İslâm niçin örtünmeyi emrediyor? (4)

YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM

Daha önceki yazılarda başörtüsü hakkında yapılan modern tartışmalar üzerinde durmuş, başörtüsünün Kur’ân’ın açık bir emri olduğunu göstermiş ve âyetlerde örtünmenin nasıl ele alındığını izah etmiştik. Her ne kadar İslâm’ın emirlerini uygulamada taabbudilik (Allah emrettiği için yapma) asıl olsa da günümüz insanları dinî hükümlerin nedenlerini, onların altında yatan hikmet ve faydaları da öğrenmek istiyor ve sürekli “neden, niçin” sorularını soruyor. Başörtüsü ve tesettür hakkında da şimdiye kadar bu sorular defalarca tekrarlanmıştır. Bu sebeple bu yazıda İslâm’ın örtünme emri altında yatan hikmetleri ele alacağız.

Esasen pek çok âyette bunlara işaret edilmiştir. Önceki yazılarda ara ara bunlara değinmiştik. Fakat zihinlerdeki soru işaretlerine cevap olabilmesi için konunun daha detaylı ele alınmasına ihtiyaç var.

İslâm, zinayı kesin olarak yasakladığı ve onu dindeki en büyük günahlardan biri olarak gösterdiği gibi (el-İsrâ, 17/32), kadın-erkek ilişkilerine dair sedd-i zerai babından getirdiği hükümlerle zinaya götürmesi muhtemel vesile ve yolları da kapamıştır. Zaten dinde bir şey haram kılındığında, onun vesileleri de haram kılınır. Aynı şekilde İslâm, birçok âyet-i kerimede ısrarla ırz ve namusların korunmasını (hıfz-u furûc), iffet ve haya sahibi olunmasını emretmiş, bunları dindeki en büyük erdemlerden biri saymış ve getirdiği bir kısım hükümlerle mü’minlere iffetli olmanın ve iffeti korumanın yollarını göstermiştir.

En genel anlamda ifade edecek olursak örtünme emri de bir taraftan zinaya giden yolların kapatılmasına, diğer yandan da iffet ve hayanın korunmasına yöneliktir. Yoksa bazı din ve kültürlerde olduğu gibi örtünme emrinin, kadının ikinci konumda olmasıyla, hor ve hakir görülmesiyle, erkeğin onun üzerinde tahakküm kurmasıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Örtünme tamamen ahlakî bir ilke ve amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak teşri kılınmıştır.

Biraz daha açacak olursak âyet-i kerimede sadece zina yapmama değil, zinaya yaklaşmama da emredilir. (el-İsrâ, 17/32) Çünkü zinaya doğru bazı adımlar atıldıktan sonra zina kaçınılmaz hâle gelebilir. Veya şöyle diyelim: Birbirine yabancı iki kişinin bir anda zina yapması söz konusu olamaz. Öncesinde arzu ve tutkular uyanır, şehvet tahrik edilir, karşılıklı bir çekim gücü oluşur. Bu tür nefsani duyguların uyanması ise bakma, alakadar olma, dikkat kesilme, konuşma, baş başa kalma, tutma, öpme gibi fiillerle meydana gelir. Bu sebepledir ki İslâm, aralarında evlilik bağı bulunmayan iki kişinin şehevi olarak birbirinden her tür faydalanmasını yasaklamıştır.  Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) her uzvun kendine mahsus bir zinası olduğunu ifade etmiş; gözlerin zinasını bakmak, kulakların zinasını dinlemek, dilin zinasını konuşmak, elin zinasını tutmak, ayakların zinasını da yürümek olarak göstermiştir. (Buhari, isti’zân 12; Müslim, kader 20)

Önce gözler korunmalı

Her ne kadar günümüzde insanlar kadın-erkek ilişkileriyle ilgili -hayattaki realitelerden ve insan psikolojisinden uzaklaşma pahasına- hayali ve ideal bir kısım sözler söyleseler de İslâm fıtrat dinidir ve bütün hükümlerini fıtrata uygun olarak vaz eder. Harama bakmak, erkeklerin büyük bir zaafı olduğu gibi, süslenme ve güzel görünme arzusu da kadınların büyük bir zaafıdır. Ve bu iki husus arasında da yakın bir ilişki vardır.

Bedeniyle, süsüyle, giyim kuşamıyla kadınsılığa ait özelliklerini ortaya koyan kadınlar, nazarları üzerlerine daha çok çekerler. Bu da kirli düşüncelere ve günahlara yol açar. Bu yüzden âyet-i kerimede önce bakışların kısılması, arkasından da ırzın korunması emredilmiştir. Demek ki ırzın korunması öncelikle gözün korunmasına bağlıdır. Bu yüzden Elmalılı Hazretleri nazarın, zinanın postacısı olduğunu ifade eder. Harama bakmanın, şeytanın zehirli oklarından bir ok olduğunu bildiren hadis-i şerif de aynı noktaya işaret eder. (Hâkim, el-Müstedrek, 4/314)

Şu hâlde kadınların vücutlarını teşhir etmekten, erkeklerin de gözlerini harama bakmaktan sakınmadığı bir ortamda, fesat ve günaha giden yollar açılmış demektir. Her ne kadar söylemler farklı olsa da günümüz dünyası bunun örnekleriyle doludur. Bâtılı tasvir etmeme adına detaya girmiyoruz. Fakat modern dünya, dinlerin koyduğu tedbirleri ortadan kaldırdığı veya önemsemediği için fütursuzca cinsel yasakları çiğnemiş, cinsel sapkınlıklar başını alıp gitmiş, aile kurumu temelinden sarsılmış ve bu alanda büyük bir ahlakî deformasyon baş göstermiştir. Henüz yeterince farkına varılamasa da açık saçıklığın faturası çok ağır olmuştur.

İşte Kur’ân, bir taraftan erkek ve kadınlara gözlerine sahip çıkmalarını emrederek, diğer yandan da tesettür emriyle kadın bedenini bakılacak cinsel bir obje hâline gelmekten kurtararak kalb ve duyguların temiz kalmasını istemiş ve zinanın önüne aşılmaz setler çekmiştir. Nitekim evlenme arzu ve ümidi kalmamış olan ihtiyar kadınlara örtünme konusunda belli kolaylıklar gösterilmesinin (en-Nûr, 24/60) sebebi de onların bedenlerinin çekiciliğini kaybetmesi, şehvet dolu nazarları üzerine çekmemesi ve zina tehlikesinin büyük oranda ortadan kalkmış olmasıdır.

Buna benzer olarak Nûr sûresinin 31. âyetinde de kadınlara başkalarına ziynet yerlerini göstermemeleri emredildikten sonra babaları, kocaları gibi bazı istisnalar getirilmiş ve erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçilerle, henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklar da bunlar arasında sayılmıştır. Demek ki başörtüsü takma ve örtünme emrinin altında, erkek ve kadın arasında oluşabilecek nefsani ve şehevî duyguların önüne geçme hedefi vardır.

Kalp nasıl temiz tutulur?

Kılık kıyafetin değil, önemli olanın kalb temizliği olduğu öteden beri tesettür karşıtlarının dillerine doladıkları bir mazerettir. Aslında Kur’ân da ancak kalb-i selimle (temiz bir kalple) Allah’a yürüyenlerin kurtulacaklarını haber verir. (eş-Şuarâ, 26/88-89) Ne var ki bu durum kadın-erkek ilişkilerine dair belli sınırların konulmasına, belli düzenlemelerin yapılmasına engel değildir. Aksi takdirde erkek ve kadın tabiatı inkâr edilmiş olur.

Nitekim Kur’ân-ı Kerim, “Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin.” hükmünü getirdikten hemen sonra bunun gerekçesini şöyle izah etmiştir: “Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temizdir.” (el-Ahzâb, 33/53) Denildiği gibi asıl olan kalp temizliğidir ama onun temiz tutulması da tavır ve davranışlara bağlıdır.

Aynı şekilde Hz. Peygamber’in hanımlarına ve onların şahsında bütün mü’min kadınlara yabancı erkeklere hitap ederken tatlı ve cilveli bir eda ile değil, ciddi ve ağırbaşlı bir şekilde konuşmaları emredilmiş ve bunun gerekçesi olarak da şöyle buyrulmuştur: فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ “Böyle yaparsanız olur ki kalbinde hastalık bulunan kimse şeytanî bir ümide kapılır.” (el-Ahzâb, 33/32)

Yine erkeklere gözlerini kısmaları, yani haramdan korumaları emredildikten sonra ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ “Bu, onlar için daha temizdir.” ifadesiyle onların nezih ve temiz kalabilmelerinin buna bağlı olduğu ifade buyrulmuştur. (en-Nûr, 24/30)

O halde denebilir ki kalbin, his ve duyguların, hayal ve düşüncenin temiz olması ve temiz tutulması bir açıdan da kadın-erkek ilişkilerinin dinî ilkelere göre düzenlenmesine bağlıdır. Aksi takdirde duygu ve düşünceler bulanabilir, kirlenebilir ve neticede değişik günahlar vuku bulabilir.

İslâm’ın zinayı önleme adına aldığı tek önlem harama nazarı yasaklama ve örtünmeyi emretme değildir elbette. Bunun yanı sıra kadın-erkek ilişkilerine dair bir dizi ahkâm vaz edilmiştir. Mesela bir kadınla erkeğin kapalı bir yerde baş başa kalması (halvet) yasaklanmış, kadın ve erkeklerin ölçüsüzce iç içe bulunmaları (ihtilat) tecviz edilmemiş, şartları tamamlanmış zina cezası dünyevî müeyyidelere bağlanmış, evlilik özendirilerek bekâr yaşamak zemmedilmiş, evliliklerin kolay tutulması emredilmiş, kadınların dışarıda koku sürünmesi nehyedilmiş, belli bir yaştan sonra çocukların yataklarının ayrılması istenmiş ve evlere izinsiz girme yasaklanarak aile mahremiyeti teminat altına alınmıştır.

Kadınlar korumaya alınıyor

Öte yandan, cilbâb âyetinde örtünme emredildikten sonra bunun şu iki gerekçeye bağlanması da tesettürün hikmetini anlamamız adına oldukça önemlidir: ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ “Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır.” (el-Ahzâb, 33/59) Burada örtünmenin sebebi olarak “tanınma” ve “incitilmeme” üzerinde durulur. Tanınmadan kasıt, onların iffet ve namusuna düşkün, hürmet ve saygıyı hak eden ahlaklı ve vakar sahibi birer mü’min olarak bilinmeleridir.

Esasen tarihte farklı kültür ve toplumlarda da başörtüsü ve örtünme ile iffet arasında sıkı bir ilişki kurulmuş ve bunlar erdem, saygınlık ve soyluluk alameti sayılmıştır. (Tefsirlerde buradaki tanınmadan kastın, hür kadınların cariyelerden ayrılması anlamına geldiğine yönelik açıklamalar bulunsa da bu izah hem âyetteki ifadenin tek açıklaması değildir hem de günümüzde bunun geçerliliği yoktur.)

İncitilmeme de kadının bu şekilde bilinip tanınmasına bağlıdır. Zira giyim kuşamıyla, konuşmasıyla, yürüyüşüyle âdeta iffetin bir sembolü hâline gelmiş bir kadın, kendisini rahatsız edici bakışlardan, çirkin sözlerden ve fiilî saldırılardan da bir ölçüde korunmuş olacaktır. Zira bütünüyle fısk u fücura kilitlenmiş kalbi bozukları bir kenara bırakacak olursak, genelde aklı başında hiçbir erkek, cinsel mesajlar vermeyen, çekici görünmeyen ve şehveti tahrik etmeyen kadınları rahatsız etmez.

Burada şu notu düşmekte fayda var: Tesettürün kadınlar açısından fayda ve hikmetlerini açıkladığımız için bu izahlara yer verdik. Yoksa buradaki ifadelerden hareketle tesettürsüz kadınlarla ilgili olumsuz yargılara ulaşmak; onların, bakışla, sözle veya fiille rahatsız edilmeyi hak ettiklerini düşünmek ve hele hele bunu yapan erkekleri mazur görmek veya göstermeye çalışmak suret-i katiyette doğru görülemez.

Zira Kur’ân, örtünmeyi emrettiği Nisa 31. âyetten bir önceki âyet-i kerimede erkeklere gözlerine sahip çıkmalarını ve ırzlarını korumalarını emreder. Dolayısıyla kadınların kendilerine düşen tesettür mükellefiyetini yerine getirme konusunda kusur göstermeleri, erkeklerin gözle, sözle ve fiille günah işlemesinin hiçbir şekilde mazereti olamaz.

Bediüzzüman bu konuda ne diyor?

Bediüzzaman Hazretlerinin, Tesettür Risalesinde örtünmenin fayda ve hikmeti üzerine yaptığı açıklamalar da burada zikre değerdir. O, örtünmenin merkezine fıtratı koymuş ve kadın fıtratının örtünmeyi gerektirdiğini farklı şekillerde izah etmiştir. Özetle o bu risalesinde; kadınların genellikle kendilerine yönelen pis nazarlardan hoşlanmadıklarını, yabancı erkeklerden çekindiklerini, özellikle genç ve güzel olmayan kadınların kendilerini göstermekten sıkıldıklarını, kocaları nazarında güven ve sevgilerini devam ettirmek istediklerini, tesettürsüzlüğün karı koca arasındaki güven duygusunu, muhabbet ve hürmeti zedeleyeceğini, açık saçıklığın akrabalar arasında bile gayet çirkin bir hissin uyanmasına yol açabileceğini, örtünmenin ortadan kalkmasının evlilik kurumuna zarar vereceğini, örtünün töhmetin önüne geçeceğini ve bu yüzden de kadınların fıtraten tesettüre muhtaç olduklarını ifade eder.

Netice-i kelâm, kadının değerinin giderek dişiliğine indirgendiği, cinsel cazibesi ölçüsünde ilgi ve değer gördüğü, moda ve medya yoluyla fizyolojisinin istismar edildiği, kabul gören güzellik algılarına uyabilmek için doğallıktan uzaklaştığı, gayrimeşru birlikteliklerin başını alıp gittiği, aile hayatının derin yaralar aldığı bir çağda insanlık İslâm’ın başta tesettür olmak üzere kadın-erkek ilişkilerine dair getirdiği hükümlere her zamankinden daha çok muhtaçtır. Zira kadın ve erkeğin şehevi arzularını ve nefsani duygularını kontrol altına alarak iffetli bir hayat yaşayabilmelerinin en güvenli yolu, mezkûr âyet ve hadislerin ışığında bir hayat yaşamalarına bağlıdır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

14 YORUMLAR

  1. Kadının başçrtüsüyle zinayı nasıl yanyana getirdiniz. Tesettürde zirve ülkelerde zina ve sapıklık ta da zirve durumlar söz konusu.
    Şimdi günümüzde LGBT diye bir durum var biz erkeklerde tesettüremi gireceğiz?. Ne olacak bizim halimiz?

    Bu ilahiyatçılara biraz sosyoloji dersi vermek lazım…

    Yazmak zorunda değilsiniz illa… milyonlarca sorunla kariı karşıyayız. Cahiliye dönemindeki gibi kadını yerden yere vurmak “CADILAŞTIRMAK”, “ONURSUZLAŞTIRMAK”, “kendinden utanır hale getirmek” için için elinizden geleni yapıyorsunuz..

    Aynı kitabı okuyoruz herifler gidiyor İŞİDçi oluyor, başkaları gidiyor başka şey oluyor.. ne olacak bu bizim müslümanların hali bir türlü insan olamıyoruz

    • Okuduğunuzu anlayamama sorununuz var. Yazmayı da pek becerdiğiniz söylenemez. Tek yaptığınız daha birçok yazı altında yaptığınız gibi şikayet edip boş muhalefette bulunmak. İlk önce kendinize bakın.

  2. Örtünme bir Yahudi adetidir.Ve de kafasını örterek insan değerli olmaz.Şu anda tesettürlüyüm diye geçinenlerin %90 ının donu sütyeni dışarıdan belli oluyor.İnsanlığın en değerli kavramı tartışmasız MERHAMET tir.Diğer herşey Merhametin.yanında FASAFİSOdur.

    • Yahu farkı farkı isimlerle habire “Ayşe Takın hanımın 30 sorusuna cevap verir misiniz?” diye yazıp durmuşsunuz, büyük ihtimalle aynı kişisiniz. 30 tane soru diyorsunuz ama bu 30 maddenin bir kısmında daha soru bile yok. Diğerleri de “seninki yorum da onunki odun mu” gibisinden soru olup olmadığı belli bile olmayan tuhaf ve seviyesiz ifadeler. Siz ilk önce soru sormayı öğrenin, daha sonra cevap almayı talep edebilirsiniz.

      Belli ki Yüksel Bey’in 1400 yıllın geleneğe uygun cevapları sizin ve size benzer diğer kişilerin nefsine hoş gelmiyor ki örtünme gibi en temel konuda bile “günümüz şartları farklı” diye fetva arıyorsunuz. Fetva falan aramayın. Örtünmek istemiyorsanız “bence örtünme Yahudi adetidir” deyip örtünmeyin, kimse sizin kişisel zevkleriniz için İslam’ı değiştirecek değil. Bizim Hizmet içinde ne kadar reformcu kafa varmış yahu. Hocaefendi veya Bediüzzaman yerine gidip Mustafa Öztürk’ü takip edebilirsiniz. Bu cemaatte geleneği yok saymak ve dinde reform hayallerine girmek yok.

      • Davut Bey,

        Sizi tanımam, siz de beni tanımazsınız.Gerekte yok zaten. Bakın, aynı Allah’a ve Peygamber’e ve Kitaba inanıyoruz. Kim olduğumdan ziyade, neler yazıldığı önemli. HE ve BSN yi takip etmek için sizden izin mi alacağım? Geleneğ’i yok sayan yok, gelenek ve gelenekçilik hatasız değildir, mutlak hakikat iddiasında değildir, siz yanlış anlamışsınız Gelenek’i.

        4 tana sorum var size ve yazara… Madem başörtüsü (örtünme-tesettür değil), bilakaydışart olmazsa olmaz, öyleyse

        1- Devlet, YÖK yasak koyunca, cemaat neden KESİNLİK BAŞINIZI AÇMAYIN- OKULLARA da gitmeyin demedi?

        2- Dersane ve okullarda, BAŞINIZI AÇARAK DERS ANLATAMAZSINIZ, gidin evinize, sakın böyle bir şey yapmayın demedi?

        3- Kamuda, belli vazifede insanlar, başını açtırarak evelenme şöyle dursun, neden BAŞI AÇIK BİRİYLE asla evlenemem demedi?

        4-Rusya, Arnavutluk, Romanya gibi ülkelerde, baş açık gidileceğine, bırakın böyle ‘hizmet’ mi olur demedi?

        Davut Bey, sen bunları izah et, beni buradan bu siteden kovmaya çalışacağına.. Hakaret etmiyorum, küfretmiyorum.. İsterseniz yorumları kapatın, KURTULURSUN O ZAMAN bu sorularla ve sorunlarla uğraşmaktan..

      • bırakta Ayşe Tekin hanımefendinin yazdığı eleştiri ve sorunlara, yazarın kendisi cevap versin Davut bey.. siz niye rahatsız oldunuz.. insanca yazmış tr724 ün yorum kontrolünden de geçmiş.. yazar da okuyucuya ister döner, ister susar.. o kadar

        • Nasıl ki sizin yazara karşı çıkma hakkınız var, benim de size karşı çıkma hakkım var. Eğer yazarla birebir mesajlaşmak istiyorsanız o zaman kendisine email atın, neden burada herkesin görebileceği yerde yazıyorsunuz? Eğer burada yazıyorsanız her türlü tepki ve eleştiriye de açık olmanız gerekiyor.

          Sorularınıza gelince: Ben cemaat sözcüsü değilim. Yüksel Bey de cemaat sözcüsü değil. Çünkü cemaat dediğiniz yapı yekpare bir yapı değil. İçinde birbirine zıt bir sürü görüş ve grup var. “Cemaat şöyle dedi, böyle dedi” demeniz manasız. Eğer birtakım büyük abiler/ablalar sizin o yazdığınız şeyleri demişse o zaman da yanlış demişlerdir. Sonuçta daha başka bir sürü şüpheli kararlar alındı bu yapı içinde. Yanlışsa yanlış deriz, kimse yanılmaz değil. Kimse kafasına göre fetva da veremez. Başörtüsü gibi bir konuda sizin o bahsettiğiniz fetvalar nereden alınmış bilmiyorum. Onlara sormak lazım.

          Bence o 30 “soruya” da boşuna cevap aramayın. Dediğim gibi büyük bir kısmı zaten soru bile değil, geri kalanı da soru mu değil mi şüpheli. Sorunuza cevap arıyorsanız üslubuyla sormayı bilmelisiniz.

          • 4 hususun tamamı bilfiil sahada şahitleriyle uygulamalı, hem de yıllarca.. yazılı bir fetvadan daha açık ve seçik..

            bu duruma, ilgili abiler ve ablalar ve daha niceleri.. seyirci kaldı diyorsunuz.. ve durum açıktan bir ‘günah’ ve ‘günaha sessizlik’ diyorsunuz.. çok iddialısınız bana göre..

            bu mevzular da (yukarıdaki 4 husus) , düzeltme yapmak için, bir mücadele yaptınız mı, bir tavır aldınız mı bugüne kadar..

          • Fadime Hanım, ben ‘bu durumla ilgili abiler ve ablalar ve daha niceleri seyirci kaldı’ diye bir şey demedim. Bu durumdan kastınız örtünme mevzusu ise bunu ben bilmiyorum, buna siz şahit olmuşsunuz. Ben ‘Sonuçta daha başka bir sürü şüpheli kararlar alındı bu yapı içinde’ dedim ve burada başörtüsünden değil, kendi şahit olduğum başka mevzulardan bahsediyordum. O konularda tavır alsam da çok mücadele ettiğim söylenemez. Şu sitede bile bir eleştiri yazınca insanlar hemen yanlış anlıyor. Sonra da AKP seçmenini tarafgirlik ile suçluyorlar.

            Bana yanlış gelen şey şu: Dinde ‘zaruretler haramları helal kılar’ diye bir kaide vardır ama biz bazen bu zaruret kavramını çok geniş çerçevede ve uzun zaman dilimini içerecek şekilde kullandık. Evet, hayati bir durum varsa kişi örtünmeyebilir ama bahsettiğiniz o dört husus ne kadar zaruridir? Eğer bu konuda abiler veya ablalar ‘böyle yapın’ demişlerse bu fetvayı nereden almışlardır? Bunu zaruret kavramı içerisine nasıl oturtmuşlardır? Yani Hizmet’teki insanların bunları sormaya hakkı yok mu? Hazreti Ömer (r.a.) hutbe verirken ona dini bir konuda karşı çıkan yaşlı kadının hikayesi hep anlatılır bizde. Biz kendi içimizde ‘bana şüpheli gelen şu kararları hangi dini kaideye göre aldınız’ diye soramayacak mıyız? ‘İtaat edin, kurtulun’ dendi durdu, kurtulduk mu acaba? Dinin temel emirlerini eğip bükünce sorunlar çıkıyor. İşte Yüksel Bey başka bir şey söylüyor, abiler ablalar başka bir şey söylüyor, ama siz onların dediklerine uyduğunuz için Yüksel Bey’in dediklerine öfkeleniyorsunuz. Oysa Yüksel Bey zaten çok temel şeylerden bahsediyor. Bu kadar temel şeyleri bile değiştirenlere bunları hangi fetvalara ve görüşlere dayandırdıklarını sormak lazım. Gördüğünüz gibi ne kamuda kaldık, ne dershanelerimiz kaldı. Bana göre abiler ablalar bir kıstas değil artık, hiçbirimiz için de öyle olmamalı. Herkes hata yapabilir ve kişilerin hataları Hizmet felsefesine zarar vermez.

          • Davut bey,

            Öncelikle nezaketli bir dil kullanmanıza sevindim. Tr724 sitemizin bu yorumları yayınladığı için ayrıca teşekkür ederim.

            Baş örtüsü ile örtünme arasındaki ilişki ortada fakat birebir aynı olduğunu düşünmüyorum.

            Zaruret şartlarında, baş örtüsü uygulaması erteleniyor veya öteleniyor. Bu zaruret koşulları farklı zaman ve mekanlarda değişik şekillerde devam ediyorsa, -ki ediyor-, benzer ruhsat kullanılabilir.

            Bahsini ettiğim, hizmetteki 4 uygulamayı böyle düşünüyor ve hatalı görmüyor ve doğru yapıldığını anlıyorum.

            Nitekim bu yazarın dışında, bu hareketin farklı birim ve makamlarında, onun kadar dini diyaneti bilen ilahiyat eğitimi almış başka kişiler de mevcuttur.

            Hatta bahsi geçen zaruretin geçerli olduğu 4 sahada ve alanda, belli oranda ilahiyat eğitimi alan kişiler, hem şahit oldu, hem destek oldu, hem teşvik etti hem de yöneticilik yaptı. Bence de doğrusu buydu.

            Baş örtüsüne takılıp bu alanlarda olmasınlar diye kurulan tuzakları bu hareket aşmıştır. 15 T den sonra başına gelenler, bu ufkun bir sonucudur. Yoksa sizin dolaylı ifade ettiğiniz gibi, baş örtüsü konusunda yapılan ‘yanlışlık’ değildir.

            Kur’an ve Sünnet haktır. Manaları da haktır. Manalarını bulma ve arama ve yorumlama da farklılıklar oluştu. Bu da gayet doğal. Hakikat tekelliği yapamam elbette. Allah bilir.

          • Başta biraz agresif bir şekilde yazdığım için özür dilerim. Şimdi son cevabınızı okudum ve bana kurduğunuz mantık çok da yanlış gelmedi. Bu açıdan düşünürsek Yüksel Bey’in belki sizin o bahsettiğiniz dört mevzuya bir açıklık getirmesi yerinde olabilir. Eğer o hususlarda cevaz verilmesini doğru bulmuyorsa da neden doğru bulmadığını söyleyebilir. Hizmet içindeki ilahiyatçılar arasında da çok farklı görüşler mevcut.

  3. Fadime hanım,

    bu yazarın tarzı böyle.. din budur, diyor, nokta koyuyor. yani işine gelirse diyor. tekrar düşünmeye gerek yok diyor. eski yorumları dayatıyor.. yeni hiç bir şey söylemiyor.. risk almıyor.. geleceği bilmiyor ama iyi gelenekçilik yapıyor.. hakikatin tekeli bende/bizde diyor..

    bu yazıyı yazarken, masa başı , teorik, sanal ortamı tarayıp yazmış sanki.. sahadaki gerek hizmetten, gerek dışardan, farklı ülkedeki kadınların sorunlarından habersiz.. çağdan kopuk bir yazar.. zamanın ruhunu bilmiyor.. ne he yi, ne bsn yi anlamış, kuran ve sünnet ona göre donmuş, sadece bir asra gelmiş gibi yorumluyor kitabı ve sünneti..

    bugüne dediği bir şey yok, çözüm yok, kapalı devre, tuzu kuru fakat mangalda kül bırakmıyor..

    yahu daha düzgün daha sağlıklı daha dengeli daha gerçekçi yazılabilirdi..

    neyse, bu yazdıklarımızı belki okur, pek umudum yok ama..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin