İslami hizmetlerin binalarla imtihanı 

MAHMUT AKPINAR | YORUM

Binalar, yapılar bir kısım iş ve hizmetlerin görülmesinde hayati öneme sahiptirler. Ancak bunlar amaç değildir, sadece vasıtadır. Eğer insan için yapılıyor ve insana matuf kullanılıyorsa bir şey ifade ederler. Ama esas amaca hizmet etmiyorsa, hatta ondan uzaklaştırıyorsa bu bir yabancılaşmadır (alienation), yozlaşmayı, bozulmayı (corruption) sonuç verir. Binalar insanın önüne geçmişse orada problem vardır. Eğer binaların ihtiyaçları için insanların ihtiyaçları görmezden geliniyor, yok sayılıyorsa, binalar insan için olmaktan çıkmıştır.

Din-eğitim hizmetleri verme iddiasındaki cemaatlerde, gruplarda öğrenciye burs, harçlık bulunamıyor ama şaşalı binalar yapılıyor ve zaman zaman öğrencilerin istihkakları binalara sarf ediliyorsa, insanlar binalara feda ediliyor demektir. Eğitim, din hizmeti veren hocalar, öğreticiler yokluk ve sıkıntı içinde iken lüks binalar yapılıyor, bu insanların insanca ve ortalama yaşayabilecekleri kaynaklar yapılara harç yapılıyorsa insan geri plana itilmiş demektir.

Asıl olan insandır. İnsan kainatın özü, enmuzeci ve fihristesidir. Herşey insanda başlar insanda biter. İnsanların niteliği, kalitesi, kıvamı iyi değilse hangi muhteşem, sanatlı, harika binayı yaparsanız yapın sonuç alamazsınız. Cenabı Hak binalara değil gönüllere, kalplere, insanlara nazar ediyor. Toplumlar, medeniyetler insanla yükseliyor, insanla çöküyor.

Bir işin özü, esası yitirildikçe zarfı, kalıbı, kabuğu öne çıkar. Türkiye’de ve İslam dünyasında Müslümanlar olarak İslamın özünü yitirince, kabuğuyla meşgul olmaya, şekilde kalmaya başladık. Dindeki samimiyeti yitirince sloganlara, hamasete sığınmaya başladık.

Binalar elbette çok önemli ancak günümüzde binalar adeta kutsanıyor, yüceltiliyor. Gösterişin öne çıktığı, tevazunun unutulmaya terk edildiği bu dönemde mekanlar, yapılar bir nevi putlaştırılıyor. Çünkü bina görünüyor, adını yazıdırıyorsun, tabelanı asıyorsun, eşine-dostuna gösterebiliyorsun. Ama yetiştirdiğin insana tabelanı asamıyorsun, alnına “falan hayratıdır” diyemiyorsun. Oysa bina yaptırınca kendini tatmin ediyorsun, insanlar seni biliyor-tanıyor, namın yürüyor. Gerçekte tüm bunlar hayır-ma’ruf düşüncesini öldüren, yapılanların ahirete gitmeden tüketilmesini sağlayan, belki de vebal ve sorumluluk yükleyen şeyler.

Bugün Türkiye’de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar çok ve yaygın cami var. Beton yığınlarından oluşan, cemaatsiz, gençsiz camiler. Pek çoğu zarafetten, estetikten mahrum yoz yapılar. Her yer cami, her yer külliye ama cemaat yetiştirme yok! Erdem, ahlak, dürüstlük yapılan camilerin sayısına ve heybetine paralel azalıyor. Sanki Müslümanlığımız, ahlakımız, insanlığımız o yapıların altında kalıyor. İmamların, din görevlilerinin en temel görevi her cuma bir inşaat için cemaate dil dökmek!

Bir sosyal faaliyet, gençlere yönelik yararlı program, öğrencilere burs için hutbede anons yapıldığına şahit olmadık. Vaazlar, hutbeler bile insana değil binalara, yapılara, inşaatlara yönelik. Binalar yükseliyor ama Müslümanlık, muamele, yaşantı, İslam ahlakı düşüşte.

Diyanet, Camiler böyle de cemaatler farklı mı? Maalesef cemaatler, tarikatler, din hizmeti yürütenler giderek “profesyonelleşiyor”. Cemaatler akıllı binalar, lüks yapılar, devasa külliyeler, havuzlu kompleksler yapmakta çok iyiler. Ama insan yetiştirme, ahlaklı-erdemli nesiller üretme, nesilleri çağın ihtiyaçlarına göre donatma ve zamanın tehditlerinden koruma, zihinleri ve ruhları doyurma noktasındaki yetersizlik aşikar. Adeta her cemaat-grup bina üretme ve bununla öğünme yarışında.

Binalar insanı gölgede bırakıyor, görünmez kılıyor. Bütün cemaatler maalesef aynı paradoksu yaşıyorlar. İnsan yetiştirmek üzere inşa edilen yapılar bir süre sonra “amaç” haline geliyor. İnsandan kısılan paralarla yenileri yapılıyor; nesiller ise betonlarlar arasında sıkışıp kalıyor. Türkiye’de binalara yapılan masrafın 1/10’u insana yapılsa ülke ve gençlik şaha kalkar, ahlaklı, eğitimli, şuurlu bir nesil inşa edilir. Ama o yol uzun, ayrıca görünür, öğünülür bir iş değil!

Diyanetten cemaatlere, tarikatlere bütün kesimler maalesef görüntü meraklısı, bina sevdalısı. İmkanlar, mesailer binalara harcanırken nesillerimiz çürüyor; İslamdan, erdemden ahlaktan uzaklaşıyor. Böylece hem binalar boş, insansız kalıyor hem de nesillerimiz bomboş yetişiyor!

Putperestlik temelde görüneni öne çıkarmaktan, görünmeyene inanmamaktan kaynaklanır. İnsanlar metafizik olanı algılayamadıkları için hep fiziki yapılara kutsallık atfetmiş, kutsalı görünür olana indirgeme peşine düşmüştür. Soyutu kavramak zordur, zihni melekelerin çalıştırılması gerekir, düşünmek gerekir. Bu nedenle Ademoğlu somuta yönelme eğilimindedir. Kutsalın maddi yapılara indirgenmesi, İlah inancının bazı varlıklarla özdeşleştirilmesi bunun sonucudur. Son dönemde Türkiye’de her yere gösterişli camiler yapılmakta, Müslümanlık-manevi değerler fiziki yapılara hapsedilmek istenmektedir.

Ülkeler toplumlar binalarla kalkınmaz, güçlenmez; insanla güçlenir. Medeniyetin, gelişmenin motoru binalar-inşaatlar değil, insandır. Ancak ülkemizde İslami hizmetlerde “kaç insan yetiştirdik” noktasından, “ne kadar bina-yaptık” noktasına gelindi. Oysa Hz. Peygamber (sas) insan yetiştirmeye odaklanmıştı. O’nun yetiştirdiği insanlar cihanın dört bir yanına gittiler ve  aydınlattılar. Gittikleri yere bir tohum gibi düştü gülistana çevirdiler.

Hz. Peygamber (sas) döneminde devlet işleri dahil bütün hizmetler üzeri kamışlarla örtülü, çatısı dahi olmayan Mescidi Nebevi’de görülüyordu. Dört Halife döneminde Mescid biraz genişletildi; o kadar. İslam tarihinde binalara, ihtişamlı yapılara Emevi Saltanatıyla geçilmiştir. Bazı sahabelerin, Ehli Beyt’in baskılandığı, öldürüldüğü bu dönemde iktidar, güç, heybetli yapılar, Saraylar öne çıkmıştır. Sosyal hareketlerde inancın, idealin, davanın gücüyle yapıların ihtişamı arasında genellikle ters orantı vardır. İnsan yetiştirmekten uzaklaşıldıkça gösterişli binalara yöneliş hızlanır. Binalar yükseldikçe insanın önemi, niteliği gözardı edilmekte, nazarlar yapılara, binaların lüksüne, büyüklüğüne, konforuna takılmaktadır. Ne var ki bu binalardan zayıf insanlar çıkmaktadır.

Son dönemde cemaatlar-tarikatlar iktidardan arsa-bina alabilmek için temel prensiplerinden taviz verebiliyor. Manevi hazineleri, istiğnayı değil, güç ve iktidara yakın olmayı ve ulufeleri tercih ediyorlar. Binalara verilecek destek ve katkılar için politik eğilimlere giriyor; ileride kendilerine ciddi zarar verecek şekilde siyasallaşıyorlar. Hizmet Hareketi’nin de binalarla sınandığını söyleyebiliriz. Son yıllarda muhteşem binalar öne çıkmış, insan yetiştirme, insana dair özellikler nisbi olarak geri planda kalmıştı. Oysa hizmeti binalar, duvarlar değil insan yapar. Bediüzzaman ve talebelerinde görüldüğü üzere cezaevinde de olsa yetişmiş insan değerdir; hizmet üretir.

Sadece binalarla müminler yetişseydi Türkiye bugün dindar, ahlaklı, erdemli bir topluma sahip olurdu. Çünkü şu anda hiç bir dönemde olmadığı kadar büyük ve çok sayıda Camiler, Kur’an Kursları, okullar, İHL’ler var. Belki de gönüller yapmayı, insan kazanmayı, kamil mümin yetiştirmeyi unutan, başaramayan toplumlar bunu muhteşem külliyelerle, gösterişli yapılarla telafi etmeye çalışıyor!

İnsan harika bir varlık. Allah insanı bütün isimlerine ayine olarak yaratmış. Biz ona yatırım yapmak, onu güzelleştirmek, geliştirmek yerine habire binalar yapıyoruz ve paralarımızı, emeklerimizi binalara gömüyoruz!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Guzel bir soz vadi hani:
    “Kizim sana soyluyorum, gelinim sen anla”

    Igneyi baskalarina batirmak kolay, birak cuvaldizi, daha kucuk igneyi de kendimize batiralim. En son yapilan Fatih Koleji binasi, universite degil, o zamanki para ile 100 milyon $ lar civarindaydi. Bakan odalari gibi muduriyet odalari vs. Hadi buyrun aciklayin!
    Cok sukur ki, sefkat tokadi diye birsey var. Ona mustehak olmak da bir seviye.

  2. Çok güzel bir konuya değinmişsiniz hocam, eyvallah teşekkür ederim

    Son paragraflarda da çuvaldızı kendimize batırmasını bilmek lazım edasıya beyan etmişsiniz.

    Bizler lüx binalar ve içlerine lüx döşemeler yaparken öğretmenlerimizin maaşlarını ödeyemiyorduk. Hatta o parasını ödemediğimiz öğretmenlerden paralar bile kesiyorduk, şu işe bu işe diye….

    ve yine Türkiyedeki diğer cemaatlerin bu yazdığınız yazıya konu olmasına bizler örnek olduk da diyebiliriz. ÖRDEK olduk diyelim. Bizi örnek almışlar. KISKANDIRMIŞIZ üstelik. 100 yıllık 200 yıllık köklü cemaatleri tarikatleri.

    Hizmetin idaresindeki insanlara ithaf olunur.. yazık çok yazık. Yönetim Bilimi diye bişey var, Rabbimin bize lütfettiği ama biz hala…
    Okadar acayip bir durum ki; Dini cemaatiz, hizmetin idaresinde bir sürü ilahiyatçı var(ne işleri varsa orda) ama Ramazanın ne zaman başlayacağını bile keşf edemiyorlar. Bu Ramazana bütün cemaat bir gün önce başladı. oysa Ramazan bugün 1.

    AbdulHamit leşmenin hizmete hiçbir hayrı olmayacağı gibi ancak ve ancak bela olur hizmetin başına. Koca Mehmet Akif bütün SAFAHAT’ı AbdulHamit dönemine yazdığını hatırdan çıkartmamak lazım.

    Bensiz olmaz diyen insanlarla dolu kabirler. Kabire gidenlerin yerini alanlarda “bensiz olmaz” dese de oda kabirdeki yerini alacağından şüphe yok.
    Bizler eskiden bir vazife alınca bu bayrağı en güzel kim temsil eder/kime devretmeliyim ızdırabı içinde yanardık. Her sistemde olduğu gibi bozulmalar oluyormuş işte.
    Daha çok çalışmamız lazım çok.

  3. Biz de buna benzer bir çıkmazın içindeyiz aslında. Bizim de derdimiz “ne kadar birimleştik”, “ne kadar organizasyon düzenledik”, “ne kadar himmet topladık” vesaireden öteye gitmiyor maalesef. Kime hangi vasfı kattık, kimin kafasındaki hangi problemi çözdük, bunları düşünen bir hizmet hayâl oldu artık. Bu yüzden de problemlerini çözmek için bize gelenler her gün azalırken, problemlerini de alıp çekip gidenler çoğalıyor. Yazınızda anlattığınız cemaatlerden bir cemaat olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz maalesef. Ve hâlâ Türkiyedeki gereksizler hakkında konuşarak vakit israf ediyoruz. Kime ne katıyor acaba?

    Her yorumumu olduğu gibi bunu da yazıp yazıp silecektim, insanların moralleri bozulmasın diye ama bozulsun artık. İnsanlar yatağa rahat rahat girmesinler artık. Türkiyedeki “kültür müslümanları” misali bir “kültür hizmetine” dönüşmek birilerinin huzurunu kaçırsın. Neslimiz her anlamda asimile olurken, çocuklarımız tek amacı hayattan haz almak olarak yetişirken her şey güzel olacak türküleri duymaktan bıktım açıkçası.

  4. Malesef bizde de vardı bu bina merakı. Defaatle büyüğümüz bina yapmayın elinizdekileri de elinizden çıkarın dedikçe, bazıları bursları aksatma, sgk pirimlerini, personel maaşlarını aksatma pahasına bina işine girdiler. Birbirleri ile yarışmaya başladılar. Sonra bir hazan geldi binalar gitti, elde ise kalbi kırık mahsun arkadaşlar kaldı.

  5. 15 Temmuz olduğunda Ankara’da yeni yapılmakta olan bir Samanyolu vardı. Diğer taraftan okullara el konulduğunda bulunduğum muhitteki Samanyolu öğretmenleri üç dört ay maaş alacaklı durumdaydılar. Halbuki öğretmenlerin maaşlarının zamanında ödenip kaynak yoksa yeni okul inşaatından vazgeçmeleri gerekirdi. Yöneticiye düşen budur. Öğretmenler dilerlerse maaşlarından himmet eder ya da borç verebilirlerdi.

    Sigortasız adam çalıştırma, çalışan maaşlarından otomatik gazete ve dergi kesintisi yapma, çalışanların sadece mesaisinde değil, 24 saati üzerinde gönüllülük aramadan tasarrufta bulunma, dara düşünce ilk olarak maaşları geciktirme gibi şeyler sanki her yerde karşılaşılan şeylerdi. Adı konmasa da bunlar emek sömürüsüdür diye düşünüyorum.

    Allah’tan artık böyle şeyler yok. Eskisine göre çok daha sağlıklı, daha organik bir hizmet var diye düşünüyorum. Allah daha iyi etsin.

  6. Bütün yorumcular aynı konuyu aynı örneklerle işlemiş, Tevafuk…

    Aklın yolu bir. işte profesyonel idaricilik, yada işi ehline vermek FARZ bir mecburiyet ama nerde….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin