AHMET KURUCAN | YORUM
Youtube kanalımda da özet halinde anlatmaya çalıştığım bir hususu ele alacağım bu yazı silsilesinde. Bir yazıda bitirebileceğimi sanmıyorum. Çünkü zekatın ibadet boyutuna kısaca değindikten sonra tarihi süreçte geçirdiği evreleri ve bugüne bakan vechesiyle bizim zekat hesaplamalarını nasıl yapmamız gerektiğini aktarmaya çalışacağım. Hesaplamaları yaparken de genel ölçülerden bahsedeceğim, tek tek spesifik örnekler vermeyeceğim. Zira böyle bir işe kalkışmak köşe yazısının istiab haddini aşar.
Zekat, İslam dininin temel esaslarından biridir. İslam’ın 5 şartı arasında namaz, oruç ve hac ile birlikte sayılmasının nedeni de budur. “Tamam, 5 temel esastan biridir ama ibadet midir?” sorusunu burada sorabilirsiniz. Bu soruya cevabım, evet!
Tarih boyunca İslam uleması zekatı mali bir ibadet olarak değerlendirmiş ama bununla yetinmemişlerdir. Ne demek bu? Zekat sadece ibadet değildir. Onun toplumsal bir boyutu vardır. İnsan toplumsal bir varlıktır. Hayatını tek başına inziva içinde sürdüremez. Mecburdur hem cinsleri ile birlikte yaşamaya. Allah’ın insan fıtratına koyduğu kanunlar da tabiat yasaları da bunu gerektirir.
Toplumsal yaşamda bu fıtri ve kevni kanunların çizdiği mecburi istikamette zengin de olur fakir de, tembel de olur çalışkan da. Hayatı iyi okuyan, ticaretini genel ticari kaideler etrafında yapan da olur, yapmayan da. Bu da ister istemez sosyal hayat içinde çeşitli sınıfların doğmasına sebebiyet verir. Böylesi bir toplumda sosyo-ekonomik adaletin sağlanması önemlidir. Devletler işte tam da bu noktada bir üst irade olarak devreye girip bu adaleti sağlamak zorundadır.
Sadece devletler mi? Elbette hayır. Fertlere de, fertlerin kendi aralarında oluşturdukları birlikteliklerle güçlerini birleştirip bu sürece yardım etmeleri gerekir.
İşte zekat burada önemli bir kaynaktır. Hatta yeri başka bir şeyle doldurulamayacak ölçüde önemlidir. Efendimiz’in (sas) bir hadislerine belirttiği “zenginlerinden alıp fakirlerine verme” diye ifade ettiği husus bu amaca yöneliktir. Biz zekatın bu bağlamda oynamış olduğu rolü kamu maliyesi olarak adlandırabiliriz. Yani zekatın bir taraftan ibadet diğer taraftan kamu maslahatına yönelik harcamaların yapılacağı kamu maliyesini alakadar eden boyutu vardır. Başlıkta zekat ve vergi kelimesini yan yana zikretmemizin sebebi de budur.
Kim zekat/vergi verecek, kime verecek, hangi oranda verecek, kimlere verecek, kendisi mi verecek yoksa devlet eliyle toplanıp devletin belirlediği alanlarda mı dağıtılacak ve bu soruların doğru cevaplarını bulmak için biz kime müracat edeceğiz, İslam dini dün ortaya çıkmadığı ve 1400 yıllık bir geçmişi olduğuna göre bu tarihi süreçte uygulamalar nasıl olmuş, fakihler ve siyasi karar alıcılar neler söylemiş? Evet bu sorulara verilecek doğru cevaplar çok farklı hayat şartları içinde yaşadığımız dünyada bizim zekat ibadet ve görevimizi yerine getirmede yardımcı olacak ana unsurlardır.
Özetle şunu söyleyebilirim; zekât bir yönüyle taabbudi yani Allah emrettiği için yapılması gerekli olan, diğer yönü itibariyle de ta’lili yani kamu maliyesini alakadar ettiği için içtihadi yaklaşımlara açık olan devlet-vatandaş münasebeti içinde karşılıklı haklar ve sorumlulukları ihtiva eden bir görevdir.
Nitekim fukaha bu işin bilincinde olduğu için zekat meselesini hem ibadet boyutu ile namaz, oruç ve hac ile birlikte ele almış hem de Arapça ifadeleriyle “emvâl, haraç, ahkâm-i sultaniye” üst başlıklarında incelediğimiz devlet-vatandaş ilişkisini konu edinen bölümlerde incelemiştir.
Devam edeceğim…
Vergi vermeme, vergi kacirmak icin gelirini az gosterme, uzerine (geliri az gozuktugu icin) devletten daha fazlasini alma, ve bunu 10 yil 20 yil belki 30 yil surdurme. Sisteme/yasadigi ulkeye hic katki yapmadan surekli fazlasini alma, 1 vermeden 3 alma, gorunuste devletten ama gercekte halktan/herkesten calma. Dunya muslumanlarinin en buyuk kanayan yarasi. Diyeceginiz bir sey yok mu?