İtilaf devletlerinin İstanbul’u işgali ve sonrası

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf devletlerinin çok ağır şartlarını kabul etmek zorunda kalmıştı. Kısa bir süre sonra İtilaf donanması İstanbul’a gelmiş, 16 Mart 1920’de de fiilen işgal gerçekleşmişti. İşgal dönemi, Lozan Antlaşması’nın onaylanması sonrasında 6 Ekim 1923’te Türk ordusunun İstanbul’a girmesiyle sona erecektir. 

GİZLİ ANLAŞMALARDAN MONDROS’A

İstanbul’un işgaline giden süreç Birinci Dünya Savaşı esnasında İtilaf devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalara kadar götürülebilir. Osmanlı yönetiminin yapılan bu antlaşmalardan haberi yoktu. Zaten dünya kamuoyu bu antlaşmaları Bolşevik İhtilali sonrasında Bolşevik liderlerin açıklamasıyla öğrenmişti. 

Savaşla birlikte 1915 Mart-Nisan aylarındaki notalarla şekillenen ilk gizli anlaşma, İstanbul Antlaşması adını taşımaktaydı. Bu antlaşma ile Ruslar, İngiltere-Fransa ittifakının yanında savaşa girmelerinin karşılığını, Çanakkale Savaşları’nın deniz safhasının başladığı günlerde almışlardı. Bu antlaşmaya göre İngiltere ve Fransa, zafere kadar desteğini devam ettirmesi şartıyla Boğazlar ve İstanbul’u Rusya’ya bırakıyordu. 

Bundan sonra yapılan Londra, Sykes-Picot ve St. Jean de Maurienne Antlaşmaları ile Osmanlı toprakları İtilaf devletleri arasında paylaşıldı. Ancak Bolşevik İhtilali ile Rusya’nın savaştan çekilmesiyle İstanbul ve Boğazların durumu değişti. 

Savaş sonunda yapılan Mondros Ateşkes Antlaşması’nda Osmanlı Devleti’ni fiilen sona erdiren çok ağır hükümlere yer verilmişti. Ateşkesi imzalayan Rauf Bey’e hükümetin verdiği talimatta, İstanbul ve Boğazların mutlaka Osmanlı Devleti’nin elinde kalması gerektiği belirtilmişti.

Mondros’ta İtilaf devletlerinin Çanakkale ve İstanbul Boğazı istihkamlarını işgal edecekleri maddesi bulunmaktaydı. Buna karşılık İtilaf devletleri adına ateşkesi imzalayan Amiral Calthorpe Rauf Bey’e “Osmanlı Hükümeti asayişi sağladığı takdirde İstanbul’un işgal edilmeyeceğini” belirten bir mektup vermişti. Rauf Bey de basına verdiği demeçte “İstanbul’a tek bir düşman askeri çıkmayacak” demişti.

Ateşkesin en önemli maddesi olarak kabul edilen 7. Maddesinde “İtilaf devletleri güvenlikleri tehlikeye düştüğünde önemli stratejik noktaları işgal edebileceklerdir” ifadesi yer almaktaydı.  İşte bu maddeden hareketle İtilaf donanması 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. İşgal donanması içinde İngiliz, Fransız, İtalyan gemileriyle beraber bir de Yunan gemisi bulunmaktaydı. İtilaf kuvvetlerinin kamu binaları hatta bazı konaklara yerleşmesiyle İstanbul, askeri yönden tamamen İtilaf devletlerinin egemenliğine giriyordu.

İstanbul ve Boğazların kesin statüsüne ise Paris Barış Konferansı’nda karar verilecekti. Özellikle ABD savaşa girerken Başkan Wilson’un ilan ettiği on dört prensip, Osmanlı kamuoyunda bir ümit ışığı oluşturmuştu. Ancak ABD’nin Aralık 1919’da konferanstan çekilmesi bu ümitleri ortadan kaldırdı. 

İSTANBUL’UN İŞGALİ VE SONRASI 

Paris’te Osmanlı Devleti’yle ilgili en önemli tartışmaların başında İstanbul ve Boğazlar gelmekteydi. Bu konuda müttefikler arasında da görüş ayrılığı vardı. 

İngiltere İstanbul’da milletlerarası bir yönetimi ve padişah için de “Vatikanvari” bir sistemi savunurken, Fransa “doğuda bir Papalık” oluşturulmasına “Batı’da bir papanın olmasının zaten yeterince kötü olduğu” teziyle karşı çıkıyor ve İstanbul’un Osmanlı Devleti’nde kalmasını savunuyordu. Ancak her ikisi de Boğazlarda Osmanlı egemenliğinin sona ermesinden yanaydılar

Sevr taslağında ise İstanbul’un Osmanlı başkenti olarak kalması ve padişahın burada oturması kabul edilmişti. Müttefikler padişahın Bursa’da oturması konusunu bile tartışmışlardı. 

İstanbul’un fiili işgaline neden olan gelişmelerin başında 27 Aralık 1919’da Ankara’yı merkez yapan Anadolu hareketi ile İtilaf devletlerinin İstanbul Hükümeti’ni kontrol altına alma mücadelesi vardı. 

Anadolu hareketinin gelişimiyle Damat Ferit’in yerine Millî Mücadele’ye sıcak bakan Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulması İtilaf devletlerini rahatsız etmiş, yeni hükümetin Mebusan Meclisi’nin toplanması sürecini başlatması rahatsızlığı iyice artırmıştı. 

12 Ocak 1920’de toplanan Mebuslar Meclisi’nin Misak-ı Millî’yi kabul etmesi de bardağı taşıyan son damla olmuştu. Diğer önemli gelişme ise Akbaş cephaneliğini basan Kuva-i Milliye birliklerinin buradan çok miktarda silah ve cephane ele geçirmeleriydi. İngiliz ve Fransızlar bu olayı prestijlerine vurulan bir darbe olarak görmüşlerdi. Aynı dönemde Fransızlara karşı da Urfa, Antep ve Maraş’ta büyük bir mücadele veriliyordu. 

Bu sırada müttefikler kendi aralarında İstanbul’un işgalini tartışıyorlardı. İngiliz arşiv belgelerine göre İngiltere Anadolu hareketine iyi bir ders vermek için İstanbul’un işgalini savunurken Fransızlar temkinli hareket ederek bunun çok daha fazla tepkiye yol açacağını düşünüyorlardı. İtalya ise bunun kapsamlı bir savaşa yol açacağı endişesiyle sıcak bakmıyordu.  

Müttefikler sonunda İstanbul’u işgal kararı alarak İstanbul Hükümeti’ne M. Kemal’in azlini ve barış antlaşması kabul edilene kadar işgalin devam edeceğini bildirmeyi kararlaştırdılar. 16 Mart 1920 sabahı Sadrazama bir ültimatom veren müttefikler, işgal kararını tebliğ ettiler. 

Müttefikler aynı gün halka yönelik bir açıklama yayınlayarak “işgalin geçici olduğunu, padişaha karşı olmadıklarını, İstanbul’u Türklerin ellerinden almayı düşünmediklerini ancak Allah korusun (God forbid) geniş çaplı karışıklıklar ve katliamlar olursa bu kararın muhtemelen değişeceğini” belirtmişlerdir.  

İŞGAL DÖNEMİ 

İstanbul’un işgali Millî Mücadele hareketi tarafından bir avantaja dönüştürülerek yeni meclisin Ankara’da toplanması için çalışmalar başladı. Armaoğlu’nun aktardığına göre Temsil Heyeti Başkanı M. Kemal, İngiliz Arşivleri’nde bulunan ancak Nutuk’ta yer almayan bir belgede; İstanbul’un işgalinin bütün İslam dünyası ve hilafete karşı olduğunu belirtiyor ve bütün Müslümanları “İslam’a ve Hilafete karşı yürütülen bu modern Haçlı seferlerine karşı mücadeleye” yardıma çağırıyordu. 

Damat Ferit Hükümeti’nin işgal sonrası ilk önemli icraatı, Millî Mücadele aleyhine fetva yayınlamak oldu. Müttefikler ise işgal sonrasında şehrin yönetimi konusunda birbirlerine düştüler. Bu durum Fransız komutan Franchet D’Espérey’in görevden alınması ve İngiliz komutan Milne’in yerine General Harrington’un atanmasıyla sonuçlandı.

İtilaf devletlerinin İstanbul’la ilgili ihtilafları Sevr Antlaşması’na da yansıdı. Bu anlaşmazlığın bir sonucu olarak İstanbul, Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Ancak Osmanlı yönetimi antlaşma hükümlerine uymazsa İstanbul, Türklerden alınacaktı. Buna karşılık Boğazlar Türkiye’nin üyesi olmadığı uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek, komisyonun kendisine ait bir bütçesi ve bayrağı olacaktı.  

İşgalci güçler Mebuslar Meclisi’ni kapattıkları gibi milletvekillerinin bir kısmını da sürgüne gönderdiler. İşgal döneminde ciddi asayiş problemleri yaşandı. Halka dönük faaliyetlerin başında İtilaf askerlerinin keyfi davranışları geliyordu. 

Osmanlı arşiv kayıtlarından İtilaf askerlerinin “dur” ihtarına uymayan sivil vatandaşları öldürdükleri, keyfi bir şekilde evlere girerek kadınlara sarkıntılık yaptıkları, sarhoş askerlerin çeşitli kavgalara karıştıkları, meskûn mahallerde askeri manevra ve top atışı yaptıkları anlaşılmaktadır. İşgalciler ezan okuyan bir müezzine de ateş açmışlardı. Kartal-Soğanlık’ta da hırsızlık, yaralama ve öldürme suçlarının faili olan iki İngiliz askeri yargılanarak idama mahkûm edilmişti.  

İşgal sonrasında da müttefikler arasında görüş ayrılıkları devam etti. Fransızlar işgalin İngilizlerin Boğazlara hâkim olma amacına hizmet ettiğini ileri sürüyor, İtalyanlar ise sadece Anadolu’daki ekonomik menfaatlerini düşünüyorlardı. İtalyanların Anadolu işgali 5 Temmuz 1921’de, Fransızların işgali de 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile sona ermiş, İngilizler böylece yalnız kalmışlardı. 

İŞGALİN SONU

Türk ordusunun 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmesinden sonra sıra İstanbul ve Boğazların kurtarılmasına gelmişti. Bundan sonra Türk ordusunun hedefi; İzmit yönünden İstanbul Boğazı, Çanakkale yönünden de Çanakkale Boğazı oldu. Türk ve İngiliz kuvvetleri bu noktalarda karşı karşıya geldiler. Bunun anlamı savaşın uzaması ve felaketin boyutlarının daha da artmasıydı. 

İngiltere Başbakanı Lloyd George, artık savaş istemeyen kendi kamuoyundan destek alamadığı gibi gazetelerde “halkın İngiliz ordularının geri çekilmesini istediğine” dair yazılar çıkıyordu. İngiliz Başbakan Avam Kamarası’nda bir milletvekilinin sorusu üzerine, İstanbul ve çevresinin işgalinin maliyetini 29.115.000 sterlin olarak açıklamıştı. 

 Fransa Başbakanı Poincaré de Fransız kuvvetlerini geri çekmeye başladı. İngiltere’nin diğer müttefikleri Sırbistan, Romanya ve İtalya da kuvvet göndermeyeceklerini açıkladılar. Dominyonlardan Kanada ve Avustralya destek vermeyeceğini açıklarken Güney Afrika talebe cevap bile vermedi. 

Bütün bunların etkisiyle İngiltere savaş yanlısı tutumundan vazgeçti. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Poincaré ve İtalyan temsilci Sforza arasında varılan mutabakatla Meriç nehrine kadar olan Doğu Trakya’nın Türkiye’ye terkine karar verildi. 

3 Ekim’de Mudanya’da başlayan ateşkes görüşmeleri, 11 Ekim’de antlaşmayla sonuçlandı. Ateşkese göre Yunan kuvvetleri Doğu Trakya’yı hemen boşaltacaklar ancak diğer İtilaf kuvvetleri barış yapılıncaya kadar burada kalacaklardı. Türk jandarması da bölgede asayişi sağlayacaktı. 

Ateşkesin diğer önemli yönü, İngiltere ve müttefiklerinin tek muhatap olarak Ankara Hükümeti’ni almalarıdır. TBMM Hükümeti de ateşkesten kısa bir süre sonra 1 Kasım 1922’de barış görüşmelerinde ikiliği önleme kozunu kullanarak saltanatı kaldırdı. Vahdettin de 17 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etti.

Lozan Barış Antlaşması’nda Boğazların statüsü Sevr’e benzer şekilde kabul edilmiş, sadece Milletler Cemiyeti’nin himayesinde kurulacak Boğazlar Komisyonu’nun başkanlığını Türkiye’nin yapması kararlaştırılmıştı. İngiltere böylece Boğazlardaki menfaatlerini devam ettiriyordu. 

Barış antlaşmasında, İstanbul’un antlaşmanın onayından sonraki altı hafta içinde tahliye edileceği maddesi yer almıştı. TBMM antlaşmayı 23 Ağustos 1923 tarihinde onaylayınca İtilaf devletleri de tahliye sürecini başlattılar. Son olarak 2 Ekim 1923’te Dolmabahçe’de düzenlenen bir tören sonrasında İstanbul’u terk ettiler. Türk ordusu da 6 Ekim 1923’te İstanbul’a girdi. 

İngilizlerin İstanbul gibi yüzyıllardır Türk egemenliğinde bulunan bir şehri ellerinde tutma imkânları yoktu. Zaten işgal ederken bile bunun geçici olduğunu belirtmişlerdi. Diğer taraftan Fransa ve İtalya ile aralarında bu konuda görüş ayrılıkları bulunmaktaydı. Boğazlar konusunda ise İtilaf devletleri zaten istediklerini elde etmişlerdi.  

Türkiye İngilizlerin Abdülhamit devrinde ele geçirdiği Kıbrıs, Mısır ve Sudan’ın İngiltere’ye ait olduğunu Lozan’da onaylamış, böylece İngiltere yıllardır fiilli olarak elinde bulundurduğu yerlerin sahibi olduğunu Osmanlı Devleti’nin mirasçısı Türkiye’ye kabul ettirmişti. 

İngiltere ayrıca petrol bölgesi olan Irak’a hâkim olmuş,  Filistin’i elde etmiş, Hicaz’da kendine taraftar bir rejim oluşturmuştu. Fransa ise Suriye ve Lübnan’da manda rejimleri kurmuş, Düyun-ı Umumiye’nin en büyük alacaklısı olarak Osmanlı Devleti’nden kalan borçların ödenmesini garantiye almıştı.

Türk ordusunun İstiklal Harbi’nde doğuda Ermenilere, güneyde Fransızlara ve batıda Yunanlılara karşı kazandığı zaferler ve yukarıda söz ettiğimiz faktörler dikkate alındığında İtilaf devletlerinin İstanbul’u “savaşsız bir şekilde” terk etme gerekçeleri açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Kaynaklar: F. Armaoğlu, “İngiliz Belgelerinde İstanbul’un İşgali”, Belleten, 1988, S. 234; S. R. Sonyel, “İngiliz Gizli Belgelerine Göre İşgal Gücünün Türkiye’de Son Günleri ve Cumhuriyetin Kuruluşu”, Belleten, 1978, S: 165; Ş. C. Erdem, “İtilaf Devletlerinin İstanbul’u Resmen İşgali ve Faaliyetleri”, ATAM, 2005, S.  62; Düstur (Üçüncü Tertip), İstanbul, Necmi İstikbal, 1931, C. 5. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Yunanistan İngiltere ile birlikte neden savaşta yer almadı? Neden Mondros mütakeresi sonrası herkes çekilmişken savaş yaptı? Yunanistanın İngiltere, Fransa yerine savaşması nedendir? Biz savaşmayacağız ama sen savaşabilirsin mi dedi İngilizler. Karşısınıza Atatürk denilen adam çıkacak, dikkatli olun mu dedi? Yunan olayı İngilizlerin saltanata ve İstanbula dokunmamasına rağmen neden Yunan işgali patlak verdi? Bu işgal daha önce yapılsa daha anlamlı olamazmıydı? Yani lozanda her yeri vermişler, İngilizler de İstanbulu lütfetmiş, Doğu Trakyayı lütfetmiş. Ne ilginç İngilizler birden bire asker toplayamıyorlardı. O zaman neden Türkler İngilizin üstüne gitmedi? Neden bir sürü yeri verdi. Yenilmiş bir Osmanlı birden bire hem de tek kurşun atmadan yeni Devleti İngilizlere tek kurşun atmadan İstanbulu aldı. Fransızlarla cephe savaşı mı yapmış. Ermeni çeteleri hep vardı. Yani Ermeni çeteleri bir İngiliz, Fransız, İtalyan değil. Korkunç bir yenilgi alan Türkler, sadece Yunanı yenerek herkesi yenmiş gibi oldu. Burada bir dövüşçünün karşısına zayıf bir rakip çıkarmak ve o zayıf rakibi, ki hala yunanı tartışma programlarını seyrederken yunanın Türkün ayarında olmadığı itiraf ediliyor, büyük yıkıntıdan neyi kurrardılar? Anadoluyu yunandan kurtardılar. Ama lozanda niye heryeri verdiler. Madem kafa tutabiliyorsun?

    Bu Kenan Evrenin darbesine benzer. Sağ ve sol yerine Türk ve küçücük Yunanın kavgası, sağ ve sol olaylarında Kenana darbe yaptırırken, Türk Yunan hikayesinden Atatürkün Kenan Evren olmasını seyrettik. Yada 15 Temmuza benzer. Önce ordu içinden terör saldırıları yapılır, ordu hain gösterilir. Sonra orduyu operasyona yani darbeye hazır hale getirir.

    Yunan sayesinde Musul, Halep cephelerini kaybeden Atatürk birden bire kahraman oldu. Sadece kahtaman olmadı. Yunan yüzünden Vahdettin de hain olmuştu.

    Yani 15 Temmuzda tam darbecilerden kurtulduk derken birden ne oldu? Kalıcı OHAL ve KHK yönetimi, Meclisin feshedilmesi oldu. Şimdi Yunan olayı da buna çok benziyor. Madem İngilizler Atatürkten korktu, çekildi, tam kurtulduk derken birden Rejim değişiyor. Hemde tam İngiliz tarzında bir dönüşüm. 15 Temmuzda da Yunan yerine Cemaati koymuşlar ve ikisi de yani Cemaat ve Yunan tehdit oluyor.

    Nedense dünyayı daraltıyorlar, çıkış yolu bulunca karşımızda yeni Rejim ile karşılaşıyoruz. 15 Temmuz, sağ-sol, Yunan olaylarında hainler, kötüler vardır ve bunlarla mücadele edelim derken bir bakıyoruz ki Rejim değişmiş. Yani Atatürk İngilizlerin Vahdettine bırakmak istemediği neyi mesela Atayürk İngilizlerden kopartıp aldı ki? Atatürkün öyle bir derdi olmaığını kendi Devletini kurduktan sonra hiç Vahdettin gibi hüzünlü görülmeyip gayet hızlı bir şekilde bildiklerini yapmaya başladı. Devrimler, mahkemeler, yargılamalar, Kuvayi Milliyecileri yargılama öncelikli iş olarak sıraya koydu?

    İngilizlerle karşı karşıya gelmekten çekindiği için lozanda her yeri bıraktılar. Çünkü İngilizlere karşı yenildi. İki tane cephanelikten alınan silahlarla savaş olurmu? Bunın düzenli olarak üretilmesi gerekiyor. İnsanlar madem özgür olacaklardı neden Atatürke dayatılan devrimleri atatürke yaptırdılar? Savaş kazanıyorsun, tam sevineceksin, bir bakıyorsun Rejim değişmiş. 15 Temmuzda darbeyi savuşturuyorsun sonra bir bakıyorsun ki bu sefer Atatürkün kurduğu meclis feshediliyor.

    Kurtuluş savaşı gerçekti. Çünkü Yunan Egeyi hatta Ankarayı işgal etmek istiyordu. Türk Yunan savaşı gerçek ama İngilizlerin en ağır şartlarda mütareke yaptırılan Osmanlının şartları düşünüldüğünde İngilizlerin diğer itilaf devletleri ile anlaşamaması mümkün değil. Sonuçta sırtlanlar etin en lezzetli yeri için anlaşamazlarsa bile kurbanın bacağını kopartır yer. Yani çekip gitmez. İstanbul belli ki İngilizlere kaldı. Paylaşım yapıldı. O yüzden diğerleri gitti, yani İngilize kaldı. Lozanda zaten hepsi istediklerini aldı. Çünkü Türk ordusu zar zor Yunanı yenebildi ancak. Yani Fransız, İngiliz, İtalyan isteselerdi Anadolunun tamamını alırlardı. Ama onlar Türkleri kontrol etmenin başka yöntemlerini uygulayarak Türkleri idare yöntemine gittiler.

    Bizi p kadar güzel idare ediyorlar ki Türkler sefillikten, adaletsizlikten kurtulamıyor. Bunun nedeni İngilizlerin Türkleri ulusalcılık adıyla sınırlarını çizmek, Arap düşmanlığı ile meseleyi derinleştirmektir.

    İngilizler gelecek Vahdettine toplarını çevirecek, biz ise buna karşı koyup onları def edebilirsek, bize doğrultulan, Atatürke doğrultulmayan toplara karşı kafa tuttuğumuz zaman bağımsız olacağız.

    Atatürk kameranın kendisini çektiğini anladığında vakur bir duruş sergiliyor. Ben onu kameralar dışında görmek isterdim. Vakar duruşu ben Padişahlarda görmedim. Onların aldığı eğitim farklı. Onlar Osmanlı Devletinin lideri. Atatürk onlar gibi mütevazi durmuyor. Ama lozanda bıraktığı toprakları o mütevazi duran padişahlar aldı. Hemde dünyayı karşısına alma pahasına.

    Atatürk lozanda niye dış topraklarımızı verdi? Çünkü olmayan bir güçle ne yapabilirsin? O zaman gerçek budur. Hepten kaybetmişiz, bütün suçu bir avuç insana atıyoruz ama bunun geçmişi var?

    Bu şekilde hikaye kopuk anlatılınca şüpheleniyorum. Ama sizin yazınızdan çok şey öğrendim. Sadece itilaf devletlerin arasının İstanbul üzerinden açılması, birbirlerine küsmesi ve kimsenin İngilizlerle bir avuç kalmış Osmanlı askeri ile savaşmak istememesini tam anlayamadım. Yani bir Yunan kadar da mı olamadılar itilaf devletleri, İngiliz sömürgeleri?

    • İtilaf devletleri o savaşta 20 milyon asker kaybetti nerdeyse İngiltere ve Fransa’da her aileden bir erkek öldü . O savaşta askerler lagimlarin taştığı siperlerde , farelerin arkadaşlarının cesetlerini kemirmesini çaresizce izlediler ve o kokuyu hayatları boyunca hatirladilar . Tam bitti denildiğinde Ortadoğu’ya ; Sovyetlerin tüm desteğini almış olan tecrübeli Osmanlı generallerin üzerine bu orduyu yollamak imkansız dı . Bundan dolayı Yunanistana silah cephane desteği verip kalan askerleri ile Ortadoğu da tek ihtiyaçları olan şeyi petrolü savundular.

  2. Ayrıca Yunanların işgal girişimi 15 Temmuz gibi enişteden öğrenildi. Eğer Atatürk işgal öncesi Anadoluda olsaydı o zaman anlardım. Çünkü İngilizler Vahdettine baskı yapacak ve Yunanı üzerinize salarım ha diyeceklerdi. Ama Atatürk işgalden sonra gönderiliyor. Peki orduyu kaç günde topladı? İnsanlara lider olduğunu nasıl ikna etti. Süslü kıyafetiyle mi? Hem diyelim Vahdettin Atatürkü yok etti, ama bu mücadele yine devam ederdi ki. Madem kimse Sultanın ‘sözünü dinlemiyor’ o zaman yeni bir lider seçebilirlerdi. İstanbulun Atatürke tepkisini de anlamak çok doğal. Sen adamın saltanatına son vermek için Yunan olayını kullanıp başkomutanlık alıyorsun. Market sırasında biri diğerinin önüne geçse hemen bozuluyoruz aöa. Bozulmayalım, gelsinler haklarımızı çiğnesinler. Hem Kurtuluş savaşı hiç aksamadı Vahdettin yüzünden. Adam resmen kendini feda etti. Atatürkün darbeci olduğunu ona söyleyenler oldu. Ama Saltanatın emri gereği herkes Ona itaat etti.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin