Ana Sayfa Eğitim İslâm’ın kölelik karşısındaki tavrı (11. Yazı)

İslâm’ın kölelik karşısındaki tavrı (11. Yazı)

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU 

İnsan hakları konusuna başlarken ilk yazılarda, dinî hükümlerin başlıca hedefinin insan haklarını korumak olduğunu, Kur’an ve Sünnet’te vaz edilen hükümlerle herkesin canının, malının, ırz ve namusunun, haysiyet ve şerefinin garanti altına alındığı açıklamıştık. Devam eden yazılarda ise insan haklarına muhalif olduğu iddia edilen bazı dinî meseleler üzerinde durmuştuk. Hiç şüphesiz bu eleştirilerin en başında gelenlerden biri de İslâm’ın köleliğe izin verdiği iddiasıdır. Gerçekten İslâm’ın, insan haklarına aykırılığı noktasında şüphe bulunmayan kölelik müessesesini kaldırma gibi bir hedefi yok mudur? İslâm’ın kölelik karşısındaki tavrı nedir? Bu alanda getirdiği düzenlemeler, vaz ettiği hükümler olmuş mudur? Bu yazımızda bu soruların cevabını arayacağız.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki kölelik, insanlık tarihinin en büyük realitelerinden biri olmuştur. Öyle ki bir çok ülkede kölelerin sayısı, hürleri geçmiştir. Mesela eski Yunan’da, Roma’da, Mısır’da, Arap yarımadasında kölelik bir hayli yaygındır. Buna itiraz eden de olmamıştır. O dönemin eserlerine bakıldığında kölelik müessesesinin tıpkı aile ve devlet gibi temel beşeri kurumlardan biri olarak kabul edildiği anlaşılır. Daha da kötüsü, köleler, uzun asırlar boyunca ağır işlerde çalıştırılmış, istismar edilmiş, tüm insanî haklardan mahrum bırakılmış ve oldukça elverişsiz hayat şartlarında yaşamışlardır.

Köleliğin en büyük kaynağı savaşlardır. Zira galip gelen taraflar, düşman askerlerinden aldığı esirleri köle yapmıştır. Bunun yanı sıra komşu kabilelerden kaçırılan insanlar, yakınları tarafından satılan çocuklar, borç yükü altında ezilen insanlar, kölelerden doğan çocuklar da köle statüsüne sokulmuşlardır. Mesela 18. ve 19. yüzyıllarda Afrika’dan satın alınan veya kaçırılan milyonlarca hür insan, Amerika’ya getirilerek köle statüsüne sokulmuştur.

Günümüzde, tarihte bilinen anlamıyla kölelik müessesesi ortadan kalkmıştır. Fakat bunun tarihi çok eski değildir. Son yüzyıla gelinceye kadar dünyanın birçok ülkesinde köleler varlıklarını devam ettirmişlerdir. Kaldı ki uluslararası antlaşmalarla ve anayasalarla kölelik kurumu bütünüyle ilga edilmiş olsa da, dünyanın farklı ülkelerinde köleler hâlâ varlığını devam ettirmektedir.

Milletler Cemiyeti, 1926 yılında bütün dünyada köleliği yasaklamış ve bu hüküm Birleşmiş Milletler tarafından da teyit edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Beyannamesinde hiçbir insanın köle olamayacağı net olarak belirtilmiştir. Günümüzde neredeyse tüm insanlık köleliğin karşısındadır. Çoğu insan, köle olarak yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyor. Haklı olarak, köleliği, insan onur ve haysiyetine indirilmiş büyük bir darbe olarak görüyor.

İSLÂM KÖLELİĞİ NİÇİN KESİN OLARAK YASAKLAMADI?

Öncelikle şu hususun çok iyi anlaşılması gerekir: İslâmiyet geldiğinde dünyanın birçok yerinde kölelik oldukça yaygındı. O dönemin Bizans ve Sasani devletlerinde çok sayıda köle olduğu gibi, Arap yarımadasında bulunan köleler de büyük bir yekûn teşkil ediyordu. Kölelik toplumda yer etmiş ve kökleşmiş bir müesseseydi. Herkesçe tabii kabul ediliyordu. Yani kölelik, İslâm’ın getirdiği bir olgu değildi. Bilakis, o dönemin en güçlü devletlerinde ve en eski medeniyetlerinde varlığını sürdüren ve toplumca benimsenen bir realiteydi. İşte bu sebeple, fıtrat kanunlarını, toplumun örf ve teamüllerini, zamanın şartlarını dikkate alan İslâm, kesin bir hükümle köleliği tek taraflı olarak kaldırmak yerine; öncelikle onu tadil etmiş ve insanî bir hüviyete sokmuş; sonrasında da vaz ettiği hükümlerle onun yavaş yavaş toplumsal hayattan kalkacağı bir zemin oluşturmuştur.

Bediüzzaman, şu enfes tespitleriyle İslâm’ın kölelik karşısındaki tavrını çok güzel özetlemiştir: “İslâmiyetin hükümleri iki kısımdır: Birincisi, İslâm’ın yeni ortaya koyup tesis ettikleridir. Bu hükümler, gerçek güzelliği temsil eder ve bütünüyle hayırlıdırlar. İkincisi, İslâm’ın tadilat yaptıklarıdır. Yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarılıp, ehven-i şer hâline getirilmiş, tadil edilmiş, beşer tabiatına tatbiki mümkün kılınmış ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınarak başka bir şekle sokulmuştur. Çünkü, beşer tabiatında uzun zaman hüküm sürmüş olan bir şeyi birden kaldırmak için, beşer tabiatının birden değiştirilmesi gerekir. Binaenaleyh, şeriat köleliği koyucu değildir; bilakis onu en vahşî suretten alarak tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek bir surete indirmiş, tâdil etmiştir.” (Bediüzzaman, Münazarat)

Tahir b. Âşur’un şu izahları da konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır: “Hukukun en önemli gayelerinden birinin köleliği ortadan kaldırmak ve hürriyeti yaygınlaştırmak olduğunu gösteren düzenlemelerin tümevarım yoluyla incelenmesi sonucu fukaha, “Şari, daima hürriyeti hedefler.” kaidesini getirmişlerdir. Bununla birlikte şayet İslâm, geldiği dönemin şartları itibarıyla (her yerde köleliğin bulunması ve bunun çok yaygın olması ve pek çok işi onların yapıyor olması vs.) mevcut düzeni tepetaklak çevirerek işe başlasaydı, medeniyet zinciri öyle bir dağılırdı ki, bir daha onu düzene koymak çok zor olurdu. İşte hukukun, yürürlükteki kölelik müessesesini ortadan kaldırmaktan kaçınmasının sebebi buydu.”

Öte yandan kölelikle ilgili hükümlerin doğru anlaşılması ve yerli yerine konulabilmesi için meselenin çağdaş dönemin şartlarına göre değil, tarihî realitelere göre ele alınması gerekir. Bilindiği üzere kölelik gibi savaşlar da beşer tarihinin değişmeyen gerçeklerinden biridir. Özellikle geçmiş dönemlerde devletler arası ilişkiler düşmanlık ve hâkimiyet üzerinden şekillenmiş, bu yüzden de güç mücadeleleri, çatışma ve savaşlar hiç eksik olmamıştır. (Günümüzde de bu realitenin bütünüyle değiştiği söylenemez.) Savaşların ayrılmayan parçası ve zaruri neticesi ise savaş esirleridir. Savaş esirleriyle ilgili genelde şu üç uygulama hâkimdir: öldürmek, köleleştirmek, salıvermek. Salıverme de şu yollarla gerçekleşir; fidye karşılığında, mübadele yoluyla ve karşılıksız olarak.

Düşmanlık, savaş ve güç mücadelesinin devam ettiği bir ortamda esirlerin karşılıksız olarak salıverilmesi hiçbir devletin işine gelmez. Mübadele yolu ise karşı tarafın da bunu kabul etmesine ve elinde mübadele edecek esir bulundurmasına bağlıdır. Aynı şekilde fidye karşılığında serbest bırakmak da esirlerin veya düşman devletin fidye verecek imkânlara sahip olmasına ve kurtuluş akçesi vermeyi kabul etmesine bağlıdır. Zaman zaman bu son iki şık uygulansa da her zaman mümkün olmamıştır. Esirlerin karşılıklı veya karşılıksız olarak serbest bırakılması mümkün olmadığı takdirde geriye ilk iki şık kalmaktadır: Öldürmek ya da köle olarak kullanmak. Müslümanlar, köleliği öldürmeye tercih etmiş, en azından onu ehven-i şer olarak görmüşlerdir.

Bununla birlikte şunun altını çizmekte fayda var: İslâm’da savaş esirlerinin köleleştirilmesine yönelik herhangi bir âmir hüküm yoktur. Bilakis Kur’ân savaş esirlerinin fidye karşılığında veya karşılıksız olarak salıverilmesinden bahseder. (Muhammed sûresi, 47/4) Fakat Allah Resûlü’nün (s.a.s) bazı savaşlarda aldığı esirleri köle statüsüne soktuğu bilinmektedir. Ne var ki Efendimiz’in bu uygulaması tüm zamanlar için bağlayıcı bir hüküm olarak görülmemiş, bilakis O’nun devlet başkanı sıfatıyla o dönemin şartlarına göre icra ettiği bir uygulama olarak anlaşılmıştır. Bu sebepledir ki İslâm fakihleri, savaş esirleri hakkında verilecek kararın devlet başkanına ait olduğunu ve onun Müslümanların maslahatına göre yukarıda zikredilen şıklardan birini seçebileceğini ifade etmişlerdir.

Köleliğin kesin olarak ortadan kaldırılmamasının diğer bir hikmetinin de savaşları önlemek ve Müslümanları korumak olduğu belirtilmiştir. Çünkü muhariplerin, mağlup olmaları ve ele geçirilmeleri durumunda köle haline getirileceğini bilmeleri, onlar açısından büyük bir korku sebebidir ve oldukça caydırıcı bir etkendir. Bütün dünyada köleliğin hüküm sürdüğü bir ortamda, şayet İslâm devletleri tek taraflı olarak köleliği kaldırsalardı, bu durum karşı cephedeki devletlerin daha çok güçlenmesine, galip gelmesine ve zulmetmesine kapı aralayacaktı.

İSLÂM’IN KÖLE AZADIYLA İLGİLİ GETİRDİĞİ DÜZENLEMELER VAR MIDIR?

İslâm’ın kölelikle ilgili getirdiği hükümlere bakıldığında, köleliğin ortadan kalkmasının İslâm’ın temel hedeflerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Her şeyden önce İslâm, köleliği sadece savaş eserlerine münhasır kılmak suretiyle onun kaynaklarını olabildiğince daraltmış ve sınırlandırmıştır. İslâm’a göre her ne gerekçeyle olursa olsun hür bir insan köleleştirilemez. Borcunu ödememe, suç işleme, kaçırılma, satılma gibi olaylar kölelik için meşru bir sebep olamaz. Kudsi bir hadiste şöyle buyrulur: “Ben kıyâmet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım: Benim adıma yemin ettikten sonra sözünden cayan, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen ve ücretle bir işçi tutup işini gördürdükten sonra karşılığını vermeyen kimselerin.” (Buhârî, Büyû 106)

İslâm’a göre köle azadı, en büyük iyiliklerden ve başlıca Allah’a yakınlaşma yollarından biridir. Kur’ân-ı Kerim, Allah katında makbul olan iyilikleri (birr) sayarken,  imanın, namazın, zekatın, sabrın, ahde bağlığın ve infakın yanında köle azadını da zikretmiş ve mü’minleri, mallarını köle ve esirleri hürriyetlerine kavuşturma istikametinde sarf etmeye teşvik etmiştir. (Bakara sûresi, 2/177) Beled sûresinde yer alan şu ifadeler, köle azadının dindeki önemini ortaya koyar: “Fakat insan sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. Sarp yokuş bilir misin nedir? O, bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır…” (Beled sûresi, 90/11-13)

Bu âyetlerin yanı sıra Peygamber Efendimiz (s.a.s) de sözleriyle ve fiilî uygulamalarıyla köle azadını teşvik etmiştir. Bir hadislerinde o şöyle buyurur: “Kim Müslüman bir köleyi azat ederse, o kölenin her organına karşılık Allah da onun bir organını Cehennem’den azat eder.” (Buhârî, Keffârât 6; Müslim, Talak 21, 22) Başka bir hadislerinde Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, sahibi yanında en kıymetli ve fiyatı en yüksek olan köleyi azat etmenin daha faziletli olduğunu beyan buyurmuştur. (Buhari, Itk 2) Peygamber Efendimiz sahabeyi köle azat etmeye teşvik ettiği gibi bizzat kendisi de savaş esiri olarak eline geçen veya kendisine hediye edilen bütün kölelerini azat etmiş, vefat ettiğinde eli altında tek bir köle dahi bırakmamıştır.

İslâm, mutlak anlamda köle azadını teşvik etmenin yanında, bir kısım hata ve günahlara kefaret olarak da köle azadını emretmiştir. Bu, bütünüyle İslâm hukukuna has bir uygulamadır. İslâm hukukuna göre hata ile birini öldüren kimsenin, maktulün yakınlarına diyet ödemenin yanında, bir de günahına kefaret olması için bir köle azat etmesi gerekir. (Nisa sûresi, 4/92) Aynı şekilde yeminini bozma (Mâide sûresi, 5/89) ve zıhar (caiz olmayan bir çeşit boşama çeşidi) fiilleri için de köle azadı şart koşulmuştur (Mücâdile sûresi, 58/3-4). Burada sayılan fiillerin hiçbirinin kölelikle ilişkisi olmamasına rağmen, İslâm’ın böyle bir düzenleme getirmesinin temel maksadı, toplum içinde mevcut bulunan kölelerin değişik vesilelerle hürriyetlerine kavuşturulmasının yolunu açmak ve bunu teşvik etmektir.

Bütün bunların yanında İslâm’da, köleliğin son bulması adına daha başka yol ve vesileler de mevcuttur. Bunlardan biri köle ile efendisi arasında yapılan mükatebe anlaşmasıdır. Bu anlaşmaya göre köle, belirli bir bedel karşılığında hürriyetine kavuşacak ve daha sonra çalışıp kazanarak bu bedeli efendisine ödeyecektir. Kur’ân, şu âyetiyle mü’minlere böyle bir anlaşma yapmayı tavsiye eder: “Eliniz altındaki köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak isteyenler olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe yapınız! Allah’ın size ihsan ettiği maldan siz de onlara veriniz. (Mecburî hizmet bedellerini ödemelerine yardım ediniz).” (Nûr sûresi, 24/33) Bazı fakihler bu âyetten yola çıkarak, köle sahiplerinin, mukatebe anlaşması yapmak isteyen kölenin bu isteğini kabul etmek zorunda olduğunu belirtmişlerdir.

Yine İslâm hukukuna has iki uygulama olan tedbir (ölüme bağlı azat) ve ümm-ü veled olma da azat yollarından diğer ikisidir. Eğer bir kimse kölesinin azadını kendi ölümüne bağlarsa, bu köle “müdebber” ismini alır, artık bundan sonra herhangi bir akde konu olamaz ve efendisinin vefatıyla birlikte kendiliğinden azat olur. Ümm-ü veled ise efendisinden çocuk doğuran cariye demektir. Böyle biri, diğer kölelerden farklı bir statüye kavuşur, artık o da alınıp-satılamaz ve efendisinin vefatıyla birlikte başka bir muameleye gerek kalmaksızın kendiliğinden hürriyetine kavuşur.

Bunların yanında kanunen zorunlu görülen daha başka azat yolları da vardır. Mesela ortaklardan birinin köle üzerinde sahip olduğu hissesini azat etmesi ya da bir kişinin sahibi olduğu kölesinin bir cüzünü azat etmesi durumunda o kölenin tamamen hürriyetine kavuşacağı kabul edilmiştir. Aynı şekilde şayet bir kimse herhangi bir yolla aralarında evlenme yasağı olacak kadar yakını olan bir kölenin mülkiyetine sahip olursa, o köle derhal azat olur. Çünkü hiç kimsenin yakın akrabasını köle olarak elinde tutması caiz değildir. Fakihler, darulharpten İslâm ülkesine sığınan Müslüman kölelerin de hür olacaklarını belirtmişlerdir.

Son olarak Kur’ân’da, zekatın sarf yerleri olarak gösterilen sekiz sınıftan birinin de köleler olduğunu belirtmek gerekir. (Tevbe sûresi, 9/60) Bilindiği üzere zekât belirli bir zenginliğe sahip olan tüm Müslümanların vermeleri gereken zorunlu bir vergidir. Namazdan sonra İslâm’ın ikinci esasıdır. Sahip olunan malların çeşidine göre Müslümanların beşte bir, onda bir, yirmide bir veya kırkta bir oranında zekat vermeleri farzdır. Hiç şüphesiz tüm Müslümanların zekâtını verdiği bir toplumda, zekat gelirlerinin sekizde biri büyük yekûn tutacak ve bu miktar köle azat edilmesine sarf edildiğinde pek çok köle hürriyetine kavuşmuş olacaktır.

Özetle burada zikrettiğimiz bütün bu hükümlere rağmen İslâm’ın köleliği normal gördüğünü ve hele teşvik ettiğini ve desteklendiğini iddia etmek, İslâm’a atılmış büyük bir iftira olur. İslâm, dönemin savaş hukukunun zorunlu bir neticesi olan ve toplumsal hayatta yerleşen ve kök salan kölelik müessesesini daha önce zikrettiğimiz hikmetlere binaen bir çırpıda ortadan kaldırmamış olsa da, getirdiği hüküm ve düzenlemelerle tüm kölelere hürriyet yolunu açmıştır. İslâmî hükümleri tetkik eden İslâm uleması da insan için asıl olanın hürriyet olduğunu, köleliğin arızi ve istisnai bir hâl olduğunu ve bunun da ortadan kaldırılması için mü’minlerin mücadele etmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

KÖLELERE YAPILACAK MUAMELE

İslâm, getirdiği hükümlerle bir taraftan var olan köleleri tedrici olarak eritme yolunu tutmuş, diğer yandan da kölelere o güne kadar sözü bile edilmeyen haklar tanımış ve onlara insanca muamele edilmesini emretmiştir. İslâm’ın kölelerle ilgili getirdiği hükümler bir devrim niteliğindedir. İslâm’la birlikte köleliğin âdeta statüsü ve mahiyeti değişmiştir. Nice İslâm âlimlerinin, maneviyat rehberlerinin ve devlet yöneticilerinin köle kökenli olmasını başka türlü izah etmek mümkün değildir.

Kur’ân-ı Kerim, kendilerine iyilik yapılması gereken kimseleri sayarken, anne-baba, yakın akrabalar, yetimler, fakirler, komşular ve yolcuların yanında köleleri de zikretmiş, onlara da iyilik yapılmasını, izzet ü ikramda bulunulmasını emretmiştir. (Nisâ sûresi, 4/36) Bunun yanında Kur’ân, köle sahiplerine ve Müslüman topluma köle ve cariyelerin evlendirilmelerini emretmiş, yani kölelere aile kurma ve çocuk sahibi olma hakkını tanımıştır. (Nûr sûresi, 24/32) Hatta hürlerin bile kölelerle evlenebileceğini beyan etmiştir. (Bakara sûresi, 2/221; Nisâ sûresi, 4/25)

Allah Resûlü (s.a.s), kölelere iyi muamele edilmesiyle ilgili öyle detaylı düzenlemeler getirmiştir ki İslâm’la birlikte köleler, içinde yaşadıkları ailenin normal bir üyesi gibi kabul edilmeye başlamıştır. Efendimiz, bir hadislerinde şöyle buyurur: “Onlar sizin hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz.” (Buhârî, Itk 15; Müslim, Eymân 40)

Peygamber Efendimiz, Müslümanlara kölelere nasıl hitap edileceğini dahi talim etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Sizden hiçbir kimse ‘kölem’, ‘cariyem’ diye hitap etmesin. Hepiniz Allah’ın kullarısınız. Kadınlarınızın da her biri Allah’ın kullarıdır. Onlara hitap edecek olan kimse ‘oğlum’, ‘kızım’, ‘yiğidim’ diye seslensin.”  (Müslim, Elfâz 13) Başka bir hadislerinde Efendimiz (s.a.s), “Kölelerinin nafakasını vermemek, insana günah olarak yeter.” buyurmuştur. (Müslim, Zekât 40)

Bunların yanı sıra Nebiyy-i Ekrem, kölelere yapılacak her tür kötü muameleyi yasaklamış, şu sözleriyle haksız yere onlara eziyet etmenin bedelinin onları azat etmek olduğunu belirtmiştir. “Kim, işlemediği bir suçtan ötürü cezalandırmak maksadıyla kölesini döver veya sebepsiz yere tokatlarsa, bunun keffâreti o köleyi âzat etmesidir.” (Müslim, Eymân 30)

Kamçı ile kölesine vuran bir sahabiyi gördüğünde şu sözleriyle ona Allah’ın gazabını hatırlatmış ve sert bir şekilde ikaz etmiştir: “Ey Ebû Mes’ûd! Bilesin ki Allah’ın gücü sana, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla yeter!” (Müslim, Eymân 34) Efendimiz’in bu ikazlarını duyan sahabi, kölesini hemen azat etmiş, bunun üzerine Efendimiz de şöyle buyurmuştur: “Beri bak! Eğer böyle yapmasaydın seni mutlaka ateş yakardı ya da cehennem ateşi seni sarardı.”  (Müslim, Eymân 35)

Allah Resûlü’nün vefatı öncesinde ashabına yaptığı son nasihatlerden biri, kölelere iyi davranmalarıdır. O şöyle buyurmuştur: “Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar (köle ve cariyeleriniz) hakkında Allah’tan korkunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb 123-124; İbn-i Mâce, Vasâyâ 1)

SONUÇ

Bütün bunların yanında İslâm, farklı emir ve nehiyleriyle mü’minlerin zihnine eşitlik ve kardeşlik fikrini öyle bir kazımıştır ki, gönülden iman etmiş hiçbir mü’min kölesine “köle” gibi davranmamıştır. Çünkü bir mü’min bilir ki, tüm mü’minler tarağın dişleri gibi eşittir. Tüm insanlar Hz. Âdem’den gelmiştir. Kur’ân, köle-hür ayrımı yapmaksızın bütün mü’minlerin kardeş olduğunu bildirmiştir. Allah katında üstünlük ne soy-sop ile ne de hürriyet-kölelik iledir; bilakis ancak takva iledir. Onun da kimde olduğunu sadece Allah bilir.

Tevrat hükümlerine, Kilise uygulamalarına, Roma hukukuna, Eski Yunan ve Mısır medeniyetlerine, Sasani ve Bizans devletlerine, Cahiliye âdetlerine vs. bakan bir insan, İslâm’ın kölelikle ilgili nasıl bir devrim yaptığını çok daha iyi anlayacaktır. Kur’ân ve Sünnet’te beyan edilen bu hükümler sahabe üzerinde o kadar etkili olmuştur ki, onlar bir taraftan köle azadı konusunda âdeta yarış yapmış, diğer yandan da ellerinin altında bulundurdukları kölelere karşı son derece şefkat ve merhametli davranmışlardır.

Şunun net olarak altını çizmek gerekir: Âyet ve hadislerde insanların köleleştirilmesini emreden tek bir nas yoktur. Fakihler, Allah Resûlü’nün bir kısım uygulamalarından hareketle köleleştirmeyi sadece esirlerle ilgili bir düzenleme olarak kabul etmişlerdir. Ne var ki bunun sebebi de köleliğin o dönem için milletlerarası bir teamül olmasıdır.

Kölelik İslâm’ın tesis ettiği bir kurum değildir. Bilakis İslâm geldiğinde bütün insanlık dünyasında cari olan bir uygulamadır. İslâm onu bir realite olarak kucağında bulmuş, henüz insanlık böyle bir seyahate muktedir olmadığı için köleliği toptan ilga etmemiş, fakat bir taraftan onu oldukça insanî bir hüviyete taşımış, diğer yandan da kölelere hürriyete giden yolu açmıştır. İslâm, her fırsatta, her vesileyle köle azadını teşvik etmiş, köleliği ortadan kaldırmak için oldukça detaylı düzenlemeler ortaya koymuştur.

Günümüzde kölelik insanlığın ortak mutabakatıyla toptan ilga edilmiştir ki, bu İslâm’ın da temel hedeflerinden biridir. Durum böyleyken kalkıp hâlâ İslâm adına köleliği savunmak, esirlerin köleleştirilmesinden bahsetmek, köle pazarları kurmak, Kur’ân ve Sünnet’in ruhuna ve temel maksatlarına terstir. Hatta bunların İslâm’a ve Müslümanlığa ihanet olduğu daha söylenebilir. Zira bu tür gayriinsani ve gayrimedeni tavırlar, İslâm’ın dırahşan çehresini karartmakta, Müslümanlar hakkında olumsuz bir imaj oluşturmaktadır. Bu yüzden yaşadığımız çağda köleliği savunmak hiçbir şekilde İslâm’la telif edilemez.

HENÜZ YORUM YOK