YORUM | AHMET KURUCAN
“Yeryüzünde banka diye bir gerçek var, kredi diye bir gerçek var, kurulmuş bir düzen, makro ve mikro ekonomik dengeler var, biz bunu değiştiremeyiz, buna alternatif üretemeyiz, kendi sistemimizi kuramayız, kendimizi buna nasıl uyduracağız diye bakan bir insan, topluluk veya toplumlar ila-yı Kelimetullah sevdasından, nam-ı celili Muhammed-i’yi (sav) üzerinde güneşin doğup battığı her yere götürme ufkundan bahsedecek olursa, bu kara mizah olmaz mı?”
Okuyucu böyle başlıyor benim iki yazıdır dile getirdiğim paranın değer kaybının karşılanması için önerdiğim enflasyon farkının anlaşmaya ilave edilmesi teklifine. Sonra Efendimiz’in Medine’ye intikal ettikten sonra kurulu ekonomik düzeni kabullenmediği ve yeni bir sistem inşa ettiğini söylüyor. Bizim de onu örnek alarak günümüz dünyasında İslami değerlere uygun bir sistem inşa etme zorunluluğumuzdan bahsediyor. Ve şöyle bitiriyor itirazi düşüncelerini: “Allah’tan (CC) ve Rasulullah (sav)’tan yana mı olacağım, yoksa dünyanın var olan kurulu düzenine pelesenk mi olacağım diye akletmesi gerekmez mi?”
Polemik yapacak olsam -ki köşe yazıları bunun için iyi bir zemindir- şunu derdim; elimizi tutan mı var? Müslümanlar olarak bizler şu anda yürürlükte olan kapitalist sistem gibi bir sistem inşa ettik de bunu engelleyen mi oldu? Hemen itiraz etmeyin lütfen. Sadece düşünün. Teorinin pratiğe intikalinden bahsetmiyorum. Teoride kurulu sistemin/modelin pratik hayata intikalinde tabii ki kurulu düzenleri bozulacak olanlar itiraz edecektir. Onun hayata geçmesini engellemek için ellerinden geleni yapmak, pastadaki payı bölüşmemek, kendi çıkarlarını korumak için mücadele edeceklerdir. Dolayısıyla söz konusu ettiğim ve ‘elimizi tutan mı var?’ dediğim sistem ya da model inşası teorik düzlemde. Kağıt üzerinde.
Şimdi eğer bu bakış açısının kabullendiyseniz kendimize soralım; böyle bir sistem inşa edebildik mi? 14 asır, 10 asır, 5 asır öncesini gündeme getiriyor değilim, yakın geçmişi ve bugünü konuşuyorum. Kaç yaşında isek takip edebildiğimiz kadarıyla kendi ömrümüzün sınırları içinde düşünelim; yapabildik mi? 57 tane İslam ülkesi, binlerce üniversite, binlerce medrese, finans ve ekonomi alanında okuyan on binlerce Müslüman, sayısına bereket siyasetçi, iki dudağının arasından çıkan kanun olan yüzlerce otoriter devlet adamı ve “şeriat isteriz, faiz haramdır, adil düzen, hak geldi batıl zail oldu, İslam gelecek sorunlar bitecek” sloganlarını atan ve İslami denen her değişikliğe onay verecek milyonlarca taban kitle. Evet, nerede sadece kağıt üzerinde bu bahsedilen sistem?
Bir başka nokta; Efendimiz (sas) mevcut kurulu ekonomik düzeni kabullenmedi bilgisi yanlış. Teknik tabirler kullanacağım; müzaraadan, müsakat’a, mudarabeden inan şirketine, haraçtan cizyeye, gümrük vergilerinden icab ve kabule ve daha onlarca Cahiliyye dönemi uygulamasının bazılarını olduğu gibi kabullendi, bazılarını ıslah etti, bazılarını reddetti ve bazılarını da yeniden inşa etti. Çünkü onlar insanlığın kazanımlarıydı. Sosyo-ekonomik hayatı düzenleyen ve insanların birlik içinde huzurla yaşayabilmelerini sağlayan denenmiş kurallardı. Fantazi arayışına gerek yoktu. Nitekim mevcut sistem üzerine yapmış olduğu küçük dokunuşlar son tahlilde Mekke-Medine pazarına ve ticaretine yıllardır hakim olan Yahudiler ve Müşrikleri tamamen olmasa da kısmen saf dışına itti, bu piyasada artık Müslümanlar gibi bir gerçeğin de olduğunu gösterdi. İşte burada okuyucumuz haklı. Ne yapmıştı da mahkum iken hakim hale gelmişti Müslümanlar o dönemin şartları içinde? Ne olmuştu da Yahudilerin Medine dışındaki pazarı, Efendimizin Medine’ye gelmesinden önceki konumunu kaybetmişti?
Pekala Allah Resulü’nün o dönem şartları içinde izlemiş olduğu reel politikalar bugüne nasıl taşınacak? Olduğu gibi mi? Yoksa onlardaki maksat ve mesajların günümüz şartlarına uyarlanması yoluyla mı? Öyle ya 14 asır öncesinin Mekke Medine’sinde yaşamadığımıza ve tarım toplumu şartlarından uzak olduğumuza göre şimdi farklı bir şey yapmamız gerekmiyor mu?
Gelelim son noktaya: tabii ki Batı’nın, kapitalist sistemin önümüze koyduğu kurallara uymak zorunda değiliz? Cedel olacak ama söylemek zorundayım; uymayalım o zaman. Bize zorla uyacaksınız diyen bir güç mü var? Fert olarak da uymayalım, devlet olarak da. Fert olarak uymayalım; ticari hayatımızda bankaya uğramayalım, ister ulusal ister uluslararası alışverişlerimizi açık hesap yapalım, peşin para ile çalışalım, kredi kartı kullanmayalım, bize dayatılacak kurallarla işleyen şirketler kurmayalım. Daha örnekleri çoğaltabilirim. Mümkün mü? Ama Batı dünyası ve ekonomiye hükmeden kapitalist sistemin çarkları arasında yaşayacaksak başka çare yok diyebilirsiniz. Hayır, var. Onların yerine geçelim. Onlar kadar güçlü olalım. Kendi sistemimizi dayatalım. Hayır dayatmayalım, kendi sistemimizin daha insani, daha ahlaki ve daha çok kazandıracağını ifade edelim ve ispatlayalım. Elimizi tutan mı var?
Devlet bazında da aynı şekilde hareket edelim. IMF kapılarına dayanmayalım. Kendi zenginliğimiz ile iktifa edelim. Ayağımızı yorgana göre uzatalım. Farklı dinlere, etnik kökenlere, kültürel anlayışlara sahip olsak da menfaat birlikteliğinin ön planda olduğu paktlar kuralım. Ya da dini ve kültürel yakınlığımız olan devletlerle blok oluşturalım. Coğrafi yakınlıkları esas alalım. Uzatmak mümkün bu ihtimalleri ama gerek var mı? Globalleşen dünyada bunu yapmak mümkün mü Allah aşkına?
Evet, bazı şeyler vardır, konuşmak çok kolaydır. Kağıt üzerinde plan ve projeler üretmek de konuşmaya nispetle zor ama yine de kolaydır. En zor olanı o projeleri hayata taşımaktır. Biz asırlardan beri sadece konuşuyoruz Müslümanlar olarak? Ne proje yaptığımız var ne de onları hayata taşığımız. Bunu görmek için İslamic Finans sistemini incelemeniz yeter. “Keler deliğine” kendi irademizle giriyor ve asırlar önce Allah Resulünün uyardığı şeyi yaşıyoruz hem de kendi irademizle. Ve en önemlisi hayat devam ediyor. Bu devam eden kurulu düzen içinde Müslüman kalabilmek için çaba gösteriyoruz. Benim son üç yazıda durduğum yer ve anlatmaya çalıştığım da işte bu.
Bitirdim. Burada kesiyorum. Bir sonraki yazıda başka bir konu ile buluşmak üzere.
çok sınırlı bilgiyr dayalı fikir fayda eder mi, gülünç bir durum mu olur bilmiyorum.
pek çok şey olayların tabii akış içerisinde oluşuyor, deneme ve yanılma usuluyle.. konu pek çok yönüyle ele alınabilir..
great depression öncesi gold standart vardı, yani para altına bağlı idi.. altın geliyor ama federal reserve gerek ölçüde para basmadığı için (gunumuzun aksine) deflation mevcuttu.. ve olaylar zinciri içerisinde bir açıdan paradoks bir durum ortaya çıktı..
boyle kriz anlari yeni fikir, cozumlere sevkeder.. Keynesin pump priming önerisi, Roosvelt administrasiyonu tarafindan yuruluge koyulur..
şartlar, durumlar değişmesiyle yeni arayışlar hep sürer.. 80-lerde Nobelli Friedmanlar televizyondan halk önünde ekonomi konularını tartışır..
gerçekten halk yararına ne maslahatlar oluşturabilirliğine teksifi himmet ederler, tartışırlar..
bazen bir kitap bile akademinin seyrini değiştirebiliyormuş, derler ki Edward Saidin Orientalismi öyledir.. önkabulleri değiştirmişmiş..
maslahatlar üretmek için çabalar, çözümler, belki great depression zamanında değerlerimize göre bir çözüm sunabilirdi birileri.. Alemi Islamda böyle bir ortamlar var mı? ani birşey olmadan durumlar değişir mi.. biraz zor gibi
Konu değişmesin lütfen. Tam da en önemli yerine gelmişken. Tam da işte asıl sorunlarimiz bunlar deyip heyecanla okurken.
Şu düşünce tarzı, bizden sittin sene bir şey çıkmayacağının tescili. Bu gibi konuların terminolojisine bizden çok daha hakim olan bu gibi yılların akademisyenlerinin içine ne kaçıyor ki, bu kadar sığ çıkarımlarda bulunabiliyorlar gerçekten merak konusu.
Bir akademisyen düşününüz ki, kapitalist dünyanın cüssesi karşısında yelkenleri suya indirmiş, durumu iyice kabullenmiş ve var olan durum karşısında hangi hükümleri kaldırabiliriz, hangilerini askıya alabiliriz bütün odağını buraya tahsis etmiş.
Bu nasıl bir teslimiyettir gerçekten merak konusu. Hani insanın diyesi geliyor: Madem zalimin zulmü karşısında bu kadar realistsin, Erdoğan sisteminde yoluna niye devam etmedin o zaman da bu kadar insan zulmün çarklarında öğütülmesine göz yumdun.
Batı’ya öykünüp dururlar da, hiç ibret almazlar. Bu adamlar bir yerden başlıyorlar ve gıdım gıdım da olsa, hacca giden karınca misali, denizleri keşfediyorlar, şu denizleri kaç yıl oldu hala keşfedemedik, hala bilmediğimiz deniz canlıları var, bu iş bizi aşar demiyorlar. Bu adamlar Galile bize yeter demiyorlar, uzayın o korkunç azameti karşısında yılmıyorlar, gıdım gıdım öğreniyorlar.
Bir de bizim ilahiyatçılarımıza bakın; en konuşması, çalışması gerekenler susar, sürekli ama sürekli olarak sapla samanı birbirine karıştıranlar meydandan eksik olmaz. Mikrofon hep dini hükümleri önünü ardını düşünmeye gerek duymayacak kadar değiştirmeye teşne olanların elinde dolanır durur.
Şu kadar yazısını okuduk, ortada hani o zulüm çarkına 50 yıl da, 100 yıl da sürse, gıdım gıdım da ilerlese çomak sokacak akademik bir çaba, bir plan taslağı, bir çalışma metodu göremedik. Bunun yerine sürekli olarak dini hükümleri yenilemeye her şeyden daha hevesli bir ilahiyatçı bulduk karşımızda.
Değiştirelim kardeşim, askıya da alalım, ama bir öngörümüz olsun ya, başlattığımız çalışmaya göre şu hüküm aşağı-yukarı 30 yıl askıda kalacak diyelim ki, o hükmün ortaya çıkmasına vesile olan ruh unutulmasın, zamanı geldiğinde hatırlansın ve hüküm ona göre alması gereken şekli alsın.
Şu yazı resmen bunu kesinlikle önemsemediğini, teşne olduğu bir konuda büyük bir hevesle devam ettiğinin en önemli kanıtı. Bakın nasıl da o gıdım gıdım da olsa ilerleme için ümitleri kırıyor. Şu kadar devlet yapamadı diyerek kıytırık Müslüman devletlerinin sayısıyla gözümüzü korkutuyor, siyasal İslamcıların yama çözümlerini dişe dokunur çaba gibi gösteriyor. Elini tutan mı var diye demagoji yapıyor.
Cemaati insanlık için büyük bir değer olarak gören bir akademisyen, her nedense bu konularda cemaate diğer İslami ideolojiler karşısında daha tutarlı bir çabayı çok görüyor. Bunu neden yapıyor? Bir taraftan yenilenme çabası devam ederken diğer taraftan bu zulmü ortadan kaldırmak için çalışma yapmayı neden önemsemiyor? Neden ilahiyatçılarla fizikçilerin, kimyacıların, ekonomistlerin bir araya gelerek bir sayfa açmasını önemsemiyor? Gelecek nesillerde gelecek büyük kafaların bu temeller üzerinden gıdım gıdım da olsa ilerlemesini es geçiyor? Çünkü teşnedir, heveslidir, birtakım hükümlerin yenilenmesi, askıya alınması fikrine nerdeyse aşık olmuştur.
Naçizane görüşüm: Susan ilahiyatçılar artık konuşmalı, bu işin sahipleri Ahmet Kurucan ve Yüksel Çayıroğlu olmaktan çıkmalı. Bu mikrofon statükonun temsilcileriyle ekmek yeme rahatlığında konuştuğu için her şeyi çözdüğü sanrısıyla yaşayan akademisyenlerin elinde gidip gelmemeli sadece. Yeter artık!
Muhalefet olmanın dayanılmaz hafifliği ile vermiş veriştirmişsiniz. Fakat siz ne yaptınız, biraz da bunlardan bahseder misiniz? Sizin bu konudaki projeleriniz, harekete geçirilebilir fikirleriniz vesaire nedir? İlle ilahiyatçı olmanıza gerek yok. Uzman olduğunuz alan her neyse herhalde o alan bağlamında ümmet namına bir şeyler yapmış, düşünmüşsünüzdür.
2 ihtimal var: Ya yapmışımdır ya da yapmamışımdır. Yapmışsam niyet okumalı demagoji yapmışsınız demektir. Yapmamışsam türlü sebepleri olabilir, yine niyet okumalı demagoji yapmışsınız demektir. Bu ikisi de benim fikrimi çürüten şeyler değil. Dilerseniz ordan yürüyelim.
Okuyucu yorumuna cevabınız ölçülü, uzatmadan noktayı koymuş bir açıklama. Ve şu tespitiniz de oldukça değerli.. Peygamberimizin, insanlığın ortak mirası üzerine elde edilen kazanımlarını, kökten değiştirmek yerine, onlar üzerinde revizeler yapması, adil bir sisteme dönüştürme ameliyesi… Bu tespitiniz değerli.
Değerli, zira, Kuran ve Sünneti bir vadiye, mevcut sistemi başka bir vadiye koyma, bir çeşit devasa paradoks varmış gibi sunma.
Ben bu tarz yorum yapanlarda gördüğüm, işleyişten, mevcut ekonomik düzenden, hatta hukuktan haberdar olmayışı.
Bilgisiz fikir sahibi olunamaz. Bilmediği bir şey hakkında yorum yaparken, bildiğini tekrar ederken, aslında insan, karşı tarafta söylediklerinin benzerinin neye tekabül ettiğini bilememesi. esas mesele bu. Bilmemesi diğer tarafı. Cehalet deniyor buna. Bilmediği bir şeyi, yerle yeksan etmesi, kötülemesi, üstelik bunu yaparken, Kuran ve Sünnet bayrağı altına saklanması .. işte bu insanı rahatsız eden nokta.
Kuran ve Sünnete göre şöyle olacak derken dahi, aslında söylediğinin, moda mod bir ezber olup, bir statik anlam yükleyerek, aslında o an geçerli olan mevcut ADALET in, sonraki dönemlerde ADALETsizliğe sevk edeceğinin fark edilmemesi.
Bu dediklerim özellikle ekonomik anlamda daha da gün yüzüne çıkıyor.
Diğer değerli nokta tespitiniz de şu. efendimiz, nihai olarak adil bir islami ekonomik sistem kurmuş olsa da, o geçiş dönemini bir sürece yayarak değiştirmiş olması.
Sanırım, bunu insanlar göremiyorlar. Efendimiz döneminde radikal olarak değişen esas şey, İMAN ve ona götüren LA İLAHE İLLALLAH dı. Ne putların sayısını azalttı efendimiz, ne onlar şöyle ama aslıda böyle dedi, ne şu ne bu, doğrudan, Allahtan başka tanrı yoktur… dedi.. Mesaj ilk gün hiç yumuşamadan çıktı.
Bununla birlikte, tespitinizde belirttiğiniz üzere, hukuk, ekonomi vb değişimlerin ise, sürece bağlı değişmesi.
Allah ve Rasulu, faizi ilk başta kaldırmadı örneğin, veda hutbesine kadar gitti, şarabın içkinin yasaklanması, kadınların tesettürü vb.
Dikkat edilirse bu tarz muamelata dair konular dahi İmanı mesele dışında, beşeri hayata dair, doğrudan ilahi bir takvime göre yapıldı da sanki.
Cenabı Hak, La ilahe illallah ile birlikte bunları da söyleyebilirdi, oldukça esaslı saç ayaklarıyla beşeri hayat için, ama Cenabı Hak, ayet ayet, zamanla bu değişimleri öngördü.
Finansal sistemin adil olmayışını bilmek ayrı mesele, onun içinde hayatta kalmaya çalışmak daha ayrı bir mesele, belirli bir sosyoekonomik etki ve etkileşim gücüne sahip olup, onu değiştirmek ise apayrı mesele.
Ayrıca bu, o noktaya gelene kadar, Kuran ve Sünneti kenara koymak anlamını da taşımıyor. Sanırım tartışmanın özünü de bu oluşturuyor. Yani, yanlış yapılarak doğruya ulaşılamaz gibi bir yaklaşım ile davranılıyor.
İşte ben de tam o tarz yorum yapan kişilere bu nedenle karşı çıkıyorum. Şartlar ne olursa olsun, şartların içinde, Kuran ve Sünnete göre bir adapte mümkün diyorum.
Esas mesele bilebilmek. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.
Enflasyon, FAİZ demektir örneğin önceki yazılarınız bağlamında. Bu yazdığım cümleyi anlamayan bir kişi ile örneğin, bir tartışmaya giremeyiz. Konunun cahilidir çünkü. İster Kuran ve Sünnete göre desin, ister başka bir şeye göre.
Bu yazılarınızda, konuyla ilgili olay oldukça basit aslında.
Enflasyonun adına bakıp enflasyon sanmayın, enflasyon bir çeşit FAİZ dir. Borçlu alacaklı ilişkisinde, taraflardan birinin lehine, diğerinin aleyhine, haksız şekilde fazla ödeme yapılır.
Edimin ifasında, borç ve alacak taraflarından bir tanesi, diğerine NİSPET edilen ölçüden DAHA FAZLA ödeme yapar ve bu adil değildir.
İşte bu yönüyle dahi, böyle bir durumda bu durumu dengelemek için bir çeşit ek ödeme talep etmek, FAİZ olarak ele alınamaz.
Tabi bu aradaki DENGE miktarının tespiti temel ölçümüz. Bunun üzerini aşan evet bildiğimiz anlamda faiz.
Ama öncesinin adının, dini literatürde FAİZ ile bir anılması doğru bir yaklaşım değil.
Peki, bu kadar mı..
Elbette değil, herkes aynı dünyada yaşıyor, yani enflasyonun bir OLGU OLDUĞU ortada. Olguya da gerekyok, enflasyon rakamları açıklanır, bilinir. Böyle bir durumda, tarafların işlerini buna göre hareket ettireceğini bilmeleri gerekir, dolayısıyla ekstradan talep edilemez zarar denilirse de evet, bu işte sağlıklı bir tartışmanın zemini olur.
Sağlıklı dedim, zira haklı bir tartışma.. işte birada GABİN şartları vb hukuki düzenleme hükümlerine gidilir ki, olay rayında İslami bir tartışmay ada dönüşebilir.
….
Bugün Tacire uygulanan hukuk ile, tacir olmayana uygulanan hukuk aynı değildir. Ve harika bir uygulamadır bu, benim kanaatimce de İslamidir de. Çünkü, buna iten RUH, NİSBİ ADALETİ gerçekleştirmektir.
Tacir(çoğulu tüccar) için uygulanan hukuk, TİCARET KANUNLARINDA düzenlenmiştir örneğin.
Ama normal vatandaş için uygulanan hukuk, borç alacak ilişkisinde, BORÇLAR KANUNU dur örneğin.
Ne kadar ölçülü ve yerinde.
Medeni kanunun mütemmim cüzü olarak kabul edilir mesela tacir olmayanların arasındaki alış verişler. Asla Ticaret kanunu hükümlerine göre hareket edilmez.
Hatta, tacir hukuku bile değişkenlik gösterir, ticari işletmeler, sermaye şirketleri,..(Anonim şirket, limited, komandit.. ) diye başka bir grupta hükümlere, uygulamalara tabi iken,
adi şirket ve birkaç diğer tür de, başka bir başlıkta, TİCARET KANUNUNDA ele alınır.
Sebep yine aynı, NİSBİ ADALET i gerçekleştirmek.
——
İşte bu nedenle, cehalet kavramını ortaya atıyorum. Efendimiz döneminde, ne Anonim şirket vardı, ne limited şirket, ne komandit. ne de adi şirket.
Efendimiz döneminde, bu ayrıma gerekte yoktu belki, ama günümüzde bakın var, ve ADALET GEREĞİ var.
Var çünkü, iki insanın birbirine borç vermesi ile, Brezilyadan, navlunlar konişmentolar araya sokarak, gemileri, ilgili aracı bankaları, sigorta poliçelerini araya sokarak ithalat yapmak ayrı, ihracat yapmak da ayrı.
Kısaca, tartışma ehli ile yapılır. Neyi karşısına aldığını, neyi kötülediğini bilmeyen birisi ile tartışılamaz. Zira konunun cahilidir.
Finans sistemi şu bu deyip, büyük puntolarla konuşmak da bunun sanırım bir parçası.
Bu nedenle, ben hep böylelerine aynı şeyi yöneltiyorum. Halep orda ise arşın burada. Büyük büyük laflar etmeye gerek yok.
Enflasyon, faiz değil midir , değil midir.
Kuran ve Sünnet mantığıyla hareket edersek, Enflasyon da, bir çeşit Faiz midir, değil midir?
Maalesef faiz konusunda birkac fikir hakim ve esas aranilan cevap Islam’in ne dedigi degil de sanki yaptiklarimizi dine nasil uydururuza donmus. Dolayisiyla, bu konuda cok fazla irdeleme yapmak gereksiz cunku hasta gercekten iyilesmek icin doktora gitmemis. Sadece istedigi ilaci yazsin diye doktora baski yapiyor. Sayin yazar’a bu konuda hak vermemek elde degil.
Modern finans sistemi dunyadaki esitsizligin sebebidir. Afrikada cocuklarin madenlerde karin toklugunu calistirilmasinin, Cinde fabrikalara hapsedilip kolelestirilmesinin sebebi faize dayali kuresel ekonomi sistemidir.
Bu sistem degisecektir. Bence, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi bu sisteme savas acacak ve kazanacaktir.