YORUM | BÜLENT KORUCU
İstihbarat örgütleri arasında bir yarışma düzenlenir. Ajanlar ormana salınır ve en kısa sürede bir fil yakalayıp getirmeleri istenir. Hepsi belli sürelerden sonra geri döner ama Türk ajandan uzun süre haber alınamaz. Akıbetinden endişe edilir ve aramak için ormana girildiğinde, bir zebrayı ağaca bağlayıp fil olduğunu itiraf ettirmeye çalışırken bulunur. Bazı fıkralar gülmek değil sadece acı bir tebessüm için anlatılır.
İtirafçı, 15 Temmuz’dan sonra sıkça duyduğumuz kelimeler arasına girdi. İlk gün orgeneral Akın Öztürk’ün itirafları haberini servis yaptı Anadolu Ajansı. Sonra haber ‘kaynağından iptal edildi’ denilerek geri çekildi. Anlaşıldı ki Öztürk bütün işkencelere rağmen önüne konulan kağıdı imzalamamış.
Ardından Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaverinin ‘itirafları’ medyaya arz edildi. Yalnız biraz pervasızlıktan biraz da geride kalanların gözünü korkutmak için adamın işkence edilmiş fotograflarını da yayınladılar. Annesi görse tanıyamayacak haldeydi. Yaşadıklarının kelimelerle ifade edilemeyeceğini, görüntülerinin bunun en büyük kanıtı olduğunu savunan Yarbay Levent Türkkan mahkemede bütün ifadelerini reddetti. Benzer tablolar bir çok duruşma salonunda yaşandı. Tanıklar ifadelerinde isimleri geçen sanıkları teşhis edemeyince; söz konusu kişiyi ilk defa mahkemede gördüğünü, okumadığı ifadeyi baskıyla imzalamak zorunda kaldığını söyledi.
İtirafçılığın hukuki boyutuna dair çok yazıldı, konuşuldu. Ulusal ve uluslararası hukuka göre suç teşkil etmeyen eylemlerden hayali bir terör örgütü tanımlandı. Bankaya para yatırmak, okula çocuk göndermek, başbakanın öncülük ettiği yardım kampanyasına para yatırmak gibi… hem suçunu sabitleştirmek hem de başkaları hakkında delil oluşturmak adına işlem yapılan 600 binden fazla insanın tamamı aynı baskıya maruz kaldı. Sadece polis ve yargı mercileri değil, muvazaalı avukatlar da oyunun parçası haline geldi. Anne-babalar, eşler devreye sokuldu. ’İtiraf et kurtul, isim ver kurtul’ cümleleri havalarda uçuştu.
Kurtulma vaadinin de bir kandırmacadan ibaret olduğunu gösteren onlarca örnek yaşandı. Çok bilinen bir avukat S.T., mahkemede “Etkin pişmanlıktan yararlanmam gerekiyor. Verdiğim ifadeler nedeniyle 15 avukat tutuklandı. Bir sürü kişi soruşturuldu.” diye isyan ve sitem etti. Ancak mahkeme ve savcılık beyanlarını etkin pişmanlıktan yararlanmaya yeterli görmediği için ceza almaktan ve tutuklu yargılanmaktan kurtulamadı. Görebildiğim kadarıyla ‘itiraf eden paçayı yırtıyor’ algısını oluşturacak miktarda ve aslında gerçekte suçu olmayan bazılarına bu ayrıcalık sağlandı.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Olmadığım imtihanın kahramanlığını taslayacak değilim. Hangi şartlar altında verildiğini bildiğimiz ifadelerden dolayı kimseyi kınamayacağım. Ama başka bir grup varki onların eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. İtirafçılığı operasyonel ve profesyonel bir işe dönüştürenleri kastediyorum. İstihbarat birimlerinin eskiden beri sabıkası oldukça kabarık. PKK itirafçılarını cezaevinden çıkarıp cinayet işlettirdiklerinin çok sayıda tanığı var. Bunların en bilineni General Zinnar kod adlı Alaattin Kanat, pek çok sivil Kürdün öldürülmesinde itirafçılardan oluşan çeteyle birlikte rol almıştı. Benzer bir yapılanmanın Hizmet hareketi itirafçılarından da kurulduğunun izlerini görüyorum. Cemaat, PKK gibi silahlı değil kalemli bir ‘terör örgütü’(!) olduğu için, devşirilen itirafçılar kalemle infazda kullanılıyor.
Adam, tanıma imkanı olmayan 500 kişilik listeye imza atmış, dışarıda dürüstlük abidesi, vicdan havarisi gibi dolaşıyor.
İtiraf, bir vicdani pişmanlık göstergesi olmalı bence. Gerçekten suç niteliğinde bir eylemin içinde bulunmuşsa kişi ve pişman olmuşsa, ceza indirimi ya da beraat derdine düşmemeli. ‘İtiraf ediyorum ama cezam neyse çekmek istiyorum’ demiyor hiç biri. ‘Bana ceza vermeyin, emrinize amadeyim’ havasındalar.
Birinin videosunu seyrettim inanamadım; insan suçunu itiraf ederken, pişmanlığını sergilerken sırıtır mı? Kaldı ki bugün pişmanlık yasasından yararlanmak için saydıkları şeyler dün de suçtu, günahtı, ayıptı. Kollarına kelepçe takılınca mı birden bire aydınlanma yaşadılar? ‘Soruları çaldık, hem de hepsini’ diye ortalarda dolaşanların fazilet gurusu muamelesi görmesini bu yüzden anlamakta zorlanıyorum.
Hadi bir fıkra daha anlatayım. Adliyenin karşısında yalancı şahitler kahvesine giren telaşlı adam; ‘bir alacak verecek davası var’ diye bağırıyor. Ön masadan kalkan adam ‘Abi daha ödemedi mi şerefsiz’ diye başlıyor söze. Karşıdaki düzeltiyor: ‘borçlu olan benim’. Tanık anında dönüyor ‘abi daha kaç kere ödeyeceksin’.
‘FETÖ uzmanı-araştırmacı yazar’ diye kart bastıran gizli tanık Çetin Acar bir de Melih Gökçek tarafından maaşa bağlanmıştı. Kaç habere kaynaklık ettiği ve kaç davada tanıklık yaptığı konusunda rivayet muhtelif; kendi ifadesine göre nerede ihtiyaç varsa koşmuş!
Bazı itirafçıların psikolojisini yavrusunu yiyen kedinin onu çamura bulamasına benzetiyorum. Kendini haklı çıkarmak, belki de vicdanını rahatlatmak için muhataplarını şeytanlaştırma yoluna gidiyor. Nurettin Veren gibi bazıları ailesi tarafından bile dışlanınca hırçınlıkları artıyor; intikam, öncelikli davası haline geliyor.
Hayatta kalma içgüdüsü ya da otoritenin dayattığı role teslim olma itirafçılığın nedenleri arasında. Çetin Acar gibi profesyonel ve operasyonel çalışan tetikçilerin yanında, Nurettin Veren gibi kişisel sebeplerle biriktirdiği öfkeyi kusmak için fırsatı değerlendirenler en tehlikeliler.
Ben bu zulüm olayları ortaya çıktığı günden buyana “ITİRAF” kelimesine takılıyorum ve kabul etmiyorum. Itiraf özünde işlenmiş bir suç olduğunu gösterir. Oysa ortada işlenmiş bir suç yok. Darbe,şeytani mülahazaları olan bir grup ve etrafındaki dalkavuklar tarafından organize edilmiş, günümüzde yeryüzünde bulunan en saf temiz insanlara tuzak kurma maksadıyla yapılmış lânet olası bir olay. Suçlananlar masum. Bunun için ben “İTİRAF” yerine “İFTİRA”, “ITIRAFÇI” yerine de “IFTIRACI” terimlerinin kullanılmasını doğru buluyorum. Etraf dünyasını düşünen ahireti unutan iftiracilarla dolu. Allah’a emanet olun.
Efendimizin “Kardeşim” manevi rütbesini hak etmek için, içimizdeki itirafçılardan, çaşıtlardan arınmak ve yunmak gerekiyormuş. Elenen elendi, dökülen döküldü. Herkes karakterinin gereğini yapıyor. Kalan hasbiler bize yeter. Elleri öpülesi mübarek abi ve ablalarla hizmete devam. Rabbim Rıza makamına eriştirsin. Amin