YORUM | VEYSEL AYHAN
(Nübüvvet ve Devlet Yazıları- 10)
Kur’an, devlet sistemi önerir mi? Yoksa hakem olarak kenarda durup; insanlara ve sistem sahiplerine tavsiyelerde mi bulunur, ölçü ve esaslar mı verir?
Bu konularla ilgili önemli bulduğum ve dikkatle okunması gereken bazı önemli metinleri aktarayım:
ÜLKE VE DEVLETİN DİNİ OLUR MU?
“Gayrimüslim ülke’ tabirini galat-ı meşhur kapsamında kabullenmeli. Çünkü ülkelerin dini olmaz. Din bireye ait bir olgudur. Bir dine mensup insanların çoğunluğunun bir ülkede yaşıyor olması ya da o dinin siyasal sistemini etkilemesi, sosyal ve kültürel kodlarla sıkı irtibatının bulunması ve bunlardan hareketle ‘Hıristiyan ülke, Müslüman devlet vb.’ şekillerde anılması tarihi bir gerçektir ama bu gerçek ülkeyi o dine nispet etmeyi haklı kılacak bir gerekçe değildir. Dolayısıyla ‘gayri müslim ülke’ tabirini zihinlerimizde ‘galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evladır’ çerçevesinde bir yere oturtmak gerekir.” (Ahmet Kurucan)
Devlet nedir? Din, devlet görevlilerinde bir ideoloji olarak bulunursa ne olur?
“Devlet gayri şahsi soyut bir aygıttır, organizasyondur, hiçbir kimliği olmaz, mezhebi de. Devletin resmî ideolojisi dediğimiz zaman şunu anlıyoruz; devlet içerisinde inisiyatif kurmuş bir elitin kendi, siyasi ve toplumsal projesini bütün bir topluma devletin imkanlarını ve araçlarını kullanarak dayatmasıdır. Bundan totaliter bir rejim çıkar. İster açık ister gizli. Resmi din dediğimiz inisiyatif kurmuş elitin kendi din yorumunu bütün bir topluma kabul ettirmesidir. Bundan dini totaliter çıkar. O halde devletin ne dini olur ne resmî ideolojisi ne de mezhebi. Devletin ahlaki amaçları vardır. Herkesin yaşama ve eşit olma hakkı var. Din de bunu böyle istiyor. İktidar paylaşılabilir. Bizim gibi düşünmeyen kim olursa olsun iktidarı bizimle paylaşabilir. Müslüman olmayanlar tarihte gördüğümüz gibi zımni kategorisinde değil, toplumsal ve siyasi ortaklarımızdır…
Eğer demokrasiyi Müslümanca yeniden tanımlayacaksak; demokrasi tam Tevhide denk düşer. Çünkü kulun kul üzerindeki baskısının ortadan kaldırılması ve Allah’tan başka hiçbir gücün, iktidarın, servetin ve bilginin insan üzerinde belirleyici olamayacağı inancıdır. Kendi kendime karar verebilmeliyim. Eğer demokrasi siyasi rejim olarak bana bunu veriyorsa ben Müslüman olarak daha iyi yaşayabilir ve kendimi ifade edebilirim. Eğer baskı altında isem yaptıklarımdan sorumlu değilim. Allah kendini reddetme özgürlüğü dahi tanıyor. Eğer reddediyorsam ona uygun yaşama hakkım da olmalı ki bu yaptıklarımdan ceza veya mükafat sahibi olayım. Bunu yapabiliriz. Demokrasi yaşayan bir süreç. Şu anda Tevhid inancının ideallerine en uygun rejimdir diyorum.” (Ali Bulaç’la röportaj. “İslamî hareket devlete talip değil” Aksiyon Dergisi, 1998)
İSLAMI, REJİM PROJESİNE İNDİRGEMEK
Yüksel Çayıroğlu ile devam edeyim.
“Kur’an ve Sünnet, devlet yönetimiyle ilgili bütün zamanları bağlayan detaylı düzenlemeler getirmemiştir. İslam’ın ortaya koymuş olduğu ne belirli bir devlet biçimi vardır, ne de yönetim şekli. Allah Rasûlü’nün kendinden sonra yönetim işini üstlenecek birisini bırakmaması ve dört halifenin her birisinin ayrı bir tarzda hilafete gelmesi de bunu gösterir. Aynı şekilde O, kralları İslam’a davet etmek üzere gönderdiği mektuplarında, Müslüman olmaları halinde onlara tahtlarında kalma ve iktidarlarını devam ettirme garantisi vermiştir.
(Müslüman ol veya öl! Önce sen!)
Pek çokları ilk dönem uygulamalarından ve naslardan hareketle ‘İslamî bir yönetim şekli’ ortaya koyuyor ve bunun, demokrasi karşısında sahip olduğu üstünlükleri izaha girişiyorlar. Fakat aynı kişiler siyasi katılımın esas olduğu bu yönetim şeklinin dört halifeden sonra nasıl olup da yerini veraset sistemine ve totalitarizme bıraktığıyla ilgili tatmin edici izahlar yapamıyorlar. Dahası onların, günümüz İslam dünyasında devam etmekte olan istibdat rejimleri, hak ihlalleri, kısıtlamalar, baskı ve zulümler hakkında da tatmin edici izahları ve çözüm önerileri yok.
Özellikle siyasal İslamcılar ve İslam adına ortaya çıkan bir kısım radikal gruplar, İslam’ın evrensel ve kuşatıcı mesajını adeta bir rejim projesine indirgemişlerdir. Hatta onların, devleti ele geçirme ve kafalarında oluşturdukları muhayyel bir kısım kurgulara göre insanları idare etme adına dini suiistimal ettikleri ve onu bir ideolojiye çevirdikleri söylenebilir.” (Yüksel Çayıroğlu, Demokrasi ve İslam)
“Bir mümin insanların dünya ve ahiret saadeti, selam (barış) için didinir, ama kimsenin iradesini yok etmeye çalışmaz, anlatmakla yetinir. İslamcı ise devleti ve gücü ele geçirip toplumu toptan değiştirmeyi hedefler. İslamcılık din soslu ideolojidir. Diğer ideolojilerden daha zararlıdır, çünkü içine inanç, adanmışlık, kutsallık da katılmıştır. Bu nedenle dini ideoloji haline getiren cihadist gruplar (IŞİD, El Kaide, Boko Haram vb) ibadet neşvesiyle katliamlar yapabilmekte, çok acımasız olabilmektedir. Zira bu militanlar öldürerek, zulmederek, insanların haklarını gasp ederek sevap işlediğini düşünmektedir.” (Mahmut Akpınar, İdeoloji ve Adalet)
Ali Abdurrazık, 20. yüzyılın başında yaşamış ve Mısır’da kadılık yapmış Ezherli bir âlim. O yıllarda “El-İslam ve Usulu’l-Hükm” adlı kitabını yayınlıyor. Kitabı o dönem revaç bulan İslamcılık akımını reddettiği için büyük gürültü koparıyor. Ezher Uleması diplomasını iptal ediyor, kadılıktan atıyor. “İslam’da iktidarın temelleri” olarak çevrilen kitaptan birkaç alıntı yapayım:
“Kur’an’da İslam dininde siyasetin varlığını ispat edecek gizli ya da açık hiçbir delil yoktur, Hadisi Şerifler de öyledir… Peygamberimizin dini davetlerin yanında siyasi davetle de meşgul olduğu düşüncesini yalnızca Kur’an-ı Kerim ve sünneti seniye değil akıl ve risalet de reddeder. Hazreti Muhammed’in müminler üzerinde de sahip olduğu velayet risalet velayetidir ve bu velayet tahakkümle lekelenmemiştir…
Görülüyor ki Kur’an-ı Kerim açık bir şekilde peygamberin insanların vasisi vekili gözeticisi olmadığını cebbar (yani zorlayıcı kuvvet ve kudret sahibi) ve tahakküm eden olmadığını insanları imana zorlama yetkisinin bulunmadığını ifade ediyor. Bu sıfata sahip olmayan insan padişah olamaz. Çünkü tahakküm ve zorlama saltanatın gereklerindendir…
Eğer peygamberimizin hedeflerinden biri de bir devlet kurmak olsaydı bu işi belirsiz bir şekilde bırakarak vefat edip ardından da Müslümanların kavga etmelerine meydan verir miydi? Eski-yeni bütün devlet kurucularının ilk işi devletlerinde bahsetmek değil midir?…
Peygamberimizin vefat etmesiyle onun sahip olduğu dini makamın bir başkasına miras kalmasına imkân yoktu çünkü kendisi peygamberlerin sonuncusuydu. İlahi liderlik ise miras bırakılmaz, hibe edilmez vekâlet ile başkasına geçmez. Çünkü İslam peygamberi bütün hayatı boyunca bir İslam devletinden ya da bir Arap devletinden kesinlikle bahsetmemişti.”
Ali Abdurrazık özetle “Risaletün lâ hükm, dinun lâ devle” yani “Krallık değil peygamberlik; devlet değil din” der ve bunu kitabında bölüm başlığı olarak kullanır.
Mekke fethi sırasında Ebû Süfyan, art arda gelen ordu birliklerini görünce merakla, Hz. Abbas’a sormuştu: “Sübhanallah, kimdir bunlar ey Abbas?”
Hz. Abbas “Resûllullah ile Ensar ve Muhacirler” diye cevap verdi.
Ebû Süfyan hayret içinde “Kardeşinin oğluna ne kadar büyük bir saltanat verilmiş! Hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat.” dedi.
Hz. Abbas, “Bu saltanat değil, nübüvvettir.” diyerek düzeltmişti.
Kur’an bir devlet sistemi önermez. İslam, bireye vurgu yapar. Medine’de yüzde 15’lik Müslüman kitlesi vardı ama Allah Rasulü (sas) tüm şehrin “Emin”i ve “Hakem”i idi. Toplum bileşenleri arasında adaleti temin ediyordu. Emin ve Âdil bir hakemdi.
Kur’an evrensel bir mesaj verir. İnsanlığa öğütlerde bulunur.
Bediüzzaman Hazretlerinin tasvir ettiği gibi Kur’an bir “eczahâne”dir. Her türlü ihtiyacın alınabileceği bir hayat ve ahlâk esasları marketidir. Bu market doğruyu ve iyiyi arayan her insan için prensipler, tavsiyeler, öğütler içerir.
İnsanlar, bireysel olarak; devletler ise hukuk alanında, yasa yapımında Kur’an’ın beşere tavsiye ettiği ahkâmdan yararlanabilir.
Ama hiçbir zaman bu “market” veya “eczane” bir devlete dönüşüp müşterilerine sunduğu “ilaç”ları zorla içirmez. “Eczahâne”, devlet olmaz.
Sonraki yazı: Danimarka’yı Ankara ile değişsek?
Yazıda anlatılanlar sanki bir ütopya gibi. Dini bize yanlış mı öğrettiler, biz mi yanlış anladık yada işimize nasıl geliyorsa öyle mi kabul ettik. Hiç mi akletmedik, bazı şeyleri hep başkalarından bekledik, bizim yerimize okusunlar, düşünsünler, karar versinler biz de mesuliyet altına girmeyelim, böyle duyduk-gördük ondan böyle yaptık yapıyoruz kolaycılığına kaçtık. Allah bizi insan eyleye, akıbet hayrola.
Yazı dizisini dikkatle takip ediyorum. Bugün artık birçok yönden eleştirdiğimiz dini uygulamalara, kökeninden bakmamıza yardımcı oluyor. Arada boşluklar da var tabi.
Peygamberin vazifesi tavsiye etmektir, zorla müslüman yapmak değildir. Ama
“O, kralları İslam’a davet etmek üzere gönderdiği mektuplarında, Müslüman olmaları halinde onlara tahtlarında kalma ve iktidarlarını devam ettirme garantisi vermiştir” derken müslüman olmamaları halinde tahtlarından indirmek zorunda kalacağını söylemiş olmuyor mu?
Efendimiz sas zamanında yapılan savaşların hepsi savunma amaçlı idi, diyoruz. İslama daveti kabul etmeyen ülkelere, vergi mecburiyeti getirmek, onu da kabul etmezlerse savaş açmak dinin emri değil mi? Bunun kapsamı ne, sadece savunma durumunda kalınca mı bu teklif yapılıyor? Raşit halifeler dönemindeki savaşlar da hep savunma savaşımıydı?
“Krallık değil peygamberlik; devlet değil din” derken de, artık bir peygamber gelmeyeceğine göre bugüne şöyle mi uyarlayacağız? “Krallık değil evliyalık; devlet değil din” 🙂
Sadece bir noktası eleştirilse sanki bütün yazı eleştiriliyormuş algısı oluşabilir, istifade etmek için devamını bekliyoruz.
Sayın yazar, şimdi yukarıda paylaşım yaptığınız yazının linki kimi temsil ediyor. İsmi cismi belli bir gazeteyi, sizde o gazetenin düşünceleri kabul görmüş gazetecisini temsil ediyorsunuz. Değil mi, Devleti gazete, bireyi de yazar olarak kabul edersek, devlet ve gazeteyi aradan çekip, çıkarırsak yazara kitlelere ulaşmak imkanını kim verecek. Bu örnekten yola çıkarsak, devlet milletin zırhıdır. O zırh olmazsa milletler kimliksiz ve savunmasız kalır. İslam, devletlerin taç ve şerefidir. Devletler de İslam’ın İzzet ve İffetidir. Tebliğ ve irşad kabiliyetidir. Et ve tırnak gibidir. Şeyhülislamla yönetilen devletler hangi amaca hizmet etmiştir. Gaza Fetih ordu Sultan Melik, İslam Devletlerinin bir künyesi değilmidir. Vesselam
İsrail Kudüs’ü başkent yapmaya karar verince, bizim başkan 50 tane islam devleti başkanını toplayarak bu karara karşı olduklarını bildirmişlerdi. 3 sene önce Ramazan’da iftarlarını açtıktan sonra konuşma yapacaktı fakat prompter arızalanmıştı. Görevli namaza gittiği için fırça yemişti. Toplantıdan sonra ise yanlış hatırlamıyorsam Filipinler devlet başkanı “neden programda namaz için vakit ayrılmadığı”na sitem etmişti. Yani 50 müslüman devlet başkanı Ramazan ayında, Kudüs için mücadele verdikleri o akşam namaz kılmamıştı.
Bizler de müslüman ülkede yaşıyoruz diye geçiniyoruz. Hatta bazılarımız kefenleri hazır bir şekilde ölümüne bu başkanların arkasında olduklarını söylüyor.
İstatistiklerde ise hangi ülkelerde müslümanlık daha iyi yaşanıyor diye ölçüldüğünde bu müslüman devletler listenin sonunda çıkıyor.
Gerçekten artık din, devlet, cihat gibi kavramlar neydi, bugün ne için kullanılıyor sorgulamak lazım.
Modern caglarda Müslüman literatürüne uygun veya yakin hareket edebilen bir Müslüman ülke veya devlet göremedik. Bunu saglayacak kadrolar olmadigi sürece de bunu göremeyecegiz. Durum böyleyken dini öne sürerek hüküme süren devletleri öne cikararak “Islam´da devlet” meselesine bu derece “reformist” bakmak icin fazla erken degil mi. Veya sizin bu yaptiginizin dolandirici “haci-hocalari” öne sürerek Islam´dan soguyan veya ona mesafe koyanlardan veya düsmanlik gösterenlerden ne farki kaliyor?
Siyer tarihinde “Islam devleti”ne isaret eden yiginla olay yasanmis, Hadisler var, ayetler var. Peygamberimiz´in illa da bir “Islam” veya “Arap” devletinden bahsederek adini koymasi gerekmiyor.
Sonra Hz. Abbas, “Bu saltanat değil, nübüvvettir.” demis. Demis ama rejime degil, bireye vurgu yaptiklarinin altini veciz bir dille altini cizmis, bunun haricinde Hz. Abbas´in sözü emirdir denecek kadar rolü olmamis bildigim kadariyla. Diger taraftan Peygamberimiz´in Müslümanlarin Medinenin yüzde 15´i Müslüman iken sehrin emini ve hakemi olmasinda devlet olmanin hic mi katkisi yoktu? Bu hakemligin, bu eminligin hayata gecmesinde kilicin gücü hic mi rol oynamadi, kilica hükmü kim verdi?
Bunlari yazarken önerilen Islam anlayisina uzak oldugum düsünülmesin. Bence biz siyasi olmayan yollardan giderek emin ve hakem olalim, kanaat önderlerimiz olacak düsünce kuruluslarimiz olsun, bilincli bir tabanimiz olsun, alisverislerimizde, hukuki tavir alislarimizda, sanatsal faaliyetlerimizde ekonomi dünyasina, egitim dünyasinda, sanat dünyasinda oylarimizla, imzalarimizla, itirazlarimizla, bagislarimizla, burslarimizla hakem olalim, bakalim hakemligimiz dünyayi nereye götürecek, gerisine sonra bakariz.
Hizmet´i devlette yer alma düsüncesinden uzak tutmak icin bu tarz yeterli. Alti doldurulamayan argümanlarla Islam devletinin olmadigini kanitlamaya calismak akilci bir yol degil. Hele hele taban sekülerlige yelken acmisken, bunu bize tek yarari dostlar alisveristen görsün olur ve bu zamana kadar dostlarin alisveriste görmesi cok pis geri tepti.