Yorum | Emine Eroğlu
“İsyanı olmayanın ahlâkı olmaz” der Nurettin Topçu ve “isyan ahlâkı”nı yanlışa, eğri büğrüye karşı bir iç infial, bir karşı koyuş olarak tanımlar.
Eğer bir toplumda isyan ahlakını taşıyan, yani ıstırabı istirahate tercih eden birileri varsa esaretin yanında hürriyet de vardır ona göre. Kalabalıklar, halkı kendi sefaletlerinden kurtarmak isteyen bu kahramanları, her devirde ateşe veya darağacına yollamaktan hoşlansalar da bu, onların tavrını değiştirmez ve kuvvetini artırmaktan başka bir işe yaramaz…
Bugün, ıstırabı istirahate tercih eden kahramanlara çok ağır bedeller ödetildiği “ahlâksız ve hürriyetsiz bir toplum”dan söz ediyor olmak hatırlattı bana rahmetli Nurettin Topçu’yu.
Şahitlik ettiğimiz, tam bir “kendi sefaletinde boğulma” vak’ası.
Muktedir ile onun ezip aşağıladığı halkı arasında, giderek derinleşen, marazi aşk ilişkisi…
Kur’an-ı Kerim’de firavun ve ona itaat eden halkı üzerinden anlatılan hastalık. “Ruh köleliği” olarak teşhis edilebilecek bir psikopatoloji…
MUTLAK HAKİMİYET İDDİASI
Firavunluğu Kur’an terminolojisi ile “mutlak hakimiyet iddiası”nı tanımlamak için kullanıyorum.
Firavun, bir prototip. Zulüm, baskı, zorbalık ve despotizmin simgesi. Yeryüzünde kendinden başka kanun koyacak ve itaat edilecek hiçbir güç, sözü dinlenecek hiçbir kimse kabul etmeme kibri. Hangi asırda, hangi din veya milletten olursa olsun. Ölçüsü kime uyarsa uysun….
Bir de Kur’an ifadesi ile, “mele”ler, olarak tanımlanacak bir zümre daha var ki o da, Firavun’un işbirlikçileri.
Bir adamın tek başına mutlak hakimiyeti devam ettirmesi mümkün olmadığı için kendisine ayrıcalık tanınmış “seçkinler” grubu. Halkı ruhen köleleştirmekle birinci derecede görevli olanlar:
Firavun’un etrafındaki aristokrat sınıf, büyük sermaye sahipleri, kaba kuvvet temsilcileri, üst düzey bürokratlar, halkı ifsad etmekle görevli aydın görünümlü fikir adamları, heva ve heveslerinin esiri bazı sanatçılar, sözde din erbabı ve onlarla çıkar ilişkilerine girmiş kimselerden oluşan topluluk.
Firavun sık sık etrafındaki bu zümre ile birlikte anılıyor İlahi Beyan’da.
FİRAVUN’UN KAVMİNİ KÜÇÜMSEMESİ
Kur’an-ı Kerim’de Firavun için, “O halkını küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan iyice çıkmış bir toplum idi.” (Zuhruf, 54) buyruluyor.
Ayette geçen “istehaffe,” yani küçümseme kelimesi cümleye, “Firavun, kavmini aşağıladı. Onları sıradan insanlar yığını ve basit halk kitlesi olarak gördü. Herbirini birer köle telakki etti.” anlamları yüklüyor.
Bununla birlikte, aynı kelime tefsircilere göre bir değiştirmeyi ve dönüştürmeyi de akla getiriyor. Yani, Firavun, kavmini öyle ezmiş, o derece sindirmişti ki, artık hiç kimsede kendi ayakları üzerinde doğrulma ve kendi olarak isbat-ı vücut etme gücü kalmamıştı. O toplumda insana saygıdan, vicdan hürriyetinden ve insanî değerlere hürmetten bahsedilemezdi.
Mü’minlerin, “Allah neylerse güzel eyler” demelerine bedel, o toplum fertleri de adeta “Firavun ne yaparsa güzel yapar, ne emrederse doğruyu emreder,” diyor ve Firavun’un emirlerine harfiyen uyuyorlardı.
Firavun hem onları hafife alıyor ve küçük görüyor, hem de melelerinin yardımıyla bu küçüklük duygusunu onların ruhlarına işliyordu.
Ayetin devam cümlesi de halkın aşağılanmışlığa alışıp köleliği karakter haline getirdikleri için Firavun’a itaat ettikleri anlamını pekiştiriyor.
BİLMEDİĞİNE SABRETMEK
Kanaatimce aşağılanmış kitlelerin diktatöre sadakatlerinde bir tuhaflık yok. Tuhaf olan, ruhen köleleştirilmiş bir halktan özgürlük mücadelesi beklemek.
Belki gerçekten on beş yıl önce fırınları, buzdolapları yoktu. Belki vardı da onlara yok geliyordu; çünkü muktedirle var oldular.
En nihayetinde Tanzimattan beri genleriyle oynanan bir toplumdan söz ediyoruz. Önce ezilerek, sonra da ezikliği kabul ettirilerek küçük olmaya ve küçük kalmaya alıştırılmış bir toplumdan…
Ayrıca kişinin bilmediğine sabretmesinin kolay olduğunu da unutmayın.
Onlar bilmiyorlar, kayıplarını yerine koyamayacaklarını. Yırtığın büyüyüp yamanamaz hale geldiğini. Kıralın çıplak, muktedirin iktidarsız olduğunu.
Bir Firavun’a “İslam Halifesi” dediklerini bilmiyorlar…
Kayıplarını kazanç, zilletlerini izzet sanıyorlar.
Helak edilen kavimlerle aynı güven içerisinde, kendilerini uyaranlara, “Bizi tehdit edip durduğun o azabı getir de görelim! (Hud, 32, Araf, 77) diyorlar.
SABRI ÇETİN OLANLAR
Sabrı çetin olan sizsiniz, çünkü bildiğinize sabrediyorsunuz.
Biliyorsunuz, Firavun’un ve melelerinin “yıkmakla vazifeli” olduğunu.
Rejimin diktatörlük, muhalefetin iktidarı meşrulaştırma aracı, “seçim”in seçimsizlik, vaadlerin de yalan olduğunu.
Biliyorsunuz, ülkenin enkazının bugün zafer naraları atan gafillerin üzerine yıkılacağını. Sizin için kaynatılan kazanları, çevirilen dolapları biliyorsunuz.
Göre göre, bile bile sabrediyorsunuz.
Hazreti Ali gibi, “Sabrın sabırdan daha ötesine/acısına sabredeceğimi bileceği âna kadar dişimi sıkıp sabredeceğim!..” demeyi öğreniyorsunuz.
Öğrenmek zorundasınız da!… Çünkü ancak Allah’ın ipine sımsıkı sarılan, dosdoğru yürüyen ve hadiseleri iman ölçüleriyle değerlendiren hakiki müminler, diktatörün hafife almaları karşısında izzet ve iffetlerini koruyabilirler.
İsyan ahlakının esaretten ve ölümden korkmayan kahramanları…