YORUM | ABDULLAH SALİH GÜVEN
Başlığa çektiğim cümle, yarım kaldı. Devamını buraya yazayım: Makbul mü? Namazın Allah tarafından makbul olup olmadığını ne ben ne de başka bir fani bilebilir. Onu bilen sadece ve sadece Allah’tır, onu bildirme zamanı ahiret, mekânı da herhalde mizandır.
Aynı soruyu “sahih mi?” diye sonlandırırsak, müspet veya menfi bir kanaat ileri sürme, bir görüş bildirme mümkündür bizler için. O da şu: Namaza namaz dedirten şartlar vardır. Söz konusu şartlar Peygamber Efendimiz’in beyan ve fiillerinden hareketle fukaha tarafından kayıt altına alınmıştır. İlmihal kitaplarında formüle edildiği şekliyle bunlara biz, 6’sı içinden 6’sı dışından şartlar deriz. Dolayısıyla fani beşer olarak bizler, herhangi birisinin namazının sahih olmadığını söz konusu şartları ikmal edip etmediğine bakarak bir şey diyebiliriz. Bunları yerine getirdiyse nihai kararı elbette Allah’a bırakmak kaydıyla “Namazı namaz yapan şartları tamamlamış. İnşallah ahirette bu namazından dolayı sorguya çekilmez” der geçeriz. Hatta şartlarda eksiklik varsa, ilave hükümlerde bulunur, “Şunları da yapmalıydı; vakti içindeyse tekrarlaması, vakit çıktıysa kaza etmesi lazım; şu şart eksik ama namazın sıhhatini halel getirmez” vs. deriz.
Fakat başlıkta yarım kalan soruyu “caiz mi, meşru mu?” diye sorarsak, işin uzmanlarının hemen fark edeceği gibi başka bir şeyden bahsettiğimiz açıktır ve asıl soru da budur. Nedir mesele? İstanbul müftüsünün namazı değildir. Aksine namazın kılındığı mekandır, evdir, lojmandır. Malum, Türkiye gündemini takip eden herkesin yakından bildiği gibi cevabı açık bu sorunun. Müftünün oturduğu lojman İstanbul eşrafından Ali Kervancı’nın hükümet tarafından el konan ev. İsterseniz çok nazik bir şekilde ifade ettiğim “el koyma” yerine mafya literatürünü kullanarak “çökülen” ya da dini literatürle “müsadere edilen, gasp edilen” ev de diyebilirsiniz. Tabii cesaretiniz varsa.
NAMAZIN KABULÜNÜ ANCAK ALLAH BİLİR
Şimdi, soruyu doğru bir şekilde anlayıp, sorunu sahih bir zemin üzerine oturttuktan sonra lojmanda kılınan namaza gelelim; namazın Allah tarafından kabul edilip edilmediğini yukarıda ifade ettiğimiz gibi sadece ve sadece O (cc) bilir. O’nun yerine ahkam kesme cüretini hiç kimse kendinde bulamaz. Nezaketsizlik değil, haddi aşmışlıktır, küstahlıktır, sınırını bilmemektir bu. Fukahamızın vermiş olduğu hükümlerin hemen arkasında “Allah en doğrusunu bilir” demelerinin sebebi budur.
Pekâlâ hırsızlıkla ele geçirilen, haksız yere müsadere edilen, gasp edilen ev namazdan bağımsız bir mesele midir? Zaten işin içinden çıkamadığımız nokta burası. Onun için yeni atanan Diyanet işleri Başkanı Ali Erbaş’a ilk sorumuz bu. Klasik fıkıh kitaplarına baktığınızda, bu ve
benzeri problemlere kazuistik (kurala bağlı) bir metotla yaklaşan fukahanın verdiği cevap meydandadır. Atomik ve parçacı bir yaklaşımı temsil eden zihniyetin takip ettiği bu metoda göre namaz ayrı, evin gaspı, müsaderesi ayrıdır. Namazın şartları yerine getirildiyse sahihtir, evin gaspı veya müsaderesinin hesabı ayrıdır.
Hadiseye parçacı değil de külli bir nazarla bakan ulemaya gelince; onlar İslam’ın emir ve yasaklarını bir bütün halinde mütalaa eder, mahruti bakış sergiler, literatürdeki tabirle merkeze “makasıdu’ş-şeria ve mesalihu’n-nas”ı (şeriatın maksadı ve insanların faydaları) koyarak hüküm verirler. Bu bakış açısının vereceği hükmü tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir tarafta hırsızlığa konu edilen, devletin ceberut gücünü kullanarak haksız yere el konulan ev ve bu evin dini temsil makamında bulunan müftüye tahsisi, diğer tarafta işte bu evde kılınan namaz.
PEYGAMBER AHLAKINA SIĞAR MI?
Burada neye bakacağız o zaman? Hırsızlığa, müsadereye, gaspa, din adamının böylesi bir evde oturmasına ve kılınan namazın şartlarına uygun bir şekilde eda edilip edilmemesine. Eda edildiyse sahih diyelim. Ya ilk kısımdaki sorular ne olacak? Hırsızlık haram. Gasp haram. Müsadere caiz değil. Dolayısıyla bunun başta bu kararı alan, sesini çıkartmadan uygulayanlar olmak üzere -ki müftü efendi buna dahil- dinimize verdiği ve vereceği zararı tahmin edebiliyor musunuz? Tam aksini düşünün: “Her ne kadar kanunen siyasi makamlara bağlı olsa da dinin izzet ve şerefini, din adamının toplum nezdinde var olan saygı ve hürmetini nazara alıp onlara zarar gelmemesi için bu karar yanlış. Müftülük gibi Peygamber misyonunu eda eden kutsal bir makamın, hak ve adalet başta olmak üzere onlarca, yüzlerce insanı, İslami, hukuki, ahlaki ve mesleki kaideyi çiğneyen bu kararı kabul etmesi mümkün değildir” denilseydi, dinin ve din adamının itibarı adına çok daha farklı bir sonuç ortaya çıkmaz mıydı? Aklıma nedense ibret-i alem için iade edilecek denilen ve bir türlü iade edilmeyen Mercedes geldi ve ağzımdan “Sen neden bahsediyorsun Allah aşkına!” sözleri çıktı.
Sorumu tekrar ederek yazıyı bitiriyorum. Sorum yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a: İstanbul Müftüsü’nün lojmanında kıldığı namaz caiz midir? Zannım o ki yeni başkan bu soruya cevap ararken kıyas değil istihsan ya da maslahat prensibini kullanacaktır. Fıkhın hala yürürlükte olan katı, şekilci kuralcılığının dışına çıkıp hikmet-i teşri, maslahatu’n nas, makasıdu’ş-şeria, menfaat-ı celb, mefsedet-i def gibi kaidelerini merkeze alacaktır.