YORUM | İSKENDER DERVİŞ
Erdoğan rejiminin bugün Türkiye’de fiilî olarak icra ettiği ‘yönetim biçimine’ bazı yorumcular İslamofaşizm nitelemesi yapıyor. Sanıyorum tabirin çerçevesi şöyle: Siyasal İslamcı ideoloji ile faşizm yöntemlerinin bir araya geldiği bir iktidar.
Bu kavram uzun zamandır tedavülde. Etraflı bir araştırma yapmadım ancak mesela Wikipedia maddesine baktığımızda, ilk kez Pakistan’ın bağımsızlığını savunan Muhammed İkbal’e ve onun şahsında Pakistan’ın kuruluşunda rolü olan yönetime yöneltilen bir ‘eleştiri’ olarak İslamcı ideoloji ile faşizm yan yana gelmiş. Daha sonra Ortadoğu’daki siyasal İslamcı hareketleri inceleyen bazı akademisyenler, siyasal İslamcılıkla faşizm arasında bağlar kurarak bu kavramı kullanmayı sürdürmüş.
1979’daki İran devriminden sonra da tedavüle girmiş bu kavram. Humeyni rejiminin karakteristiğini Fransız Le Monde gazetesindeki yazılarında Maxime Rodinson bu şekilde ifade etmiş. Yine akademide varlığını sürdüren kavram, Arap saltanatlarını nitelemek için de kullanılmış.
11 Eylül 2001’deki El Kaide terörünün zirve yapmasıyla kavram bu kez neocon’ların eline düşmüş. İslamcı yönetimlerle faşizm arasında kurulan bağlar, ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri için de ‘teorik arkaplanı’ oluşturmuştu hatırlarsanız. Bu sebeple mesela Saddam’ın devrilmesi, ‘Irak halkının özgürleştirilmesi’ operasyonu olarak kurgulandı ki, 2. Dünya Savaşı’nda da Hitler’e karşı savaşan Amerikan askeri benzer bir misyonu eda ediyordu. Eski sosyalist, sonra sıkı neocon’cu Christopher Hitchens sözgelimi tabirin çok yerinde olduğunu anlattı yıllarca. (Makalede Müslümanların ‘yalnız’ hissetmelerine gerek olmadığını, Judeo-Faşizm kavramının da var olduğunu belirtiyor.)
***
‘İslamofaşizm’ nitelemesi ile anılan rejimlerin ‘faşist’ bir karakter sergilediği konusunda neredeyse kuşku yok. Türkiye’de bu kavram 2010’lardan itibaren revaçta. O günden beridir de yayılarak ‘muhalif’ alanı kapladığına şahit olduk. AKP rejimini tarif etmek için muhalif kesimin en solundan en sağına hemen her kesimde kabul görüyor.
Dünyada ‘İslamofaşizm’ kavramına karşı çıkanlar da var. Bunlardan en ünlüsü 1984 romanının yazarı George Orwell. 1946’da yani ‘faşizmin’ tamamen negatif bir anlam taşımaya başladığı daha o ilk yıllarda ‘İslamofaşizm’ tabirinin meseleyi ‘anlamaya’ yardımcı olmaktan çok İslam’a bir hakaret gibi algılanabileceğini söylemiş İngiliz yazar.
İran asıllı Amerikalı yazar Reza Aslan da, bu tabirin bilhassa ‘cihatçılar’ için tam yerine oturmadığını düşünenlerden. Zira ona göre terör örgütlerinin ideolojisi ‘faşizm’ olmaktan ziyade, kendine has bir baskı ve şiddet kültürü. Konunun İslam’la bağlandığı nokta ise, Aslan’a göre, İbni Teymiye’nin Kur’an yorumuyla ilgili ve aslında İslam’a bu türlü bir yakıştırma yapılması haksızlık.
‘İslamofaşizm’ özellikle Amerika’da 11 Eylül sonrası daha ziyade teröristler için kullanıldı. Bu sebeple de mesela faşizm konusunda yaşayan en büyük uzmanlardan birisi olan Robert Paxton, teröristler için bu tabirin kullanılamayacağını savunmuştu. Zira Paxton’a göre faşizm, ‘demokrasinin başarısızlığa uğraması’ ile ortaya çıkan bir mesele.
***
Aslında buradan bakınca da AKP rejiminin geldiği yeri özetliyor denilebilir. Türkiye’de de demokrasi deneyiminin başarısızlığa uğramasıyla birlikte, ‘demokrasi görünümlü’ bir otoriterlik ortaya çıktı. Demokratik araçlar manipüle edilerek Erdoğan rejimi kuruldu. Yaşanan aslında kitabî olarak bakacaksak baştan sona ‘faşizm’ tanımına uyuyor. 15 Temmuz’la birlikte ülkenin bir ‘KHK rejimine’ dönüşmesi bile, Hitler’in Reichstag Kararnameleri’ne benziyor.
Peki, neden İslamofaşizm kullanıyoruz? Hasan Cemal, tabiri İslamofobi’nin karşısına yerleştirmişti bir yazısında. Yani meselenin İslam’la doğrudan ilişkisi olduğu düşünülüyor çok geniş bir kesimde. Herhalde tek başına ‘faşizm’ demek fazla iç soğutucu olmadığı için de İslamofaşizm deniyor ki, rejimin karakterine bir vurgu daha yapılsın.
Evet, AKP baştan sonra İslamî değerleri suiistimal ediyor. Sömürüyor. Zira elindeki en büyük meşruiyet kaynağı o. Hitler de Hıristiyanlığı kullanıyordu. Avrupa’ya yayılan Nazi ideolojisinin en büyük destekçileri arasında Kiliseler vardı. (Hatta Filistin’de Yahudilere toprak satışını önlemeye çalışan, kendince bir ‘Filistin mücadelesi’ verdiğini düşünen Filistin Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni, Balkan ve Hırvat Müslümanlarını etkileyerek Nazi ordusuna asker yazılmalarını bile sağlamıştı.) Yani mesele kestirmeden ‘din’ değildi.
Siyasal İslamcı hareketin de, ondan daha radikal olduğu düşünülen ‘cihatçı terör’ hareketlerinin de çoğu zaman İslam’la değil doğrudan dünyevî siyasetle ilgisi olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya kondu (bkz. Olivier Roy, Who Are The New Jihadis?). Karşımızda açıkça güç mücadelesi veren ve bu güce ulaşmak için diğer her şeyi araçsallaştıran bir fenomen var karşımızda. Yöntemlerindeki bu yoğun pragmatizm aşikâr olduğu için zaten siyasal İslamcı hareketler ile radikal cihatçı hareketler bu kadar birbirine benziyor.
Ancak bu benzerlikten yola çıkarak İslamofaşizm tabirini kullanmak, meseleye fazlaca ‘dışarıdan’ bakmak gibi geliyor. Konunun İslam’la değil doğrudan faşizmle ilgisi olduğu açık bana göre. Elbette bugünkü yaşadıklarımızın Müslümanların İslam anlayışıyla çok alakası var fakat İslamofaşizm kavramının onunla ilgili bir çağrışımı olduğunu düşünmüyorum.