade kalamamışsınız.
İlk defa bir yazınızı okudum.
Ama lakin ve fakatlar ile dolu bir yazı.
Nerde ise bu yazıyı okuyan bir kişi sizin bu affı istemediğiniz sonucunu çıkarır.
Bir kanaatimi paylaşayım.
Katılın ya da katılmayın takdir sizin.
Affın çıkması sonrası ( eğer engellenmez ise ki her iki tarafın şahinleri de istemiyor böyle bir affı) insanların daha istikametli düşünme sürecine girip olayları daha doğru okumaları ile doğru soruları sormaları sonrası oluşacak ortamdan hali hazırda cemaati yöneten kadro çok endişe etmektedir.
“Maalesef niyet okuma ve olaylara tersinden bakma hali her nedense Tr724 de yazan herkese bir şekilde bulaşıyor.
Sizde bundan azade kalamamışsınız“. Yazının adı üstünde – Yorum. Nevin hanım kendi çapında bir değerlendirme yapmış. Siz ne beklerdiniz?
Ortada affa konu edilecek bir durum yok. Zulüm edenden af mı dileyeceğim. Mevcut yasaları uygulasınlar yeter.
Bana bakan yönüyle affedeceğim mevzular değil, yıllardır yaşattıkları. Ben, kendi yazdığı antlaşmaya ihanet edenlerin ve iki yüzlü bu toplumun kalemini kırdım. Bundan sonra hükmün infazı gerek.
Af iyi bir yol olabilir. Ama Ab yaptırımlarına karşı zaman kazanma çabası gibi duruyor. Kimsenin samimiyetine güvenemez olduk.
Af adı altında dalavere çeviriyorlar işin aslı bu. Aklı olan ve muhakeme yeteneği bulunan herkes bu oyunu görür zaten. Geri kalanlar sevinebilir aff geliyor diye. Akplilere koyun derler ama kendilerinin davardan farkı yok. Af çıkaracağı adamlara işkence yaparak affın gelişini mi kutluyorlar sanıyorsunuz. Koştura koştura dilekçe verdiğiniz komisyondan ne kararlar çıktı? Onu geçtim Avrupa insan hakları mahkemesi hukuksuzluklara perde çekti onu da mı görmediniz. Geçen sene bi yasa çıkardılar da son hafta duyup dilekçe verdiniz ya çalışabilmek için, kaçınızın başvurusu kabul edildi? Ret kararı aldınızda düşünmediniz mi, bana ret verdilerse bu yasa kimin için çıktı diye. Kuran size “ne kadar az düşünüyorsunuz” diyor, hiç mi üzerinize alınmıyorsunuz.