Işid’me engelliler için haber bülteni [Sadık Yangın]

Geçen akşam iş dönüşü bizim mahallenin kahvesine uğrayayım dedim. Uğramaz olaydım. Gençlerin tamamı halı saha maçına gitmiş, kahve ihtiyarlara kalmıştı. İhtiyarların, kendileri yokken kahveyi işgal edeceğini bildiklerinden gençler, maç çıkışı da gelmezdi artık.

Geldiğimi çok da çaktırmamaya çalışarak arkalarda bir masaya iliştim. Ben sessizce iliştim ama çantam bunu beceremedi. Çantayı usulca koyduğum sandalyenin bir ayağı kırıkmış meğer. Güm diye koca çantayla birlikte yere düşmesin mi sandalye? Düşmesiyle kahvedeki ihtiyarların da hepsi birden yerinden fırlamayıp sağa sola kaçışmasın mı?

“Anaam!” diye bağırdı arkadan biri. Bir diğeri “Yandım!” diye haykırdı. İhtiyarlardan biri koca cüssesiyle okey masasının altına saklanmaya çalışırken masayı arkadaşlarının üstüne deviriyordu az kalsın. Polis emeklisi Mehmet Amca, eski alışkanlık, hemen elini beline attı. Belinde, kemerine asılı kocaman kaptaki eski telefonundan başka bir şey olmadığını görünce masadaki gazoz şişesini kaptı. “Nerede? Kimdi o? Kaçtı mı? Ne oldu?” diye bağırmaya başladı.

Ne olduğunu anlayamamıştım. Onlar da benim ne olduğunu anlayamadığımı anlayamamıştı.

Kapıya en yakın ben olduğum için, “Ne oldu evladım, neresi patladı?” diye sordu biri. Dedim “Amca ne patlaması?” “Bomba attılar ya yavrum” dedi muhtar Necati. Dedim “Ya muhtar amca ne bombası. Şu sandalye düştü.” Güldüm. Onlar gülmedi. Ben, onlar da gülmüş gibi bozuntuya vermedim. Arka taraflardan okkalı bir küfür yükseldi ama kimden geldiğini tam seçemedim. Bütün ihtiyarların sesi birbirine benziyordu. “Yüreğim ağzıma geldi yahu. Öldüm sandım” dedi biri. Yanındaki, 92 yaşındaki amcaya baktı, “Haa, şimdi canlısın yani” deyip güldü.

Ben, hiçbir şey olmamış gibi yerime oturdum. Önümdeki gazetelerden birini açtım, okumaya başladım. Yılbaşı gecesi bir eğlence mekânına saldırıp onlarca kişiyi öldürdükten sonra elini kolunu sallayarak kaçan adamın ‘çok titiz’ bir çalışmayla yaklaşık bir ay sonra yakalandığını yazıyordu. Arada da yanlışlıkla üç kişi öldüresiye dövülmüş, iki kişi sınır dışı edilmiş, üç ülkeye neredeyse savaş açılmıştı. “Ulan” dedim kendi kendime, “Az daha titiz çalışsaymışsınız adam Karayipler’den kart atacakmış neredeyse”. Sonra bu söylediğimi kimsenin duyup duymadığını anlamak için dikkatlice etrafıma bakındım. Kahve kalabalıktı, ama kalabalığın yarısının kulağında dinleme cihazı vardı. Diğer yarısı da kulağı duyduğundan değil karşısındakinin “Zar tutuyorsun Hasan efendi” dediğini duymuyormuş gibi yapmak için dinleme cihazı takmıyordu.

O esnada yan taraftan bir ses yükseldi: “Evladım şunun sesini açsana biraz”. Televizyona baktım, haberler başlıyordu. “Ajans başlıyor, ajans. Ehihihi…” diye espri yaptım. İhtiyarlarla sıcak bir diyalog kurabilirsem çayın parasını yan masaya iteleyebilirim diye düşünüyordum. Yan taraftaki amca yüzünü buruşturarak bana döndü: “Bu mu şimdi yani?” dedi, “Bu mudur?”. Üç kere cıklayıp oyuna devam etti. Yüz elli yaşında adamlara espri beğendirememiştim.

Ben de trip yapacaktım ama çay aklıma gelince vazgeçtim. Hiç bozuntuya vermeden sırıtarak “Ne bu o zaman sen söyle amca” diye pişkince sordum. Güldü. “IŞİD’me engelliler için haber bülteni” dedi. Ben masadaki arkadaşlarına laf çarpıyor zannettim. Ondan başka herkesin dinleme cihazı vardı masada. Güldüm. O da bana güldü. “Anlamadın değil mi?” dedi. Neyi anlamadığımı anlamamıştım. “Bak evladım” dedi, “Şimdi mesela IŞİD bir yeri mi bombaladı? Şurada hiç haber olmuyor. Güllük gülistanlık. Bomba momba yok” dedi televizyonu işaret ederek. “Bekliyorsun, bekliyorsun, ııh, yok.” Sonra cebinden bir akıllı telefon çıkardı. Twitter’ı açtı. “Ama buraya bakıyorsun var.”. Yine televizyona döndü. “Orada yok”, telefona döndü, “burada var”. ‘Birine’ anlatır gibi anlatıyordu. Önündeki çaydan bir yudum daha aldı. Ben de fırsattan istifade sandalyemi onların masasına doğru çektim, bardağı çaktırmadan masaya iliştirdim. “O yüzden” dedi, “Biz bu ihtiyarlarla bunların adını Işidme Engelliler İçin Haber Bülteni koyduk. IŞİD’le ilgili hiçbir şey işitmen mümkün değil. Çaktın?” Herhalde çakmıştım. Önümdeki çayı diktim kafama. “Amca” dedim, “Ben çaktım çakmasına da yuh ya. Sen 95 yaşında adamsın. Sen böyle bir espriyi nasıl yapıyorsun yahu? Bildiğin 2 katlı integral bu” dedim. Güldü, “Ee” dedi, “Yıllardır türevimizi aldıra aldıra…”

“Höh” dedim. Pes ettim. “Neyse, haydi size iyi akşamlar” deyip kalktım. Tam, kapıya gelmiştim ki amca arkadan seslendi:

“Çayı dert etme evlat, biz hallederiz. 4 bin liralık beyaz çay değil neticede. Üç kuruşluk fukara çayı. Bizim yokluk fonuna ekleriz”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin