İslamcılığın dönüm noktası: Büyük Doğu dergisi ve cemiyeti

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Cumhuriyetle birlikte derin bir uyku dönemine giren İslamcılık, çok partili dönemde çeşitli yayın organları vasıtasıyla önemli bir atılım gerçekleştirerek geniş kitlelere ulaşma imkânı buldu. Bu yayınların başında Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu dergisi gelmekteydi. 

NECİP FAZIL 

1905’te İstanbul-Çemberlitaş’ta bir konakta dünyaya gelen Necip Fazıl Kısakürek, çeşitli okullarda düzensiz bir şekilde okudu. Bunlar arasında Fransız ve Amerikan okullarıyla Numune ve Rehber-i İttihad mektepleri bulunmaktadır. Sonunda Heybeliada Numune Mektebi’nden mezun oldu. Ardından Heybeliada Bahriye Mektebi’nde beş yıl okuduysa da diploma alamadı. 

1921’de İstanbul Darülfünun’unda felsefe eğitimine başladı. Ancak Fransa’da kazandığı devlet bursu üzerine yine felsefe okumak için Paris’e gitti. Burada da düzenli bir öğrenci olmadığı anlaşılan Necip Fazıl, Paris’te bohem bir hayat yaşadı. 

Türkiye’ye dönüşünde çeşitli bankalarda memur ve müfettiş olarak çalıştı. Ancak asıl öne çıkan yönü, sanatçı kişiliğiydi. 1923’ten itibaren bir taraftan şiir ve hikayelerini yayınlarken diğer taraftan tiyatro eserleri kaleme aldı. Bu yıllarda “Kaldırımlar” şiirinden dolayı “Kaldırımlar Şairi” olarak tanındı. 

1942’de memuriyetten ayrılan Necip Fazıl, ölümüne kadar yazarlık ve yayıncılıkla geçimini sağladı. 1938’de Abdulhakim Arvasi’yle tanışmasıyla dünya görüşlerinde önemli değişiklikler oldu. İslamcılık ideolojisinin önde gelenlerinden biri olan Necip Fazıl, son yıllarına kadar Büyük Doğu mecmuasını yayınlamaya çalıştı, kitapları da Büyük Doğu yayınları tarafından basıldı. 

Gerek Büyük Doğu’daki yazıları gerekse kitaplarıyla fikirlerini geniş bir kitleye ulaştırmayı başardı. Polemikçi yapısıyla farklı kesimlerden yazarlarla sürekli tartışmalara girdi. Diğer yönü ise iyi bir hatip olmasıydı. Verdiği konferanslarla kendi aksiyon ruhunu dönemin gençlerine aktarmaya çalıştı.

Necip Fazıl eserleriyle sadece İslamcı kesimin değil bütün muhafazakâr ve milliyetçi kesimin özellikle “aksiyon” yönüyle örnek aldığı bir kişi oldu. Onun siyasetten tarihe, sanattan dine kadar görüşleri, bu kesimler tarafından örnek alındı ve bugüne kadar taşındı. 

BÜYÜK DOĞU DERGİSİ

Necip Fazıl’la özdeşleşen Büyük Doğu dergisi, 1943 yılında İstanbul’da yayınlanmaya başladı. Büyük Doğu ismi, Necip Fazıl’ın 1937 yılında kaleme aldığı ve “Türk Milli Marşı” olarak isimlendirdiği “Büyük Doğu Marşı” şiirinden gelmektedir. “Büyük Doğu”, Necip Fazıl’ın çok büyük anlamlar yüklediği bir ifadedir. 

Dergi 1949’a kadar sanat, edebiyat, fikir, felsefe, politika, şiir ve edebiyata yer vermiş ve her görüşten yazar ve şaire sayfalarını açmıştır. 1949 sonrasında ise ağırlık noktası, din ve siyasettir. Dergi sadece yazılarıyla değil siyasi bir mesaj veren kapaklarıyla da ses getirmiştir. 

Büyük Doğu, hemen hiçbir dini yayının olmadığı 1950’li yıllarda önemli bir boşluğu doldurmuş ve gençlerin dine yönelişinde önemli bir rol oynamıştır. Bu yönüyle o dönem İslamcılığının en önemli yayın organıdır. 

Dergi, Necip Fazıl’ın sınır tanımayan ve sık sık polemiklere giren üslubu nedeniyle sık sık polis takibine maruz kalmış, kapatılmış ve Necip Fazıl’a da hapse kadar varan cezalar verilmiştir. 

O, yazılarında batılılaşmaya ve devrimlere karşı çıksa da cumhuriyeti önceki dönemlerin İslamcıları gibi İslamiyet’teki şura ile özdeşleştirmiştir. Necip Fazıl bir taraftan “inanmıyorum bana öğretilen tarihe” diyerek yeni bir tarih oluşturmaya çalışır. Onun tarih yazılarında cumhuriyetin yaklaşımının tersine Abdülhamit “Ulu Hakan”, Vahdettin de “Büyük Vatan Dostu” olacak ve “kaynak ve belgeye ihtiyaç duymayan”  tarih yaklaşımları bütün dindar ve muhafazakâr kesimleri etkileyecektir.

Dönemin diğer İslamcıları gibi Kısakürek de dergide sık sık Komünizm aleyhtarlığına yer vermiş hatta bir adım daha ileri giderek komünistlerin takibi için sivil elbiseli “Komünizmle Mücadele Polisi” oluşturulmasını teklif etmiştir. Ona göre devlet, istediği kişiyi durdurup “komünist olmadığını ispatla” demelidir. Nitekim, komünizm karşıtlığının etkisiyle 12 Eylül Darbesi’ni de “devlet olmayacaktı, millet kalmayacaktı” diyerek destekleyecektir.

Necip Fazıl’ın önemli bir özelliği de milliyetçiliği öne çıkarmasıdır. Onun nazarında “Türklük, İslam dünyasının merkezidir” ve İslam, “Türk milletinin vazgeçilmezidir”. Bu yönleriyle Türk-İslam Sentezi’nin en önemli fikir babalarından birisi Necip Fazıl’dır.  

BÜYÜK DOĞU CEMİYETİ 

Necip Fazıl 1949’da Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurdu. Bu cemiyet her ne kadar parti adını taşımasa da dönemin mevzuatına göre siyasi bir organizasyon ve cemiyetin başkanı Necip Fazıl da lider konumundaydı. O bundan yararlanarak Türkiye’nin birçok yerinde verdiği konferanslarla genç kitleleri etkileme imkânı elde etti. 

Aslında bu cemiyet, “en yakın seçimlere katılmak üzere” kurulmuş bir siyasi partidir. Ancak henüz Siyasi Partiler Kanunu olmadığından cemiyet olarak kurulmuş, Necip Fazıl da parti denilmesine karşı çıkmamış ve her partinin “siyasi cemaat” olduğunu ifade etmiştir.  

Cemiyetin ana nizamnamesi Büyük Doğu’da yayınlanmıştır. Buna göre cemiyetin “Ruhçuluk, Ahlakçılık, Milliyetçilik, Cemiyetçilik, Şahsiyetçilik, Keyfiyetçilik, Nizamcılık,  Müdahalecilik, Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik” prensiplerinden oluşan “dokuz kutuplu inanış sistemi” bulunmaktaydı.

Cemiyet başta “Allahsızlık” olmak üzere ahlaki kayıtsızlık, materyalizm, komünizm, kozmopolitlik, taklitçilik, fikir ve ilimde kışırcılık, köksüz inkılapçılık, züppe Garp hayranlığı ve ictimai adaletsizlikle mücadele edecekti. Cemiyete üye olmak için aranan şartlardan başında “üstün ahlak sahibi olmak” ve Büyük Doğu mefkûresini kayıtsız şartsız benimsemek vardı. 

Necip Fazıl cemiyeti parti gibi örgütlemeye çalışsa da istediği üye sayısına ulaşamamış ve bunun nedenini kendisine muhalif “CHP, Yahudi, mason, dönme ve komünistlerin oyunu” olarak görmüştür.  

Konferanslarına Milli Mücadele’nin başında Atatürk’ün yaptığı gibi Samsun’dan başlayan Necip Fazıl çeşitli Anadolu şehirlerinde cemiyetin şubelerini açmaya çalışmıştır. İlk şube olan Kayseri şubesinin açılışında yaptığı konuşmada cemiyetin 1950 seçimlerine girme hedefini açıkça ifade etmiştir.  

Seçimler öncesinde CHP ile ilgili bir karikatür nedeniyle “Türklüğe hakaret” suçlamasıyla ceza alan Kısakürek tutuklanmış ve seçimlere girme ümidi suya düşmüş, tutukluluğu ancak DP’nin çıkardığı afla sona ermiştir. 

Bu sırada diğer önemli gelişme Cevat Rıfat Atilhan’ın kurduğu Türk Muhafazakâr Partisi’ni feshederek Büyük Doğu Cemiyeti’ne katılmasıdır. Fakat bir süre sonra ortaya çıkan hizipleşmeler nedeniyle Atilhan cemiyetten ihraç edilmiştir. 

Necip Fazıl’ın “Kumarhane Hadisesi” ile de büyük problemler yaşanmış, o bunu yine komplo ile açıklasa da cemiyet büyük bir yara almıştır. Ardından sert üslubuyla yayınladığı yazılardan dolayı yeniden tutuklanan Necip Fazıl, “aidatlarla ayakta durabilen” cemiyetin topladığı paralarla kumar oynamakla suçlanmıştır. 

Bu gelişmeler sonrasında Büyük Doğu Cemiyeti feshedilmiştir. Necip Fazıl bir siyasi parti kurmayı amaçlasa da bu hayalini hiçbir zaman gerçekleştiremeyecektir. Ona göre Büyük Doğu Cemiyeti kadro ve kurmay heyeti yetersizliği ve kendisini itibardan düşürmek için planlanan kumarhane komplosu nedeniyle başarıya ulaşamamış ve seçimlere katılamamıştır. 

BAŞYÜCELİK DEVLETİ

Necip Fazıl Büyük Doğu’da aynı zamanda hedeflediği cemiyet ve devlet düzenine dair görüşlerini kaleme almıştır. Önce “Başyücelik Devleti” sonra da “İslam İnkılabı” başlığıyla devam eden yazılarıyla “Başyücelik Devleti” adını verdiği ütopyasını açıklamıştır. 

Onun düşündüğü modelde bütün kurum ve kuruluşlar “Başyüce” denilen tek kişiye bağlı olup bir şura ya da danışma kurulu özelliği taşıyan “Yüceler Kurultayı” da Başyüce’ye bağlıdır. Ancak ne Başyüce’nin ne de kurultayın kanun yapma yetkisi yoktur. Bu sistemde Başvekil, Başyücelik Hükümeti gibi yapılar olsa da aslında bütün yetki Başyüce’de toplanmıştır. 

Bu durum Necip Fazıl’ın Başyüce’yi üstün vasıflarla tanımlamasına neden olmuştur. Ona göre Başyüce; “imam, baş örnek, en ahlaklı, en bilgili, en akıllı” kişi olup aynı zamanda “ulu’lemr”dir. Başyücelik seçimi için Yüceler Kurultayı içinden birisini aday gösterecek ve halkın oyuyla bu kişi seçilecektir. Başyüce beş yıl için seçilse de “yaş haddi” olmayacaktır. Necip Fazıl, 1970’li yıllarda Başyüce’nin seçim yerine Yüceler Kurultayı tarafından seçilmesini tercih edecektir. 

Necip Fazıl’ın ütopyasında Yüceler Kurultayı, “münevverler hegemonyası” olarak tasarlanmış olup böylece başıboş kalabalıklar münevverlerin iradesine tabi olacaklardır. O, Yüceler Kurultayı üyelerini de “imanda ve ahlakta samimi” ve “fert ve nefis hayatı sürmeyen kişiler” olarak tanımlamaktadır. 

Necip Fazıl bu ütopyasıyla Tek Adam rejimi olmakla suçladığı cumhuriyet rejimi gibi bir model öngörmüştür. Özellikle Başyüce’nin konumuna bakıldığında “Ebedi Şef” olarak tanımlanan Atatürk ve “Milli Şef” denilen İnönü’ye benzemektedir. Bunun nedeni muhtemelen onun, Türk milletinin “bir türlü kurtarıcısını bulamamış” olduğuna inanmasıdır. Başyücelik Devleti’yle halk gerçek kurtarıcısını bulacaktır. 

Onun modelinde parti, sadece iktidarı ele geçirmek için bir araç olup iktidara geldikten sonra partilere yer olmayacaktır. Tahmin edileceği gibi bu rejimde basın özgürlüğü de olmayıp bütün yayınlar devlet kontrolünde olacak ve devletin izniyle yayınlanacaktır.

 Necip Fazıl yayınladığı Büyük Doğu dergisi, kitapları ve konferanslarıyla bir döneme damgasını vurmuş; fikirleriyle İslamcı, Türkçü ve muhafazakâr kesim üzerinde çok büyük etkiler meydana getirmiştir. Ancak onun öngördüğü “Başyüceler Devleti” ütopyasının “İslam’ı referans alan”  bir tek adam rejimini amaçladığı anlaşılmaktadır. 

O bu devlete ulaşmak için parti kurmayı bir araç olarak görmüş ve bunun için de Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurmuştur. Fakat çeşitli nedenlerle cemiyet, seçimlere katılamadan kendini feshetmiştir. Necip Fazıl ölümüne kadar kendi istediği partiyi kuramamış önce Menderes’in DP’sini, sonrasında Millî Görüş’ün ilk partileri olan MNP ve MSP’yi desteklemiştir. 

Millî Görüş’le de arası açılan Kısakürek son olarak Alpaslan Türkeş’in MHP’sine ve “Komünizmle mücadele için” daha önce “mason” diyerek aleyhinde olduğu Süleyman Demirel’in AP’sine destek vermiştir.

Bugün Türkiye’yi yirmi yıldır yöneten AKP’nin lideri Erdoğan da onun şiirlerini meydanlarda büyük bir aşk ve şevkle okumaktadır. Ancak Erdoğan’ın Necip Fazıl’ın sadece edebi yönünden değil siyasi görüşlerinden de etkilendiği açıktır. 

Bu yönüyle Erdoğan’ın “sorgulanamaz” hale gelen konumunda ve bütün yetkiyi kendisinde toplayan yönetiminde Necip Fazıl’ın düşüncelerinin ne kadar etkili olduğu önemli bir araştırma konusu olarak karşımızda durmaktadır. 

Kaynaklar: O. Okay, “Necip Fazıl Kısakürek”, Büyük Doğu”, DİA, C.2, C. 6; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce (İslamcılık), İstanbul, İletişim, 2005, C. 6; Uluslararası Necip Fazıl Sempozyumu Bildirileri, Konya, 2014; M. Salimoğlu, Ötekilerin Cumhuriyeti: Necip Fazıl Kısakürek’in Başyücelik Devlet Tasarımı, AÜ SBE Doktora tezi, Ankara, 2020. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

8 YORUMLAR

  1. “Millî Görüş’ün ilk partileri olan MNP ve MSP’yi desteklemiştir.”

    Hocam MNP Mehmet Zahid Kotku Hocaefendinin emriyle Iskenderpasa cemaatinin öncülügünde kurulan bir partidir, Erbakan kurmamistir, erbakana görev verilmistir. Kotkunun vefatindan sonre yerine gecen Esad Cosan Hocaefendi ile Erbakanin arasi acildiktan sonra Erbakanin sahsi ideolojisi olan “Milli-Görüs” ortaya cikmistir, iskanderpasa cemaati milli görüsü desteklememistir. Samimi niyetlerle kurulan bir siyasi hareketi Erbakan kendi sahsi cikarlari icin istismar etmis, hatta M.Z.Kotkunun sagliginda ona oradan inmesi söylenmis fakat erbakan dinlememis diye biliyorum, Esad Cosan Hocanin ifadelerinden böyle anlasiliyor.

    • Cem bey, bu dedikleriniz belli bir merhaleden sonrasi icin dogru olmakla beraber kurulus safhasinda durum baska… Zubeyir Gunduzalp abinin hayatini anlatan kitapta Kirkinci hocanin hatiralari var, orada bu parti kurulusu detayli geciyor
      aslinda o donem TOBB baskani olan Erbakan’a AP den ayri bir parti kurmayi teklif eden kisi onde gelen nurcu isadamlarindan biri..ismini su an hatirlayamiyorum ama sanki soyismi Erkemn miyidi neyse asil onemli olan nokta, Erbakan diyor ki ben Seyhime danismadan bunu yapamam beraber gidip Zahid efendiyi ziyaret diyorlar, onceleri Hazret buna izin vermiyor ama bakiyor ki bunlar cok kararlilar, kerhen izin veriyor ki bari o kapiyla irtibati kopmasin diye.. sizin yazdiklarinin daha sonra ki mevzular yoksa aslinda o zatin boyle bir parti kurdurmak gibi bir insiyatif olmamis,
      neden bu konu Zubeyir abinin hayatinda detayli gecsin ki diye merak ederseniz: Cunku Zubeyr abi bu gelisme karsisinda cok endiseleniyor, o yukarda bahsi gecen Erbakanin aklina bu fikri sokan kisiye ulasip onu vazgeciriyorlar, Erbakan kendi devam ediyor, hatta onceleri Ahmet Fevzi Kul abi de destek oluyor onu da hayet olarak ziyaret edip vazgecmesi saglaniyor..

  2. Ah, bu cehalet. Ah, İslam âlemindeki bu bin yıllık kanseri pansumanla tedavi edeceğini zanneden Necip Fazıl gibi iyi niyetli ama cahil ve naif adamlar.

    Arkasından koşulan ve ağzının içine bakılan bu adamları küçümsemek için değil asla, kahtı rical zamanında çok kıymetli hizmet etmişlerdir lakin bizim hastalığımızı teşhisten çok uzak sadece reddiyeci tipler. Lakin reddettikleri meselenin yerine ne koyacaklarını bilemeyen ve bilmekten de fersah fersah uzak cahil ve sığ insanlar.

    Halbuki bizim meselemiz asırlardır akıl ve kalp arasındaki dengeyi kuramayışımız, daha doğrusu akıldan ışık hızıyla ve dahi elân hala uzaklaşmamızdır. Biz müsbet ilimleri terk edip dini ilimlerde kurtuluş aradık. Sonuçta ahlaksız, cahil, softa yobazlara dönüşen müslümanlar, zalim ve müstebitlerle idare edilen verimsiz, kurak, çorak ve sığ bir fikir coğrafyası kaldı elimizde. Bu çölün çemanzâr olması da bu kafayla gidilirse imkansızdır. Velev ki bin yıl geçse yine de netice değişmez.

    Oysa reçete çok açık ve basit. Sebeb-i fitne ve fesat olan siyasetle uğraşmak yerine akıl ve kalbi dengeli şekilde beslemek. Şer’i ayetler kadar tekvini ayetlerin yani kainat kitabının da şerhini ve tefsirini yapabilmek. Bu minvalde dini ilimler kadar fenni ilimlere yönelmek.Bu fenni ilimlere lütfen sosyal bilimleri de ilave ediniz. Zira onlarda İbn-i Haldun’un tespiti ile kanunlara tabidir ve matematik, fizik, kimya gibi bir tür müsbet ilimdir.

    Bizler bile Bediüzzaman’ın ve Hocaefendi’nin bu vizyonunu anlayamadık. Evet eğitim kurumları açtık ama yine de akıl ve kalp arasındaki dengeyi muhafaza edemedik. Kainat kitabını okuyacak bir nesil yetiştiremedik. 60 yıl, Nobel alacak insanları yetiştirecek müesseseleri kurmak için yeterli bir zamandı.Gayret oldu lakin inşaata ve kemiyete verdiğimiz ağırlığı keyfiyete veremedik nihayetinde başaramadık.Kimse kızmasın yol alınmıştır lakin hedeften çok uzaktadır. Mühim olan yolda olmak diyenlere diyeceğim yok.

    Belki de bu fikri yanlış yerde inşa ediyorduk. Kader bizi doğru yere ve doğru insanlara tevcih etti. Allahu alem.

    Netice-i Kelam bu türden İslamcı portrelerin tasviri bence yerinde ve gerekli bir gayret olmuş.Ezberleri bozmak da fayda var. Küçümsemek ve için değil ibret almak için. Dünün haricileri ne kadar cahil ve tehlikeli idiyse bugünün neo-haricileri olan siyasal islamcılar daha fazla cahil ve tehlikelidir.

    Bizleri bu yamyamlar güruhundan ayırdığı ve bizlere hakiki mürşitler ihsan ettiği için ne kadar şükretsek azdır. Risale-i Nurları ve Hocaefendi’nin eserlerini yeniden okumakta ve tefekkür etmekte büyük fayda vardır diye düşünüyorum. Zira karanlığı görünce Nur’un kıymeti daha iyi anlaşılıyor.

  3. Hocam teşekkür ederiz bu değerli bilgiler için. Geçen günlerde yine burada bazı yazarlara yazdığım yorumlarda Necip Fazıla değinmiş ve sonra az da olsa pişman olmuştum. Şimdi görüyorum ki haklıymışım. Hala bakıyorumda yorum yapanlar arasında bu görüşlerden gelen insanlar var. Dikkatinizi çekmek isterim. Bugün tüm tarikatları toplasak ve bir parti kursalar yüzde 5 i geçsinler dileyin benden ne dilerseniz.Türkiye Cumhuriyet sonrası tarikat ve cemaatlerin kalite ve kalibresi hatta dinimiz emirlerine uygun yaşayıp yaşamadıkları oldukça tartışılır konumdadır. Canımız yansa da bu böyledir. Ben de geçmişte yaşadığım ama şimdi pişman olduğum yıllarım oldu. Cemaat yurtlarında yetiştim. Ama öğrenci velilerinin yüzde 80 i milli görüş ve diğer tarikatlardan oluşuyordu. Ben ailecek demokrat parti ve doğruyol parti sempatizanıydık. öyle umarsızca değil ortadan gitme adına. Gün geldi bu cemaatlerin yurdundan yetişen bu merkez muhafazkar tafya sürekli islam alemi dertleri sorunları ve ezgilerini dillendiriyorlar ancak bir şey yapmaya gelince hiçbirşey yapmıyorlardı. Zamanla çocuklarını yetiştiren bu cemaatlere devlet dedi diye sırt çevirmek bu bahsettiğiniz kitleye nasip olmuştur. kısaca yaşanmasaydı ama yaşandı. tecrübe bundan sonraki hayatımda mutlak mesafe koyacağım insanlar milli görüş anap mhp ve bunların ruh birleşimi munafık müslümanlar olan akp dir. Bunlarla olan tüm ortak değerlerimi yeniden farklı bir bakış açısıyla yorumlayıp gerekirse bir çoğunu tarihin sayfalarına gömmeyi göze alarak yaşayacağım.Son söz hayatta olan babamdam özür diliyorum. Bir zamanlar o demireli tutarken ben kardeşlerimle özal tayyip tutuculuğu demirel mason hikayeleri anlattığımdan. Adam şimdi bakıyorum haklı çıktı. o nedenle sürüye kapılmak içinde bulunduğun tarikat ve cemaatlerin dediğini yapmak şimdi bana ne kadar itici geliyor mide bulandırıyor. İnsan Allahın yarattığı doğal yakınlarına güvenmeli.anne babasının eğitimine yapışmalı ve ondan ders almalı.

  4. Basimizi kuma mi goruyoruz anlamadim ama Erdogan’dan once Hocaefendi’nin Necip Fazil’dan ne derece etkilendigini tartismak daha faydali olurdu. Hocaefendi’nin Necip Fazil’a olan yuksek saygisi bir sir degil. Kendimize karsi biraz daha elestirel olabilsek keske. Saygilarimla

  5. Yüksel bey, bu konuyu ele almakla çok iyi etmişsiniz. Keşke bir de Fethullah Gülen Hocaefendinin NFK dan etkilenmesini irdeleseniz ne güzel olur. Çünkü ben 15 temmuzdan bu yana neden bu işler başımıza geldi diye sürekli okuyup, tefekkür ederken şunu gördüm ki, HE de NFK dan çok ciddi etkilenmiş hatta bana göre Necip Fazılın onun üzerindeki etkisi Said Nursi den daha fazla!
    hatta nfk.com.tr sitesinde yayinlanan NFK nin Turgut Ozala nasihatlarinin oldugu defter sayfalari var… orada askeriye ile ilgili tavsiyelerine bakinca, HE nin de ayni tavsiyelerri uygulamaya azmettigini gormemek mumkun degil. Basta askeri ve emniyet olmak uzere tum burokrasi de kadrolar elde etme yoluyla hizmet etme ve bu ugurda gerekirse, dinin haramlarindan taviz vermek gibi pragmatizm ile aslinda korsan siyasi islamacilik yapmak bizim cemaatimizi diger Nur talebelerinden ayiran en onemli fark. Ustad hazretleri bir elde Nur diger elde Topuz olmaz, iki elimiz var, 100 elimiz bile olsa Nura ancak kafi gelir derken, HE nin bundan farkli bir izlemesinin en buyuk sebebi bence HE nin uzerindeki NFK etkisidir!

    • Elbette bu tür çalışmalar hem HH hem de genel anlamda Risale-i Nur hareketi için yapılmalı. İlham kaynakları nelerdir? “Hangi eserler ve kişiler nasıl ve ne derece etkilemiştir” gibi soruların cevabı aranmalı.
      Şu an Respekt bunu yapmaya çalışıyor diye düşünüyorum. Ben de orada Eşref Edip ve Sebillürreşad dergisini anlatacağım. Ama gerçekten uzun soluklu çalışmalara ihtiyaç var. Ve bu çalışmalar sadece ilahiyat indeksli değil multidisipliner bir şekilde yapılmalı.
      Yorumunuz için teşekkür eder, iyi günler temenni ederim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin