İşte bütün mesele!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Tarih boyunca en zor, hatta en yanlış anlaşılmış filozofların başında gelir George Wilhelm Friedrich Hegel… Sadece yaşarken değil, öldükten bile sonra bu talihsizliği süregelmiştir. Kimi Panteist der Hegel’e, kimi kimi ateist, kimi ise agnostik. Orta çağ filozofu diyenler de az değildir. 

Hegel yaşarken bile bu anlaşılamamak durumunu sürekli yaşamış. Kendi öğrencileri, takipçileri bile kamplara bölünmüş birbiriyle fikir çatışmasına girmişlerdir. 

Hegel’in en önemli öğrencilerinden biriydi Karl Ludwig Michelet. Öyle ki bugün Hegel’in görüşleri hala okunuyor ve itibar görüyorsa Michelet sayesinde denebilir. 

Michelet, Hegel hayattayken öğrencilerinin ve sevenlerinin kamplara bölünmesinden ızdırap duyuyordu. Her makalesinde ve konuşmasında uçları birleştirmeyi amaçlıyordu. Örneğin Hegel’in sağ kesiminde oturanlara (ideolojik anlamda) “felsefe alacakaranlıkta baykuş ötüşüdür” derken, sol kenar sakinlerine ise “felsefe yeni günün doğumuna sebep veren horoz ötüşüdür” diyor, tabiri caizse hem nala hem mıha vuruyordu. 

Bugün pek çok tarihçi Michelet’i bir fırsatçı olarak görmesi ise bundandır. 

Hegel’in hemen hepimiz hayatımızda en az bir kez kullandığı; “Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı!!” cümlesini Michelet için söylediği rivayet edilir. 

Hiç anlamamak mı iyidir yoksa yanlış anlamak mı?

Dünyanın anlamını çözmek kadar zor biri soru değil elbette ama tarihin en kadim problematiklerinden biri. 

Niccolo Machiavelli, enteresan kitabı Prens’te şöyle der; “Devlette ortaya çıkan hastalıklar önceden görüldüklerinde çabuk iyileştirilirler; ama bu hastalıkların görülmesi ve herkesin görebileceği şekilde büyümelerine izin verilmesi durumunda, artık herhangi bir tedavi söz konusu olamaz.”

Bundan sonrası için ise çıkarcılığın piri düşünür noktayı koyar: 

“Hiçbir şey kendi öz gücünde dayanmayan bir iktidar gösterişi kadar zayıf ve istikrarsız değildir..”

Korona belası dolayısıyla dünya farklı bir yere doğru savruluyor. 

Makyavelli üstadın, Hükümdar’ında vurguladığı gibi eğer hükümdar iseniz yaşanılan olumlu-olumsuz her gelişmeyi iktidarın bekası için kullanmak durumundasınız. 

Dolayısıyla totaliter rejimler bu salgını kendi iktidarlarının devamı için mümkün mertebe kullanması gayet tabii ve despotluğun doğasında olan bir şey. 

Belki de yaşayan en popüler filozof ve tarihçi İsrailli Noah Harari, geçtiğimiz hafta  Deutsche Welle’ye bir röportaj verdi. Enteresan tespitler ile bezeli söyleşinin bence en enteresan cümlesi şuydu: 

“En büyük tehlikenin virüs olmadığını düşünüyorum. İnsanlık, bu virüsün üstesinden gelmek için yeterli bilimsel altyapıya ve teknolojik araca sahip. Bizim en büyük problemimiz doğamızda yer alan nefret, açgözlülük ve cehalet.”

İnsanların bu krize küresel dayanışma ile değil, diğer ülkeleri, dini ve etnik azınlıkları suçlayarak, nefret dili kullanarak karşılık verdiğini söyleyen tarihçi Harari, bu sürecin sonunda insanlığın totaliter gözetleme sistemleri ve bireylerin güçlendirilmesi arasında bir seçim yapması gerekeceğini düşünüyor. 

Dolayısıyla biz sıradan insanların “Bu kriz pek çok iktidarı götürür” gibi düz mantığını da dümdüz ediyor. 

Doğrusu haksız da değil. Bizim için fırsat olan şey despotlar için niye bir fırsat olmasın ki!

Ülkelerin harcadığı inanılmaz bütçelerin tamamının sağlık ya da virüsle mücadeleye gitmediğini de söyleyen Harari, pek çok otoriter rejimin bu bütçeleri insanları daha yakından ve sıkı takip edebilecek sistemlerin inşasına harcadığı kanaatinde. 

Filmin finaliyle ilgili çok değişkenli bir tahmini var İsrailli tarihçinin. 

Şurası kesin; bu salgın sonrasında gerçekten bazı şeyler değişecek. Ancak değişimin nasıl olacağı insanların ve hükümdarların davranışlarıyla doğrudan ilintili. 

“Her sonuç mantıklı gelebilir”, dedikten sonra ekliyor; “Daha önce hiç görülmemiş boyutta totaliter rejimler ortaya çıkabilir.”

Ne dersiniz, koronavirüsü bir tek Harari anlıyor, o da yanlış anlıyor olabilir mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir diyoruz da dinleyen yok. Hükümetler corona bahanesiyle insanlara baskı uyguluyor özgürlüklerini elinden alıyor cezalandırıyor vs. İtiraz edeni de yaka paça içeri alıyor susturuyor. Sonuç herşeye razı olan kitleler. 11 eylülde 3bin kişi öldüğü için sokakta müslüman avına çıkan, afganistanın kan gölüne çevrilmesini alkışlayan abd de 55bin insan ölüyor, bi 55bini de ölmeyi bekliyor ama kimse bu devlet gümrükte insanları donuna kadar ararken niye geldin diye hesaba çekerken virüsün girmesine niye müsade ettiler demiyor veya çinli avına çıkmıyor. Aynısı 15 temmuz ve günümüz türkiyesi. Bu virüs yürüyerek gelmedi ya. Yurt dışından gelenlerle geldi. Niye müsade ettiler. Niye kimse bunun hesabını sormuyo. Demekki milletler liderleri ne derse onu yapıyor. Virisün ekonomik faturasını konuşuyolar daha binlerce insan ölmeye devam ederken. Ölen ölsün kalanı bize yeter hesabı. Bir de hükümetlerini alkışlıyolar çok güzel mücadele ediyor diye. Bu milletler mi sistemi değiştirecek. Hadi ordan derler adama 🙂

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin