Ana Sayfa Eğitim İttihad ve Terakki’nin kurucuları: Nereden nereye?

İttihad ve Terakki’nin kurucuları: Nereden nereye?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde önemli bir rol oynayan İttihat ve Terakki’nin (İTC) ilk nüvesi 1889’a kadar götürülmektedir.

Askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından gizli bir örgüt olarak kurulan cemiyet, değişik süreçler sonrasında meşrutiyetin ilanıyla beraber 1918’e kadar ülke yönetimini üstlenmiştir.

İTC’nin atası sayılabilecek cemiyeti kuran dört Tıbbiye öğrencisinin cemiyet içindeki konum ve yerleri de farklı olmuş hatta iki kurucunun yolları sonraki yıllarda ayrılmıştır.

TEMO’DAN CEVDET’E

İTC’nin ilk çekirdeği kabul edilen “İttihad-ı Osmani Cemiyeti”, 1889’da Mekteb-i Tıbbiye’de İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sukuti ve Mehmet Reşid tarafından kuruldu.

İbrahim Temo

Kuruculardan Temo, Ohri’ye bağlı Struga’da bir Arnavut beyinin oğlu olarak dünyaya gelmişti. “Temo” aslında “Ethem” isminin kısaltılmışı olarak bir lakap şeklinde kullanılmış, sonra soyadı olmuştur.

Temo, cemiyetin ilk döneminde etkili bir rol oynadı ve bu durum değişik zamanlarda Abdülhamit rejimi tarafından tutuklanmasına yol açtı. İstanbul’dan kaçmak zorunda kalan Temo, Romanya’da Türklerin yoğun bulunduğu Dobruca’da doktorluk yaparken Romanya tabiiyetine de geçti.

Cemiyetin Balkanlarda şube açmasını sağlayarak bu bölgedeki lideri durumuna geldi. Onun önemli özelliklerinden birisi Osmanlı üst kimliğini benimsemesine rağmen Arnavut milliyetçi örgütü Başkim’in de kurucuları arasında yer almasıdır.

Temo, meşrutiyetin ilanı sonrasında İTC’nin değişen yapısında ön planda yer alamadı. Anlaşmazlıkların bir sonucu olarak Osmanlı Demokrat Fırkası adıyla yeni bir parti kurduysa da bu parti, İttihatçıların baskısıyla dağıldı.

1911’de bu sefer gönüllü sürgün olarak Romanya’ya dönen Temo, doktorluğun yanında Dobruca bölgesi Müslümanlarının şartlarının iyileştirilmesi için çalışmalar yaptı ve 1945’te Mecidiye’de vefat etti.

Cemiyetin diğer kurucusu, Arapkir doğumlu Abdullah Cevdet, arkadaşları tarafından “dini vecibelerine bağlı” olarak tanımlansa da o dönemde Tıbbiye’de hâkim olan biyolojik materyalizm fikirlerinden etkilendi ve bu alanda Avrupa’da yayınlanan eserleri tercüme ederek yayınladı. Cemiyet üyeliği nedeniyle gözaltına alındıysa da tutuklanmadı. Diyarbakır’da görev yaptığı sırada Ziya Gökalp’in cemiyete üye olmasını da sağladı.

Abdullah Cevdet

1896’da “cemiyet-i fesaddan” olduğu için sürüldüğü Trablusgarp’ta örgütlenme için önemli çalışmalar yaptığı gibi cemiyetin Avrupa’daki yayınlarına da imzasız ya da “Bir Kürt” adıyla yazılar gönderdi. Cevdet daha sonra Avrupa’ya giderek cemiyete önemli katkılar yaptı. Ancak bir taraftan da Abdülhamit rejimiyle pazarlıklar yapınca Ahmet Rıza ve ekibiyle arası açıldı.

Onun hayatının en önemli noktalarından birisini Ahmet Celalettin Paşa’nın parasıyla “İctihad” mecmuasını yayınlaması oluşturdu. Cevdet daha önce Abdülhamit’in “halifelik şartlarını taşımadığından” görevinden alınmasını savunmuştu. İctihad’da da Osmanlı hanedanının gerekli olmadığını savunan bir yazı yayınlayınca İttihatçıların tepkisiyle karşılaştı. Nitekim meşrutiyetin ilanı sonrasında İstanbul’a dönmek yerine Mısır’da kaldı.

Onun bugüne kadar “din düşmanı” olarak tanınmasına yol açan olay ise Dozy’nin “Essai sur l’histoire de l’Islamisme” adlı eserini “Tarih-i İslamiyet” adıyla yayınlaması oldu. Özellikle eserin girişinde kaleme aldığı “İfade-i Mütercim” bölümü büyük tepkilere yol açtı. O dönemde Manastırlı İsmail Hakkı, Beyanülhak’ta yirmi yedi makale serisiyle bu iddialara cevap verdi.

Cevdet’in bu tercümesi Meşihat makamının da isteğiyle 1910’da İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti tarafından yasaklanmış ve basılı nüshaların Galata köprüsünden atılmasına karar verilmiştir. Cevdet bu sırada İstanbul’a döndü ve “din aleyhtarı” makalelerden dolayı birçok defa kapatılan İctihad’ı burada yayınladı.

İctihad bu dönemde Batıcılık ideolojisini savunanların toplandığı bir yayın organı oldu. Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı gibi kişiler fikirlerini bu dergide yayınladılar. Hatta Kılıçzade Hakkı’nın “Pek Uyanık Bir Uyku” başlıklı, o zaman için bir ütopya olarak görülebilecek ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında hızla uygulamaya konan birçok uygulamayı öngören makalesi de derginin 55. sayısında yayınlandı.

Cevdet mütareke döneminde ise İttihatçı karşıtlığıyla öne çıkarak İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kuruluş beyannamesini hazırladı. Ayrıca Kürt Teali Cemiyeti’nin faaliyetlerinde önemli roller üstlenen Cevdet, cumhuriyet idaresini de destekledi. 1924’te Elazığ’dan milletvekili olması gündeme geldiyse de kötü şöhreti nedeniyle gerçekleşmedi ve 1932’de öldü.

SUKUTİ VE DR. REŞİD

İshak Sukuti ise Diyarbakır’da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve İttihad-ı Osmani’nin kurucuları arasında yer aldıktan sonra o da diğer kurucular gibi sürgün edilmişti. Sürgün edildiği Rodos’tan, önce Mısır’a sonra da Avrupa’ya kaçarak faaliyetlerini burada sürdürmüştü.

İshak Sukuti

Sukuti, Avrupa’da cemiyetin mali işlerini üstlendi ve Abdülhamit’e karşı faaliyetleri organize etti. Hatta 1897’de cemiyetin fiili lideri konumuna kadar geldi. Ancak o da Abdülhamit rejimiyle yapılan pazarlıklar sonrasında Roma büyükelçiliğinde doktorluk görevini kabul etti.

Düzensiz bir hayat sürmesi vereme yakalanmasına ve meşrutiyetin ilanını göremeden 1902’de vefat etmesine yol açtı. Teşkilatçılığı ve “komitacılığıyla” bilinen Sukuti’nin kemikleri 1907’de İstanbul’a getirilerek Divanyolu’ndaki II. Mahmut Türbesi’ne nakledildi.

Müstakil bir eser kaleme almayan ancak pek çok makale yazan, bu yönüyle “gazeteci” kimliğiyle öne çıkan Sukuti’nin Avrupa’da yayınlanan Kürdistan gazetesini desteklemesinden dolayı Kürt milliyetçiliği yanlısı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak yazılarında Kürtler arasında şu anda bağımsızlık isteği olmadığını, zamanla bunun mümkün olabileceğini, şu anda Kürdistan’da çıkacak bir isyanın Rusların Anadolu’yu işgallerine zemin hazırlayacağını belirttiği görülmektedir.

Cemiyetin diğer kurucusu olan “Kafkasyalı Mehmed Reşid” ise Çerkez kökenli olup ailesi Rus baskıları sonucunda İstanbul’a göç etmişti. O da Trablusgarp’a sürgüne gönderilenler arasında yer almıştı.

Dr. Mehmed Reşid

Dr. Reşid meşrutiyet devrinde hekimlik mesleğinden ayrılarak İstanköy’den başlayarak çeşitli mutasarrıflıklarda bulundu. Bu yönüyle Reşid, ilk kuruculardan Meşrutiyetin ilanı sonrasında cemiyetle yolları ayrılan Cevdet ve Temo’nun aksine İTC iktidarında önemli görevlere geldi.

Balıkesir mutasarrıflığı sırasında “Rum tehciri” sürecinde önemli roller üstlenen Reşid, Birinci Dünya Savaşı yıllarında da valilik görevlerinde bulundu. O bu görevlerinde tam anlamıyla cemiyetin bir bürokratı olarak hareket etmekteydi.

Önce Diyarbakır valiliğine atanan Reşid, daha sonra Basra, Bağdat ve Musul valiliği görevlerinde bulundu. Son olarak 25 Mart 1915’te tayin edildiği Diyarbakır valiliği sırasında Diyarbakır tehciri sürecini yönetti.

Valilik makamına tayin olurken Musul’da beraber çalıştığı ve genellikle kendisi gibi Çerkez olan subay ve jandarmalardan oluşan ekibinin de buraya tayinini sağlayarak Diyarbakır tehcirine hazırlık yaptı ve bu ekip de kendisi gibi birçok suçlamaya maruz kaldı.

O bu süreçte bir taraftan Diyarbakır Ermenilerini tehcir ederken diğer yandan da Erzurum, Trabzon, Bitlis ve Harput’tan sürülen Ermenilerin tek geçiş noktası olan Diyarbakır’dan Suriye’ye sevk edilmelerinde önemli bir rol oynadı.

Reşid Eylül ayında Babıali’ye gönderdiği şifre telgrafta 120.000 Ermeni’nin tehcir edildiğini belirtiyordu. Bu sayının içinde diğer bölgelerden göç ettirilen Ermeniler de vardı.

Dr. Reşid’in tehcir sırasındaki icraatları Mütareke Dönemi’nde tutuklanmasıyla sonuçlandı. Hakkında yerel halktan bazı kişileri organize ederek Ermenileri katlettirdiği, yanlarında bulunan para ve kıymetli eşyaların yarısına “Hilal-i Ahmer’e gönderilmek üzere” el koyduğu gibi çok ciddi iddialar vardı.

Dr. Reşid mütarekeden beş gün sonra tutuklandıysa da muhtemelen İttihatçıların yardımıyla 25 Ocak 1919’da Bekirağa Bölüğü’nden firar etmeyi başardı. Ancak İtilaf devletlerinin baskısıyla yoğun bir arama faaliyeti başladı. Bir ara Gönen, Manyas, Bandırma ve Karacabey Çerkezleri arasında saklandığına dair istihbarat alındıysa da sıkı takibin sonucunda yakalanacağını anlayınca intihar etti.

Reşid, Ermenilerin katliyle ilgili suçlamalara karşılık kendisini şöyle savunmuştu:

“Hekim olmak bana milliyetimi unutturamazdı. Reşid, elbette bir doktordur ve doktorluğun gerektirdiği çerçeve içinde davranışlarını ayarlamak zorunda idi. Ne var ki Doktor Reşid her şeyden önce dünyaya bir Türk olarak gelmişti. Milliyetim her şeyden önce gelir…”.

Sonuçta Sukuti’nin ölümü sonrasında İttihat ve Terakki ile yolları ayrılmayan tek “İttihad-ı Osmani Cemiyeti” kurucusunun akıbeti de intihar etmek oldu.

***

Kaynaklar: B. Çelik, “Üç Kimlikli Bir Jön Türk Aydını: Dr. İbrahim Temo”, DEU SBE Dergisi, 2010, C. 12, S. 1; A. Kanlıdere, “İttihat ve Terakki’nin Gölgede Kalmış Simalarından Doktor İshak Sukuti”, “Nejat Göğünç Armağanı”, Konya, 2013; A. Aktar, A. Kırmızı, “Diyarbakır 1915”, Diyarbakır Tebliğleri, İstanbul, 2013; H. Kurt, “Diyarbakır Tehcirinde Dr. Reşid Bey’in Rolü”, Külliyat, 2019, S. 7; N. Bilgi, “Dr. Reşid Bey’in Ermeni Meselesine İlişkin Bazı Görüşleri”,  Türk Yurdu, Haziran 2006, S. 226; Ş. Hanioğlu, “Abdullah Cevdet”, DİA, 1988, C. 1.

3 YORUMLAR

  1. Deniz
    Sanki ak partiyi anlattınız. Önce birkaç arkadaş kuruyor sonra hepsi şutlanarak parti bir kişiye kalıyor. Yada pkk gibi. Önce birkaç solcu kuruyor sonra hepsi şutlanarak örgüt öcalana kalıyor. Demek bunun bir mekazisması var ve bu yolla istediğin partiyi, örgütü ele geçirebiliyorsun. Bu sayede insanlar ak partiyi müslümanlar hesabına çalıştığını sanıyor. Yada pkk yı kürtlerin intikamı hesabına çalıştığını sanıyor. İçim karardı artık.
    • Dadaloğlu
      Önce örgütten üst düzey olmazsa alt düzey bir yönetici kaset şantajı, para veya kadın ajanlar vasıtasıyla kukla haline getirilir. Sonra önündeki veya yanındaki diğer yöneticiler kaset , iftiralar, veya öldürülerek kuklanın önü açılır , medya ve para desteği ile örgüt lideri haline getirilir . Bu filmi onlarca kez gördük yaşıyoruz