“Almanya’da Müslümanlara dönük cadı avı son sürat devam ediyor. Evlerinden ters kelepçe ile gözaltına alınarak çıkarılan başörtülü kadınlara yöneltilen suçlama, Batı’yı esir alan İslamofobi’nin ulaştığı noktayı göz önüne serdi. Sayıları 30 binlere ulaşan tutuklulara atfedilen suçlar; evinde dini kitap bulundurmak, kurban toplamak, zekat vermek olarak sıralanıyor.”
Bu bir kurgu haber. Söz konusu suçlamalarla Müslümanları gözaltına almak ve hapishaneleri onlarla doldurmak henüz neo-Nazi dazlakların bile aklına gelmedi. Fakat paragraftaki yer isimlerini değiştirsek haber gerçek haline geliyor. Üç yıldır yaşanan ancak iki aydır hızlanan cadı avı Türkiye’de aynen yaşanıyor. Hiç düşündünüz mü, bir batı ülkesinde Müslümanlar benzer suçlamalara muhatap olsaydı, ne olurdu? Şüphesiz başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün yetkililer ve medya ayağa kalkardı. Diyanet İşleri Başkanlığı camilerde hutbeler okutur ‘batının çirkin yüzünü’ bir kez daha anlatmanın hazzını iliklerine kadar hissederdi. Artık İslamofobya konusunda kimseye söz söyleyecek durumda değiliz. En radikal İslamofobiğin hayal edemeyeceği şeyler Türkiye’de rutine bindi.
İslamofobi dünyanın bir gerçeği. Bilhassa IŞİD gibi terör örgütleri bu ateşi alevlendiren benzin oluyor. Müslümanlar dört koldan bu haksız ve evrensel insani değerlerle bağdaşmayan akımlarla mücadele etmek zorunda. Hem İslamofobikler hem de İslamın mesajını dejenere edenlerle karşı oluşacak cephenin önünde din adamları olmalı. Türkiye’de bunun kurumsal temsilcisi Diyanet. Peki onun inandırıcılığı ve yaptırım gücü var mı?
Diyanet, Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet siyasetini takip etmek üzere kuruldu. Halkı pasifize etmek, dinden kaynaklanan dinamizmi dondurmakla eleştirildi. Sosyal ve siyasal hayattan kopuk olduğu gerekçesiyle sorgulandı. Ağaç haftası hutbeleri yer yer alay konusu oldu. Dini toplum hayatından söküp atmak isteyen kurucuların bunu başaramayacağını anlayınca kontrol altında tutma alternatifine razı olduğunu kimse yadsımıyor. Bunun mekanizması ise Diyanet olacaktı; nitekim oldu da.
İmamlar, bugüne kadar ‘devlet kurumu ve memuru’ olduğunu akıllarından çıkarmayıp, gündelik siyasetin bir parçası olmadı. Türkiye’de geçerli olan bu kural, 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonundan sonra yavaş yavaş unutulmaya başlandı. Diyanet ve camiler giderek siyasette taraf olmaya başladı. Türkiye kısmı hemen hemen herkesin malumu… Avrupa’da camiyle siyasetin buluşmasının miladı, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarına seçme hakkının verilmesiyle başladı. Daha önce de Türkiye’den siyasetçiler camiye geliyor, halkla buluşuyordu. Ancak bu ‘oy’ için değil, vatandaşın sorunlarını dinlemek için oluyordu.
SİYASETİN ARKA BAHÇESİ DİYANET
Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarına seçme hakkının verilmesinden sonra özellikle AKP’liler, 2,5 milyon seçmenin oyunu almak için Avrupanın değişik ülkelerine seferler düzenledi. AKP milletvekili Metin Külünk’ün yönlendirmesi, ‘arka bahçeleri’ UETD’nin organizasyonlarıyla camiler, giderek ‘propaganda merkezine’ dönüştü. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle bu artık açıkça yapılmaya başladı. Almanya, Fransa, Avusturya ve Hollanda’daki vatandaş buluşmaları için camilerden otobüsler kaldırıldı. Her ülke kendi diasporasını harekete geçirmeye ve yönlendirmeye çalışır. Fakat bunu muhatap ülkeyi rahatsız etmeden ve vatandaşlarını bulunulan ülkeye entegre ederek yapıyor. Entegre olmak bizimkilerin sandığının aksine güçlenmenin, dolayısıyla anavatanına faydalı olmanın yegane yolu.
IŞİD’LE YAPILMAYAN MÜCADELE
15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Diyanet’in Avrupa’daki imamları ve cami yönetimleri adeta birer ‘aktrol’ gibi hareket etmeye başladı. Hizmet Haraketi’ne yakın kişilerin camilere gelmemesi için ciddi gayret sar ettiler. Oysa aynı özeni IŞİD’in camilerden militan toplaması konusunda göstermemişlerdi. Halkı kışkırtmada imamlar ilk saflarda yer aldı. Önüne geçip namaz kıldırdıkları cematten bazılarını hiç düşünmeden ‘kafir’ ilan eden imamlar bile çıktı. Dahası Almanya’da bir eğitim merkezine saldıran azgınlar arasında bir imam da yer aldı. Bazı imamların, Facebook ve twitter paylaşımlarını okuduğumuzda yüzümüz kızarmadan edemiyordu. Toparlayıcı ve bütünleştirici olması gereken imamlar ve camiler tam tersine ayrıştırma ve ayrımcılığın merkezi oluyordu.
Avrupa’da yaşayan Türklerin en büyük yanılgısı; Türk toplumu arasında cerayan eden olaylardan bulunduğu ülkenin basını ve devletinin haberdar olmadığına inanması. “Ne de olsa Türkçe bilmedikleri için rahatça bulunduğumuz ülke aleyhine sallarız!.” diye düşünülüyor. Oysa bunun büyük bir yanılgı! İmamlar, artık Türkiye’deki politik ve günlük tartışmaları Avrupa’ya taşıyan ve Türk toplumunda kamplaşmaya yol açıp, Türklerin bulundukları ülkeye entegrasyonunu engelleyen kişiler olarak görülecek. Avrupa’daki ülkelerin, Türklere en büyük eleştirisi, ‘fiziken burada, akıl ve duygu olarak Türkiye’de yaşıyorsunuz’ oluyordu. Yaşadığı ülkeyi ‘vatan’ olarak benimsemeyen Türkler aradan yıllar geçmesine karşılık bulunduğu topluma tam entegre olmuyordu. Camiler ve lokalleri, dinin değil Türkiye’nin günlük siyasetinin konuşulduğu yerler olarak kayıtlara geçiyor.
İmamlar, maaşlarını Türkiye’den aldığı için ‘Türk devletinin Avrupa’ya uzanmış eli’ olarak görülüyordu. 15 Temmuz sonrası mikser gibi toplumu karıştırıp, kutuplaştırarak bu yargının keskinleşmesine yol açtılar. İmamları ‘Türkiye’nin ajanı’ olarak görme eğilimi giderek hız kazanıyor. Bunu iddia eden devletlerin ispatı da hiç zor olmaz. Sadece Cuma günleri okunan hutbeleri, imamların ve cami yönetimlerinin sosyal medya paylaşımlarını masaya delil olarak koymaları yeterlidir.
ASIL TEHLİKE
Asıl tehlike ise Diyanet ve imamlar Avrupa’da İslamofobi ile yapılacak mücadeleye set çekti. Avrupa’da giderek güçlenen aşırı sağ partiler Müslüman ve İslam karşıtlığını kullanarak oy topluyordu. Bugün hemen hemen tüm Avrupa’da aşırı sağ partiler oy oranıyla ilk 3’te yer buluyor. Türkiye, haklı olarak Avrupa’da yükselen İslamofobi tehlikesine dikkat çekiyor ve etkin mücadele edilmesini istiyordu. ‘FETÖ neden kafir deyip’ fetva yayınlayıp, terörü rüyasında görmeyen insanları ‘terörist’ ilan etmekle kalmayıp, ‘dinden çıkaran’ Diyanet’in artık İslamofobiyle mücadelede söyleyecek hangi sözü olacak?
Cumaya gelen Hizmet Haraketi mensuplarını camiye almayan cami yönetimi ve buna ses etmeyen imam hangi yüzle ‘müslüman düşmanlığı’ yapılıyor, deyip bulunduğu ülkedeki aşırı sağı eleştirecek? Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Cemmat mensupları dünyanın hiçbir yerinde rahat etmeyecek’ tehdidinde bulunup, nasıl İslamofobiyle mücadele edin diyecek?
Hizmet Haraketi’nin ‘terörist’ olduğuna dair herhangi bir mahkeme kararı bulunmadan yürütülen bu cadı avı Avrupa’da yakından takip ediliyor. Daha önemlisi, Avrupa’da bulunan Hizmet Hareketi mensupları bulundukları ülkeye entegre olmada ve yaşadıkları topluma katkı sağlamada diğer kesimlerin çok çok önünde bulunuyor. Suça karışmayan, topluma katkı sağlayan Hareket mensuplarının ‘terörist’ ilan edilmesinin Avrupa’da karşılığı bulunmuyor.
BEDELİNİ AVRUPA’DAKİ TÜM TÜRK;YE TOPLUMU ÖDEYECEK
Yarın, aşırı sağ partiler, bugün Diyanet ve imamların Hizmet Hareketi hakkında söylediklerini Avrupa’da yaşayan Müslümanlar için kullandığında cevabınız ne olacak? ‘İslam ve Müslüman karşıtlığı yapıyorsunuz’ eleştirinize ‘önce siz yaptınız’ dendiğinde susup kalacaksınız. Siyasetin rüzgârına kapılan imam ve cami yönetimleri kendi ayağına kurşun sıkıyor. Bunun bedelini kısa süre sonra Avrupa’daki tüm Türkiye toplumu ödeyecek.